
Ona bakarken parmakları masanın üzerinde ritim tutuyordu.
Sessizlik onu rahatsız eden bir şey değildi. Etrafı sessizlikle çevriliyken daha iyi düşünürdü. Gerekirse saatlerce sessizce burada oturabilirdi. Ama Olivia oturmazdı. Bunu rahatlıkla söyleyebilirdi.
Olivia sürekli kahvesinden küçük yudumlar alıyordu ve iki elini de beyaz kupaya sarmıştı. Parmaklarını masaya her değdirdiğinde Alexander, onun kupayı daha da sıkı tuttuğunu görebiliyordu.
Gözü seğiriyordu ama sonra sessizliğini koruyarak dudaklarını birbirine bastırıyordu. Bu sessizlik Olivia'yı yiyip bitiriyordu. Alexander zamanın geçtiğinin farkındaydı. Bir saat için anlaşmışlardı ama onu izlemek eğlenceliydi.
Farklı tepkilere alışkındı; insanlar onun önünde eğilirdi. O bir alfaydı. Ona karşı gelemezlerdi. Bazen, kafa ütüleyen, alay eden olurdu ama çizgiyi aşmak gibi bir şey söz konusu olamazdı. Ama Olivia?
Neredeyse Olivia çığlık atıp onu tekmelerken onu omzunda sürüklemesi gerekecekti. Bu yeni bir şeydi. Başka bir sürüdendi. Alfasız bir sürü gibi görünüyordu.
Olivia'nın onun ne olduğunu bilmesi gerekirdi.
Bunu da o, uzun soru listesine ekleyebilirdi; insanlar arasında yaşıyor olması, onun için bir iz bıraktığını bilmemesi… Ya da nasıl olur da onun eşi olduğunu bilmiyordu. Bu görmezden gelinmesi imkânsız bir şeydi.
Ona meydan okuma şekli değil ama Alexander'ın etrafındaki davranışlarından bunu anlamadığı çok belli oluyordu.
Ne kadar çok zaman geçerse geçsin bunu anlamadığı o kadar açıktı ki. Bunun nedeni neydi? Alexander'ın göğsündeki ağrı göz ardı edilemezdi.
Daha önce hiç böyle hissetmemişti ama bunun ne olduğunu biliyordu.
Koruma ihtiyacı.
Yakınlık ihtiyacı.
Her şey çok belirsizdi. Cevaplara ihtiyacı vardı, bunu doğrulaması gerekiyordu ama sonra ne olacaktı? Çekip gidecek miydi?
Önceki gece kendini kontrol edememesini göz önüne alırsak, bunun ne kadar iyi bir işaret olacağını bilmiyordu. Kızın vücut ısısının kokusu azalınca Alexander'ın düşüncelerini toparlaması kolaylaşmıştı.
Ama kapıya yaslandığında? Verdiği karar bir anda buhar olup uçmuştu.
Olivia'nın ona karşı koymasını hiç beklemiyordu. O bir omegaydı; onu yola getirmek kolay olmalıydı.
Ama sonra, ona ilk dokunduğunda bunu hissetmişti: sahiplenme, hâkimiyet. Sanki Olivia ona ait gibiydi. Bunun ne anlama geldiğini biliyordu ama o anda doğru düzgün düşünememişti.
Bu beklenmedik sürpriz karşısında Olivia'nın kaçıp gitmesine izin vermişti.
Sorulacak çok fazla soru vardı. Belki Olivia'da daha fazlası vardı; aksini söylese de belki eski bir alfası vardı. Böyle tuhaf bir kurdun onu kendine bağlamasına ihtiyacı yoktu. Ama Alexander ondan uzak durmanın imkânsız olduğunu biliyordu.
Alexander ondan kurtulamıyordu; kurdu ona zarar vermesine asla izin vermezdi. Zaten sebepsiz yere birini öldürmek istemesi de söz konusu değildi.
Eş bağı bir zayıflıktı; diğer sürülerin ona karşı kullanabileceği bir şeydi ve Alexander böyle bir şeyi göze alamazdı. Ama yine de içindeki sesi susturamıyordu.
“Pekâlâ?”
Alexander gözlerinin içinin güldüğünü hissedebiliyordu. “Pekâlâ?”
Olivia derin bir iç çekerken burun delikleri genişledi. “Konuşmak istedin. Ve şimdi de hiçbir şey söylemiyorsun.”
Alexander ona bakmaya devam ediyordu.
Kahvesine, parmaklarının her dokunuşunda fincanında dönen bal rengi sıvıya bakarken, bakışları Olivia'yı delip geçiyordu.
Dairesinde bir erkek vardı ama bağlı değillerdi.
Olamazlardı da.
Onun eşi olması gerekiyordu, başkasının değil.
“Ne kadar istekli olduğunu fark etmemişim,” Alexander kıkırdayarak.
“Bana hâlâ cevap vermedin.”
“Neye hâlâ cevap vermedim?”
“Neden alfaların canavar olduğunu düşünüyorsun? Hâlbuki bir alfan olmadığını söylemiştin.”
“Çünkü. Alfalar birer canavar, katil.”
“Bu yüzden mi hiç alfan olmadı? Bir sürüde doğdun, kötü bir deneyim yaşadın ve sonra sürüden ayrıldın mı?”
“Ben bir sürüde doğmadım.”
Alexander kaşlarını çattı. “Ailen düzenbaz mıydı?”
“Hayır. Annemle babam insandı.”
Olivia göz temasını hiç kesmeden bardağını masaya koydu.
“Yani…” Alexander iç çekmişti. “Isırıldın.”
Yapbozun tüm küçük eksik parçaları bir araya gelmişti. Olivia ısırılmıştı. Kurtlar insanlardan o kadar uzak kalmıştı ki, bu nadir görülen bir şeydi.
Bir insanla çiftleşmek beraberinde bir sürü komplikasyon ve sorumlulukla gelirdi ve çoğu kurt adam bu tür durumlardan kaçınırdı. İnsanlarla ne kadar az kaynaşırlarsa o kadar iyiydi. Bundan daha doğal ne vardı ki?
Eğer bir kurt bir insanı ısırırsa, o insanın hayatı sonsuza dek değişirdi.
“Bunu sana küçük arkadaşın mı yaptı?” Bu onun varlığını ve Olivia'nın her yerindeki kokusunu açıklıyordu.
Olivia gözlerini kıstı. “Will böyle bir şeyi asla yapmaz.”
Sesindeki kırgınlığı, nefreti fark etmemek imkânsızdı. İçinde bulunduğu durumdan hiç de hoşnut olmadığı kolayca anlaşılabiliyordu.
“O zaman kim?”
“Bilmiyorum,” dedi Olivia derin bir nefes alarak.
“Biri beni buldu. Yaşamamı istediğini sanmıyorum. Eğer öyleyse bile, sırtımı ve göğsümü oymak bunu göstermenin komik bir yoluydu.”
Onu ısıran kişi muhtemelen bunun akıllıca bir karar olmadığını bilmiyordu.
O kurt sadece bir insana saldırmakla kalmamış, aynı zamanda yaşamasına da izin mi vermişti? Hayatta kalırsa diye olacakları ona anlatmak için beklememiş miydi? Yeni doğmuş bir yavruyu dışarıda tek başına bırakmıştı; daha önce kurt adamlar hakkında hiçbir bilgisi olmayan birini.
Ne düşüncesiz bir pislikti. Bütün kurt adamlar için bir sorun yaratabilirdi. Bazı kurtlar bencil aptalın tekiydi.
“Peki ya Will?” Onun adını söylerken Alexander sesinin küçümseyici bir şekilde çıkmasını engellemeye çalıştı.
“Onunla ilk dönüştüğümde tanıştım.” Olivia parmaklarını kahve bardağının kenarında gezdiriyordu. “Yani hayır, hiç alfam ya da sürüm olmadı. Ve böyle gayet iyiyim teşekkür ederim.”
“Sanırım arkadaşın alfasından hoşlanmıyordu.”
“Öyle de denebilir.”
“Ne oldu peki?”
“Fark ettiysen bir sürü soruna cevap verdim ama sen bana hiçbir şey söylemedin.”
Alexander devam etmesini işaret ederek, “Ne bilmek istiyorsun?” diye sordu.
“Neden buradasın? Neden benimle konuşuyorsun?”
Olivia ondan kendisinde bile olmayan cevaplar istiyordu. Sadece içgüdülerini takip ederek onun peşine düşmüştü.
Onun eşi olmasının akıllıca olmadığını düşünüyordu. Ama yine de onun eşi olduğunu biliyordu. Bildiği tek şey buydu.
Vermiş olduğu bir karar? Bir plan? Hiçbir şeyi yoktu.
Genelde her adımını planlardı ama şu anda değil. Sadece onu etrafta tutmanın bir yolunu bulmalıydı. Bundan daha fazlasını düşünmemişti. “Bilmiyorum.”
“Bu bir cevap değil.”
“Söyleyebileceğim tek şey bu. Her zaman kendini kontrol eden biri olmuşumdur ama sonra birden sen ortaya çıktın.”
“Bu sözlerinden bakir olduğuna mı inanmam gerekiyor?”
Alexander gülümsedi. “Hayır. Ama bir kadınla yattığımda, bu genellikle öyle yapmaya karar verdiğim içindir. Kendime engel olamadığım için değil.”
Sesi alçalırken Olivia'nın titremesini izliyordu.
“Bunun ne önemi var?”
“Kontrolü kaybetmekten hoşlanmam.”
Alexander'ın ifadesi sertleşmişti, Olivia'ya odaklandığında Olivia güçlükle yutkundu.
Alexander ondan bir tepki almayı bekliyordu. Bir şeyler döndüğünü bilmesi gerekiyordu. Arkadaşı ona hiçbir şey söylememiş miydi? Bir çırpıda ona her şeyi söyleyebilirdi ama söylediği tek bir kelimeye bile inanmazdı.
“Pekâlâ, açıklayacak pek bir şey yok. Olanlardan tam olarak zevk almadım.”
Olivia bir kez daha derin bir nefes alırken Alexander elini tuttu.
Masaya yaslanırken ona doğru eğildi. “Beni kandıramazsın.” Olivia elini çekmeye çalışıyordu ama Alexander buna izin vermedi. Bunun yerine, elini daha da sıkı tutarken yüzüne bir gülümseme yayıldı.
“Çok eğlenmişsin gibi kokuyordun.”
Alexander onunla olmaktan keyif almıştı. Teninin yumuşaklığını, tadını, onun için kıvranışını aklından çıkaramıyordu. Olivia gözlerini ondan ayırmadı. Onun da öyle hissettiğini biliyordu.
Şimdi bile, ona bakarken göz bebekleri kararıyordu ve ondan gelen ısıyı hissedebiliyordu. Onun düşüncelerine kapıldığı fark ettiğinde Olivia'nın nefesi kesilmişti, birden titredi.
Alexander'ın gülümsemesi sırıtmaya dönüşmüştü ve bu durumdan oldukça memnundu. “Akışına bırakamıyor musun yani?”
Normalde solgun yanaklarını kaplayan koyu kırmızı renge rağmen Olivia bakışlarını başka yöne çevirdi.
Bu sefer, önceki denemesinden daha fazla güç kullanarak elini çekti ve kendini geriye doğru itti. İki elini de kucağına koyduktan sonra parmaklarını birbirine kenetledi.
“Bitti mi?”
Saatine bakmadan önce Alexander gülümsedi. “Kırk üç dakikam daha var.”
Alexander kırk üç dakikanın yeterli olmayacağını biliyordu; daha soracağı soruların yarısına bile gelmemişti.
Olivia ısırılmıştı, bir sürüsü yoktu ve etrafında dolanan bir kurt adam vardı. Görünüşe göre bu kurt adam sürünün nasıl bir şey olduğu hakkında Olivia'nın aklına korkunç fikirler sokmuştu.
Bu alışılmadık bir şeydi çünkü kurtlar sürü hayvanlarıydı.
Tabii Will, Olivia'yla olan küçük sürüsünden hoşlanıyorsa durum farklıydı.
“Bunu devam ettirmenin bir anlamı yok.”
“Yani, sürülerin bir amacı olmadığını mı söylüyorsun”
“Sürülerinin amacını anlayabiliyorum. Bir alfanın amacını anlayamıyorum,” diye düzeltildi Olivia.
Bu hiç mantıklı değildi. Beta ona ne söylemişti? “Sürü ve alfa birbirinden ayrı düşünülemez.” Nasıl alfası olmayan bir sürü olabilirdi ki?
Betaların ve omegaların rehberliğe, bir sisteme, onlara liderlik etmek için birine ihtiyaçları vardı.
“Hayır, düşünülebilir.”
“İnsanların da liderleri var, değil mi? Düzeni sağlayan ve herkesi bir arada tutan biri...”
“Aynı şey değil.”
“Değil mi?”
“Bir ebeveyn sana birini öldürmeye zorlamaz.”
Mavi gözleri parlarken Alexander'ın dudakları aralandı; Olivia oltaya gelmişti. “Öldürmek mi? Will'in alfasın yaptığı şey bu muydu?”
“Hayır, hiçbir şey yapmadı. Kirli işlerini başka insanlara yaptırıyordu.”
“Hangisi?”
Bir şeyler doğru değildi ve bunu düzeltmek zorundaydı. Belki Olivia'nın alfalar hakkındaki fikrini değiştirebilirse, bu o kadar da acı verici olmazdı.
Onu küçümsemekten başka bir şey yapmadan Olivia karşısında oturuyordu. Bu doğru değildi.
“Alfası, sürüye ailesini öldürttü.”
“Neden?”
“Ne neden?”
“Alfa neden onun ailesini öldürttü?”
“Bilmiyorum. Çünkü o bir canavardı. Çünkü annesi insandı.”
Isırılmış bir kadın ve yarı kurt adam olan bir erkek.
Birlikte oldukça iyi bir ikili olmuşlardı. Neredeyse mükemmel bir çift olabilirdi ama böyle bir şey olmasının imkânı yoktu çünkü Olivia onundu. “Sence onları bu yüzden mi öldürdü?”
“Başka ne gibi bir nedeni olabilir ki?”
Alexander omuz silkti. “Sürümde bir insan var ve onu öldürmüyoruz.”
Bir anlığına ona inanır gibi olurken Olivia'nın alt dudağı titredi. Ama ona inanmadı.
“Yüzlerce insanı öldürmüş olabilirsin, bunu bilemem.”
“Sana söylediğim gibi, ben kimseyi öldürmedim ve sürümdeki hiç kimse de birini öldürmedi.”
“Sana güvenmem mi gerekiyor?”
“Bana o arkadaşına güvendiğinden çok daha fazla güvenmelisin.” Alexander sürünün içinde cinayetlerin mümkün olduğunu biliyordu ama bu bir gelenek değildi, özellikle de sebepsiz yere.
Bir kurdun bir insanla çiftleşmesine ve çocuk sahibi olmasına izin verdiyseler... O zaman onları öldürme sebepleri kadının insan olması değildi yoksa bunu uzun zaman önce yaparlardı. Bu hikâyede ters giden bir şeyler vardı.
Küçük arkadaşı Will ona tüm hikâyeyi anlatmamıştı.
“Will'i tanıyorum ama seni tanımıyorum.”
“Hadi bunu değiştirelim.”
Bunlar, yana doğru eğilip Olivia'nın sandalyesini çekmeden önce Alexander'ın söylediği son sözler oldu.
Olivia onun ne yaptığını anlayana kadar artık her şey çok geçti. Telefonu Alexander'ın elindeydi.
Masanın karşısına uzanırken, “Onu geri ver!” diye bağırdı. Alexander'ın elinden telefonunu almaya çalışıyordu.
Ama Alexander onu dinlemedi.
Bunun yerine, bir numara yazıp telefonu kulağına götürmeden önce Olivia, Alexander'ı izlemek zorunda kaldı. Birkaç saniye bekledikten sonra Alexander telefonu kapattı. Telefonu masanın diğer tarafına kaydırarak Olivia'ya geri verdi. “İşte.”
“Ne yaptın?”
“Kendimi aradım. Artık…” diye söze başlarken Alexander kendi telefonunu eline aldı ve, “Numaran bende var,” diye devam etti.
Olivia ellerini masaya çarparak ayağa kalktı.
“Bu sana komik mi geldi?”
“Ne istediğini bilmiyorum, tamam mı? Bana dokunmana izin ettiğim için özür dilerim. İnan bana, bunu ben de istemedim. Neden sürüne ve küçük evcil hayvanlarına geri dönüp beni rahat bırakmıyorsun? Beni takip etmeyi bırak, beni rahat bırak.”
“Söyleyeceklerinle ilgilenmiyorum. Burada her ne yapmaya çalışıyorsan, öyle bir şey olmayacak.”
Alexander ayağa kalkarak Olivia'yı bileğinden eliyle tuttu ve onu kendine doğru çekti. Göğsü onunkine çarptığında Olivia nefesini tutmuştu.
“Bence çevrende seni kötü etkileyen bazı şeyler var. Eğer bir sürü görseydin, farklı düşünürdün. O yüzden sakın bizim hakkımda yalanlar uydurmaya cüret etme.”
“Kurt adam olmakla ilgili ilk şeyi bilmiyorsun ve bunun senin ısırılmış olmanla hiçbir ilgisi yok.”
Bütün bunlar kafası karışmış bir kurdun Olivia'nın kafasına kötü fikirler sokmasıyla ilgiliydi.
“Birçok kurdumun, insanların kendi aralarındaki savaşları yüzünden kan dökerek yaralı bir şekilde sürüye döndüğü zamanlar oldu. O yüzden hikâyeyi kendine göre çarpıtmayı bırak.”
Alexander bileğini daha sıkı tuttuğunda Olivia'nın içini bir panik dalgası kaplamıştı.
“Ne istediğimi bilmek ister misin? Seni sürümde istiyorum.”
Kendi cevabı Alexander'ı bile şaşırttı. İstediği bu muydu? Onu sürüsüne götürmek için mi takip etmişti?
Onu yanında götüremese bile yakınında tutacaktı. Olivia'yı gözünün önünden ayırmayacaktı. Etrafını saran o betadan da hiç hoşlanmamıştı.
En azından yakınında olursa kimsenin ona elini sürmemesini sağlardı. Olivia bu şekilde doğmamıştı; eşler hakkında ya da herhangi bir şey hakkında bilgisi olduğundan şüpheliydi. Bu da, bu bağı neden hissetmediğini açıklıyordu.
Muhtemelen bunu hissediyordu ama bundan haberi yoktu. Ne olduğunu anlayamıyordu ve ona bu açıklamayı yapacak kişi Alexander olmayacaktı.
“Sürüne mi? Delirdin mi?” diye fısıldadı Olivia.
“Peşinden geleceğimi nereden çıkardın?”
Alexander Olivia’nın bileğini bırakmadan masanın etrafında bir manevra yaptı, parmakları hiçbir şekilde kıpırdamamıştı. Artık aralarında hiçbir engel yoktu.
Alex, Olivia’nın kızgınlık döneminin sona erdiğini biliyordu ama yine de Olivia ona tepki veriyordu.
Muhtemelen farkında değildi ama ona doğru eğiliyordu. Alex, Olivia’nın bacaklarının arasındaki ıslaklığın kokusunu alabiliyordu, kollarındaki tüylerin diken diken olduğunu görebiliyordu.
O da onu istiyordu. Ona karşı savunmasızdı.
Ama mücadele ediyordu. Aralarına bir engel koyuyordu. Ona sahip olmasına izin vermiyordu.
Dudakları Olivia’nın kulağına doğru yaklaşırken Olivia nefesini tuttu.
“Çünkü tadına bakabileceğimi söylemiştin...” Burnu Olivia’nın çenesine değdi. “Ve ben daha tadına bakamadan çekip gittin.”
İşte, bu yüzden onu sürüsüne almamalıydı. Ama ona sahip olmadan da onun tadına bakabilirdi.
Olivia hiçbir şey bilmeyecekti. Alexander kendi açlığıyla ilgilenirken ikisi de özgür olacaktı.
Derinlerde, kurdunun uluduğunu hissedebiliyordu. Sanki buna direnecekmiş gibiydi.
Alexander şimdi çekip giderse bile onun nerede yaşadığını biliyordu. Nerede çalıştığını biliyordu. Geri dönecekti. Bununla savaşabilirdi. Hayır diyebilirdi.
Ama gerçekle yüzleşmek zorundaydı; muhtemelen sonsuza kadar hayır diyemezdi ve Olivia da kesinlikle sonsuza kadar hayır diyemezdi.
“Bırak gideyim.”
Bu bir emir değildi. Daha çok bir yalvarıştı.
Sesi çatallaşmıştı ve gözyaşları yanaklarından akmaya hazırdı. Ağlamıyordu ama bunalmıştı. Alexander’ın göğsüne bir acı saplandı. Bu suçluluk duygusu muydu? Hiç düşünmeden Olivia’nın hayatına girmişti. Onun etrafındayken mantıklı olamıyordu.
Onu istemekten vazgeçebileceğini düşünecek kadar aptal mıydı? Kendisini onun eşi olmadığına ikna edebileceğini mi düşünüyordu gerçekten? Alexander bundan çok daha fazlasını biliyordu.
Olivia’nın onun gibi suçluluk duygusuyla boğuşmadığını düşünürken Alex yumruğunu sıktı. Bağın gücünü, yakınlık ihtiyacını hissetmiyordu.
Eğer o da Olivia gibi hissedebilseydi, onu bırakıp kendi hayatına dönebilirdi.
Olivia buna hazır değildi…
Ya da bunların herhangi birine.
Kolunun boşluğa düştüğünü hissettiğinde Olivia’nın şoke olmuş göründüğünü söylemek tepkisini tarif etmeye yeterli bile değildi. Onu bıraktığında Alex’in bedeninin sıcaklığı bir anda yok olmuştu.
Alexander kendini toparladı ve yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.
“Bana nasıl ulaşacağını biliyorsun,” dedikten sonra Olivia’nın yanından geçip gitti.
Eğer şimdi çekip gitmezse, geri alamayacağı bir şey yapabilirdi.
Alexander bunu hazırlıksız yapamazdı.
Bu kadar pervasız olamazdı.
Olivia’nın kendisine bakıp bakmadığını merak ederek başını çevirmeden edemedi.
Ama Olivia ona bakmıyordu.
Onun uzaklaşmasını izlemiyordu. Kıpırdamadan başı öne eğik bir şekilde olduğu yerde duruyordu.
Bu doğuştan gelen bir şey miydi yoksa gerçekten de Alexander’ın gözlerini üzerinde hissedebiliyor muydu? Bakışlarını bilerek mi ondan kaçırıyordu?
Alex onun yutkunduğunu duyduğunda Olivia sonunda omuzları titreyerek derin bir nefes aldı.
Olivia masanın sağ tarafında duran cep telefonuna baktı ve uzanıp ekranı açtı.. Numarasını silecek miydi? Alexander omzunun üzerinden telefonu görebiliyordu, Olivia’nın parmağı havada dolaşıyordu.
Başparmağı sağa sola doğru gitti ama hiçbir yere basmadı.
Alexander birkaç adım daha atarak binanın kenarına yapıştı ve Olivia’nın onun varlığını fark etmeyeceğinden emin olmak için binanın arkasına doğru geçti. Olivia numarasını silecekti.
Numarasından kurtulacaktı. Ama sonra, başparmağı çöp kutusu simgesine hiç gitmedi. Bunun yerine, ekranı kapattı ve telefonunu arka cebine soktu.
Alexander, Olivia’nın arkasını dönüp onu orada görebileceğini düşündü ama görmedi.
Ayağa kalktı, parmaklarını avuçlarına bastırarak yumruk yaptı ve sonra ters yöne doğru yürümeye başladı, telefonu arka cebinden gözüküyordu.
Silmemişti.
Alexander için bu, durumu tersine çevirmesi için yeterli olabilirdi.
Yumuşak olamazdı, içinde yoktu. Ama bunu kendi yararına kullanabilirdi. Dürtülerini ve öfkesini kontrol etmesi gerekecekti.
Bir anlığına tüm düşünceleri Olivia tarafından istila edildi.
Alexander gülümsemeden edememişti.
Eşi, garip, ısırılmış bir kurt adamdı.