
Konferans salonundaki "çıtır” adamın adının Daniel olduğunu öğrendim. Kampüsün merkezindeki yemekhanede öğle yemeğinde bize katıldığı için, Lily, Amanda ve Keisha çok heyecanlıydı.
Öğle yemeğim ısmarlanmıştı ve pazartesi en sevdiğim kafeden bir kapuçino sözü almıştım, yani epey keyifliydim.
"Bu akşam Sig Ep partisine gidiyor musunuz?" diye sordu Keisha. "Penny, sen gidiyorsun, değil mi?"
Partiye gideceğimi peşinen düşündüğü için onu suçlayamazdım. Buraya geldiğimden beri yarınlar yokmuş gibi parti yapıyordum.
Bu, bir süreliğine unutmama yardımcı oluyordu. Acıyı uyuşturup göğsümdeki boşluğu bir süreliğine dolduruyordu. Kurt adam bünyem yüzünden en fazla bir saat sarhoş olabiliyordum.
El altından getirilen tüm alkolleri, bira topu oyunundaki biraları ve diğer her şeyi içebiliyordum. Rastgele birkaç erkekle de anlamsız da olsa öpüşüyordum.
Çünkü hiçbir öpüşme Darius’la olanın yanına bile yaklaşamazdı. Artık ona her zamankinden daha da sinirliydim çünkü benim için her şeyi mahvetmişti.
Açıkçası artık her şeyden bıkmaya başlamıştım. Ama bunu kimseye itiraf edemezdim.
"Hayır, sanırım bu seferlik pas geçeceğim." Elimi geçiştirircesine salladım.
Lily şaşkınlıkla, “Gerçekten mi?” diye sordu.
Daniel, garip bir şekilde hayal kırıklığına uğramış görünürken, “Gitmiyor musun?” diye sordu.
"Peki ya sen, Daniel? Bu gece ya da bu hafta sonu için herhangi bir planın var mı?" Amanda ona kirpiklerini kırpıştırarak sordu.
"Orası benim evim. Yani partide olacağım," dedi.
"Gelmek istemediğine emin misin Penny?" Koyu gri gözlerini bana çevirdi. "Gelirsen, harika vakit geçirdiğinden emin olacağım."
Amanda çapkınca, elini onun koluna koyarak, “Ben geliyorum. Benim de harika vakit geçirmemi sağlayacak mısın?” diye sordu.
Bu bir süredir devam ediyordu. Amanda'nın Daniel'dan hoşlandığı gün gibi açıktı. Ama ben, onu bizimle yemek yemesi için ikna ettikten sonra tüm ilgimi kaybetmiştim.
Sonuçta bedava yemeğimle kahvemin sözünü almıştım. İşim bitmişti. Ama Daniel benim öğle yemeği davetimin daha fazlası için bir başlangıç olduğunu düşünüyor gibiydi.
"Elbette," dedi Amanda'ya bakarak. "Geldiğinde beni bul.”
Bana dönüp, "Fikrini değiştirirsen diye gözüm etrafta seni arayacak Penny,” dedi.
Gayri ihtiyari gülümseyince, Amanda’nın onun diğer tarafından bana ölümcül bir bakış attığını gördüm. Neredeyse kıs kıs gülecektim.
Amfide ona yaklaşacak kadar cesareti yoktu, ama şimdi kirli işini hallettiğim için her şeyiyle onun üzerine çullanıyordu. Amanda onu tepe tepe kullanabilirdi.
Lily, "Aman Tanrım! Sanırım az önce öldüm ve şu an bir melek görüyorum,” diye fısıldadı. Keisha ile gözlerini yemekhanenin girişine dikmişlerdi.
Dönüp bakınca gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum.
Melek mi? Daha çok şeytanın dünyaya zuhur etmiş haliydi. Caspian buranın sahibiymiş edasıyla içeri girdi. Saçlarını özenle şekillendirmişti. Onunla ilintili her şey adeta güzellik, güç ve zenginlik çığlıkları atıyordu.
Buradaki tüm kızlar, ona tanrının kadınlara ve bazı erkeklere bir lütfuymuş gibi baksa da ben onun içini biliyordum.
Bana işkence etmek için burada olduğunu biliyordum. Çünkü lycan arkadaş grubumla insan arkadaşlarımı özellikle ayrı tutmaya çalışıyordum.
İki grup da birbirinin varlığından haberdar değildi. İki grubun da ders programıyla bunu başarabilmiştim. En azından şimdiye kadar. Uzun sürmeyeceğini zaten biliyordum.
Caspian ile sabah derslerimiz ortak diye bugün birlikte gelmiştik ama ben şehre otobüsle gidip oradan eve yürümeyi planlıyordum.
Keisha neredeyse nefesi kesilirken, "Aman Tanrım! Aman Tanrım! Bu tarafa geliyor," dedi. Bir süre endişe içinde ona baktım.
Caspian yaklaştıkça, beyaz dişlerini göstererek gülümsüyordu.
Lily, "Onu tanıyor musun?" diye fısıldadı.
Anında, "Hayır," diye cevap verdim.
Caspian'ın gülümsemesi genişlerken gözleri muziplikle parlıyordu. Lycan süper işitme yetisi sayesinde bizi duyabildiğini biliyordum. Çarpıcı yeşil gözleriyle Daniel’ın bana yakınlığını gördü.
Caspian, "Hey, bebek. Artık eve gitmeye hazır mısın?" diye sordu.
"Seni tanımıyorum."
Tam "yabancı tehlikesi" diye bağıracaktım ki, "Ah benim tatlım. Dün gece için bana hâlâ kızgın mısın?” diye sordu.
Ona dehşetle baktım. Ne?
"Dün gece hiçbir şey olmadı!" diye çıkıştım.
"Biliyorum, farkındayım… Bana bunu hatırlatmana gerek yok. Bu gece sana istediğini vereceğim. İstersen tüm gece boyunca. Gün batımından şafağa kadar sana adımı haykırtacağım, tatlım. Söz veriyorum."
Bunun üzerine eğilip beni çantamla birlikte sandalyeden kaldırdı.
Beş yaşında bir çocukla konuşuyormuşçasına hoşgörüyle, “Şimdi arkadaşlarınla vedalaş,” dedi.
Daniel, Lily, Keisha ve Amanda bize Zork gezegeninden gelmiş beş başlı bir uzaylıymışız gibi bakıyordu.
İtiraz etmek için ağzımı açsam da ağzımdan yalnızca garip, boğuk, cırtlak bir ses çıktı. Çıkan ses, bir inek ölüyormuş gibiydi.
Beni binadan çıkarıp kapıda bekleyen gösterişli kırmızı Porsche’sine bindirirken, kolu çelik gibi sertti.
Az önce tam olarak ne olmuştu?
"Darius mu geliyor? Buraya mı?” Koltuktan hızla fırladım. Eşi de mi geliyordu?
Yeni aşçımız Anya mutfaktan atıştırmalıklar getirmeye devam ederken oturma odasındaydık.
O da benim gibi çiftleşmemiş bir dişi kurttu ve muhtemelen Caspian'a karşı büyük bir aşk besliyordu. Onun her emrini yerine getirmek için can atıyordu. Onun adına üzülüyordum. En azından çok iyi yemek yapıyordu.
Arkadaşım Genesis, "Ona burada istenmediğini söyleyebiliriz,” diye önerdi. “İsterse gidip bir otelde falan kalabilir,” diye ekledi.
"Hayır, bunu yapmak zorunda değilsin." Bunu yapmak zorunda değillerdi. O, onların yakın arkadaşıydı ve burası benim evim değildi.
Serena gözlerini kısıp beni dikkatle izlerken, “Emin misin?” diye sordu.
"Öf… Evet. Benim için sorun yok.” Hayır, vardı. Onu uykusunda öldürecektim. Yemeğine zehir katacaktım. Klozeti temizlemek için diş fırçasını kullanacaktım.
"Ama neden? Neden buraya geliyor?" California'ya gelmesi için hiçbir neden göremiyordum.
Buraya sırf onun California’ya yolunun düşme ihtimali çok düşük diye gelmiştim. Buraya onu unutup bir daha görmemek için gelmiştim. Bir daha asla görmemek için.
Serena, kaşlarını kaldırarak Caspian'a bakarken, “Şey…” dedi.
Caspian gözlerini devirip, "Ona burada olduğunu söylemiş olabilirim," dedi.
"Bu aksine onun buradan uzak durmak istemesine neden olur,” diye mırıldandım.
Genesis, "Caspian ayrıca ona senin dışarıda çok parti yaptığını ve buradaki oğlanlarla takıldığını da ‘yanlışlıkla’ söylemiş olabilir,” diye açıklarken “yanlışlıkla” kısmında havada tırnak işareti yaptı
Tek kaşımı kaldırdım. Bu onu nasıl ilgilendirirdi? "Ne yaptığımın ya da bunu kiminle yaptığımın umurunda olduğunu sanmıyorum.”
Benim için endişelenmelerini takdir ediyordum ama o gece aslında ne olduğunu bile bilmiyorlardı.
Geleceği için mutlu değildim, hem de hiç! Bir tarafımın onu tekrar görme düşüncesiyle heyecanlanması beni kızdırıyordu.
Burası hesapta benim sığınağım olmalıydı. Darius’tan ruhumu arındırmak için bir nevi rehabilitasyon. Darius’u kalbimden, zihnimden, vücut sistemimden ve ondan kurtulması gereken her uzvumdan temizleyebileceğim bir yer.
Bu Bay Pisliği Unutma Operasyonumdaki bir pürüzdü. Hepsi onun suçuydu.
Belki de o buradayken ortalıktan kaybolmalıydım. Belki de Darius Ivanovic Rykov burada kaldığı sürece, Lily'nin ya da bir kurt adamı kabul etmeye istekli herhangi birinin yanında kalabilirdim.
"Peki... Buraya ne zaman geliyor?” Umursamaz görünmeye çalışıyordum. Umurumda değilmiş gibi rol kesiyordum. Ama kimsenin buna kandığını sanmıyordum.
Serena, “Bu akşam,” diye cevapladı.
Genesis, yumuşak koltukta onun yanında oturduğum yerden sıçradığımda, "Şimdi nereye gidiyorsun?" diye sordu.
"Koşuyla antrenman için dışarı çıkıyorum,” diye cevap verdim. Bir şeylere vurup yok etmeye gerçekten çok ihtiyacım vardı.
Buraya geldiğimizden beri neredeyse her gün antrenman yapıp, lycanlarla dövüş eğitimi alıyordum. Öfkemle hayal kırıklığımı bu şekilde yönlendirmenin bana yaradığını hissediyordum.
Her yoğun egzersiz ve antrenman sonrasında kaslarımda hissettiğim yanmayı seviyordum. Fiziksel acıyı, kalbimdeki ağrıyı dindirecekmiş gibi karşılıyordum.
Yorgunluk geceleri uyumama yardımcı oluyordu.
Vücudum hiç olmadığı kadar şekillenmişti. Düz karnımın ortasındaki çizgi iyice belirginleşmişti. Kollarım sağlamlaşmıştı. Uzun bacaklarım güçlü görünüyordu.
Fiziksel olarak böyle hissetmekten keyif alıyordum.
Onlara sormak istediğim pek çok soru vardı, mesela eşi de geliyor muydu? Ne kadar kalacaklardı? Bu akşam saat kaçta geleceklerdi? Böylece onları kocaman gülümsememle karşılayabilirdim.
Belki kapıda bir tüfekle. Kapının pervazında sallanan bir baltayla. Doğrudan kalbe ok fırlatan bubi tuzaklarıyla. Yere saçılmış milyonlarca LEGO parçasıyla. Hah!
Daniel’ın evindeki partiye sanırım gidecektim. Sig Ep neredeyse her hafta sonu vardı ama ben ilk kez gidecektim.
Ailem buradaki eğitimimi karşılıyor olsa da ne kadar ders çalıştığımı umursadıklarını sanmıyordum.
Sadece tek çocukları artık odasında öylece somurtmadığı için mutlulardı. Ama ne kadar çok partiye gittiğimi bilselerdi çok da mutlu olmazlardı.
Buradaki odam Genesis ile Constantine'in ya da Serena ile Lazarus'un odası kadar büyük olmayabilirdi ama ailemin evindeki odamdan rahatlıkla üç kat daha büyüktü.
Yurtta kalmak ya da kampüs dışında bir ev kiralamak istemiştim ama Genesis ile diğer lycanlar buna müsaade etmedi.
Bana karşı çok cömert davranmışlardı. Odam çok güzeldi. Açık mavi, beyaz ve biraz da pembe ile lüks bir şekilde dekore edilmişti. Orta boy yatağım şimdiye kadar sahip olduğum en iyi yataktı.
Uzun sahil şeridine bakan üç büyük pencerem ve aşağıdaki havuz bölümüne bakan küçük balkonum ile manzaram harikaydı.
Çoğu zaman pencereleri açık bıraktığımdan, temiz havayla deniz esintisinin kokusunu alabiliyordum. Buna bayılıyordum.
Siyah tayt şortumla parlak mavi spor sutyeni giydim. Saçımı tepeden atkuyruğu yaptım.
Evin antrenman yapmak için geniş bir odası vardı ama ben şu an evde durmak istemiyordum.
Genellikle yakınlarda yetmiş altı buçuk dönümlük, sadece dövüş eğitimi amacıyla satın aldıkları özel ormanlık alana giderdik. Küçük bir tepenin üzerindeydi ve evden çok uzakta değildi.
Oraya gitmek için yapacağım beş dakikalık koşudan alacağım keyfe bakacaktım.
Parlak mavi Nike spor ayakkabılarımı giyerken Caspian, "Ben de seninle geliyorum," dedi. O da çoktan spor kıyafetlerini giymişti.
Genesis egzersiz yapmakla dövüş antrenmanından pek hoşlanmazdı. Oraya genelde yiyecek ve içeceklerle gelirdi. Fiziksel egzersizden çok piknik yapıyormuşuz gibi görünürdü.
Beş dakika antrenman yaptıktan sonra oturup bizi izlerken getirdiklerini atıştırıyordu. O kadar enerji harcadıktan sonra yakıt desteğine ihtiyacı olduğunu söylüyordu.
Constantine beladan uzak durduğu sürece buna aldırmıyordu.
Serena çoğunlukla Lazarus ile çalışıyordu.
Biraz kıç tekmeleme ve tekmelediğim kişi Darius'muş gibi davranma şansım olduğu müddetçe herkesle antrenman yapardım. Hoş, hepsi lycan olduğu için hiçbirinin kıçını tekmeleme fırsatı bulamıyordum.
Ara sıra, dikkatlerini tam vermediklerinde ya da tam olarak hazır olmadıklarında şansım yaver gidiyordu. Sonra yumruğumu sıkıp bağırarak, dünya dövüş şampiyonluğu kazanmışım gibi olayı abartıyordum.
"Bana neden Beany Penny diyorsun? Beany ne demek?”
Sık sık antrenman yaptığımız ormandaki küçük bir açıklıktaydık. Caspian bana dört numaralı boğma hareketinin nasıl yapılacağını gösteriyordu. Bir kolumu boynuna sarmış, diğer elimle başını öne doğru itiyordum.
Onu boğmak için elimden geleni yapsam da o çok çevikti.
Cevap vermeden önce elimden ustalıkla sıvıştı. "Eh… Penny ismini, burada gördüğün bana bahşedilmiş devasa uzantı dışında başka bir şeyle kafiye yapmak benim için zor.”
Bunu söylerken kasık bölgesini gösteriyordu.
Ağzım açık kaldı. Bunu demiş olamazdı.
"Ya Beany Penny ya da Penny Penis olacaktı."
"Kapa çeneni!" Su şişemi kapıp onun iğrenç kafasına fırlatırken çığlık attım.
"Hey, soran sendin.” Su şişesini hızlı ve kolay bir hareketle yakalarken güldü. Bu onun için çok kolay görünüyordu. Bu beni daha da sinirlendirdi.
"Neden sen... Sen... Sen!" Çığlık atıyordum. Yüzüm kıpkırmızı oldu. O da kaçtı. “Neden adım herhangi bir şeyle kafiyeli olmak zorunda?”
Peşinden koşuyordum. Bu sefer hayalarını tekmeleyeceğime yemin edebilirdim. Bu saçmalığın daniskasıydı! Kafiyeli bile değildi!
"Çünkü kafiyeli olunca daha eğlenceli oluyor. Kafiye eğlencelidir. Eğ-len-ce-li. Kafiye eğlencelidir,” diye şarkı söylemeye başlarken, bana dönmüş geri geri koşuyordu.
Gülüp göz açıp kapayıncaya kadar ormanın içinde kaybolduğunda, onu neredeyse yakalayacaktım.
Ne göt herifti ama. Penny ile penis kafiyeli bile değildi! Adıma bunu yaptığına inanamıyordum!
"Buraya geri gel seni... Seni... Pislik! Buraya gel de kıçını tekmeleyeyim!" Bağırdım.
Ormanın içinden bir yerlerden, "Bunu yapmak için beni yakalaman gerek!" diye cevap verdi. Onu yakalamamın mümkün olmadığını biliyordu. Onun aptal lycan hızıyla gücü vardı.
"Eh... Caspian ismiyle kafiyeli olarak göt heriften başka bir şey bulmak zor!"
"Kelime dağarcığını genişletmeni öneririm, tatlım!” Sesi daha da uzaklardan geliyordu. Kahkahası ağaçların arasında yankılanıyordu.
Offf! Erkekler! Erkekler! Sonraki on dakikayı bastırdığım öfke ve saldırganlığımla onu Caspian olarak hayal ettiğim esnada bir ağacı tekmeleyerek geçirdim. Sonra da onu Darius olarak hayal ettim. Aptal lycan! Aptal lycan!
Tanıdık, eğlenen bir ses, "O ağaç sana ne yaptı?" diye sordu. Constantine.
Cevap vermediğimde, "Caspian nerede?" diye sordu. Ağacı tekmelemeye devam ediyordum.
Ağaç kütüğünü göstererek, "Burada,” dedim.
Constantine gülmemek için kendini zor tutuyordu. Bana gülmemesi isabet olurdu. Çok kızgındım! Off!
"Genesis nerede?" diye sordum. Tükenmiştim. Sırtımdan aşağı ter süzülüyordu.
"Birazdan burada olur. Duşta."
Onun duş takıntısını anlamıyordum. Constantine evi satın alır almaz, banyosuna dokuz duş başlığı taktırmıştı.
"Onları beklerken benimle antrenman yapmak ister misin?" diye sordu.
Evet! Öfkem çok fazla birikmişti. Hâlâ sistemimden atmam gerekiyordu. Bugünlerde içimde çok fazla öfke olduğunu fark ettim. Hepsi Darius'un suçuydu! Elbette onu suçlayacaktım.
İşim bittiğinde çok yorulmuştum. Yine de bu akşam dışarı çıkmayı planlıyordum. Darius geldiğinde evde olmayı istemiyordum.