Mira Matic
TARA
Bavulumu ve telefonumu kontrol ettim.
Dışarısı hâlâ zifiri karanlıktı ama benim gözüme uyku girmiyordu.
Bu korkaklık değil ki, diye geçirdim içimden, son kıyafetlerimi de katlarken.
İnsanlara patronluk taslamayı ve güç gösterisi yapmayı seven bir adamdan kaçmak en doğrusuydu.
Onun gibilerini iyi bilirdim. Hepsinin kumaşı aynıydı: Güç, başarı ve kadın peşinde koşarlardı.
Telefonuma bir daha baktım. Sesi ne aramış ne de mesaj atmıştı. Böyle uzun süre sesi çıkmayınca içime kurt düşüyordu.
Annemin böyle içine kapanması genelde hiç iyiye işaret değildi. Ne de olsa çocukluğumu onun depresif dönemlerinde nasıl davranacağımı öğrenerek geçirmiştim ve ne kadar zor olabileceğini iyi biliyordum.
Yine de Roma’ya gitmekten vazgeçmeyecektim. Sadece proje için müzayededen son mücevher parçasını almam gerekiyordu ve Theodore denen adam beni durduramayacaktı.
Taksi gün ağarmadan köyden ayrılırken gözlerimi yumdum ve kaskatı kesilmiş vücudumu rahatlatmaya çalıştım.
O ana kadar Theodore’un beni ne kadar gerdiğinin farkında değildim. O inatçı, dik kafalı adamın ne istediğimi veya neye ihtiyacım olduğunu umursamadan beni zorla eve götürdüğünü gözümün önüne getirebiliyordum.
Aniden gelen yüksek bir sesle irkildim. Taksi şoförü birden frene bastı ve başının arkasını ovuşturdu.
“Yola çıkmadan önce yedek lastiği kontrol ettiğime eminim. Yerindeydi,” dedi şoför.
Dağın başında yolda kalmıştık ve şoförüm işe başladığı ilk hafta patronunu arayıp yardım çağırmak istemiyordu. Başka çaremiz olmadığı için kollarımı sıvayıp patlak lastiği dolgu macunuyla tamir etmesine yardım ettim.
Başta işe yaradı. Ama birkaç kilometre yol aldıktan sonra lastik yine patladı ve durmak zorunda kaldık. Yardım çağırmaya çalıştık ama şoför bölgeyi bilmiyordu ve aradığımız her tamirci en az birkaç saat beklememiz gerektiğini söylüyordu.
Elden bir şey gelmeyince lastiği tekrar yamamaya çalıştık ama çok geçmeden ikimiz de toz toprak içinde kalmış, bitkin düşmüştük.
Yardım göndermesi için Sasha’yı aradım. Belki dün geceki partideki çocuklardan birini yollayabilirdi. En kısa zamanda birini göndereceğini söyledi. O sırada güneş tepede bizi cayır cayır yakıyordu. Uykusuzluk da cabasıydı.
Beklerken uyuyakalmışım.
THEO
Uyuyan Güzel’in başında dikildim. Yüzü güneşten yanmıştı. Vücudumla ona biraz gölge yapmaya çalıştım.
“Hadi Tara, uyan. Gitme vakti geldi.”
Burun delikleri genişledi. Yüzünde, plastik poşetten paraşüt yapıp en sevdiği bebeği pencereden fırlattığım günkü gibi bir ifade vardı.
O gün Betsy’yi gül çalılığından kurtarmaya çalışırken bacağını kesmişti. Benim de bir ay boyunca bisiklet sürmem yasaklanmıştı.
Tara doğruldu ve yakınlardaki tek arabaya baktı. Buraya o arabayla gelmemişti. “Taksi nerede?” diye sordu.
Bagajı açarken, “Gitti,” diye cevap verdim. Başım zonkluyordu. “Yolculuğumuza planladığımdan erken başlayarak bana zaman kazandırdın.”
Son yarım saattir o uyurken taksi şoförüyle birlikte lastik değiştirmekle uğraşmıştık. Kirli gömleğine ve şortuna bakılırsa onun da eğlenceli bir gün geçirdiği belli oluyordu.
“Üstünü değiştirsen iyi olur. Koltuklarıma yağ bulaştırmanı istemiyorum,” dedim, kendi üzerimdeki kirli giysileri çıkarırken.
Normalde bir beyefendinin yapması gerektiği gibi soyunmadan önce haber verirdim ama o bir hanımefendi gibi davranmıyordu, benim de içimden beyefendi gibi davranmak gelmiyordu.
Tara ne kadar kirli olduğunu yeni fark etmiş gibi kendine baktı. Gözlerimi kısarak onu süzdüm. Uyurken nasıl bu hâle gelmişti?
Ona yaklaşarak, “Senin üzerine nasıl bu kadar yağ bulaştı?” dedim. Sesimin bu kadar sert çıkmasına şaşırmıştım.
Bu dediğim onu kızdırınca hoşuma gitti. Tuhaf bir şekilde Tara sinirlenince ben heyecanlanıyordum.
Umursamaz görünmeye çalışarak kalçasını arabaya yasladı ama içinde fırtınalar koptuğunu biliyordum. “Şoförle tutkulu bir kaçamak yaşadım.”
“Eminim öyle olmuştur,” diye mırıldandım.
Hayal kırıklığına uğrayarak surat astı. Belli ki farklı bir tepki vermemi beklemişti. Sonra meydan okuyan bakışlarla şortunun düğmesini açtı, fermuarını indirdi ve şortu yere bıraktı. Benim ona yaptığımı o da bana yapıyordu.
“Valizimi alabilir miyim?” diye sordu, tişörtünün ucunu tutarken.
Valizi ayağımla ona doğru iterek, “Yemin ederim, bu sefer de sütyen takmadıysan kıçına öyle bir şaplak atarım ki eve kadar oturamazsın,” dedim.
Dudağını ısırdıktan sonra tişörtünü çıkardı. Yüzü kızarmıştı.
Tam olması gereken yere yerleştirilmiş iki kiraz dışında her yeri transparan olan beyaz, saten bir sütyen takmıştı. Aynı kirazlar külotunun üzerinde de vardı.
Sessizlik etrafımızı sararken zar zor yutkundum. Onun yanında hep kendimi zor duruma düşürüyordum.
Bir rüyadan uyanır gibi valizini kaptım, bagaja fırlattım ve arabaya yürüdüm. Bir delilik yapıp onu orada bırakmamak için 10’a kadar saydım.
Ben gaz pedalına basmadan hemen önce aceleyle elbisesini üzerine geçirerek arabaya bindi.
Gülmemek için kendimi zor tuttum. Galiba demin tarihte en hızlı hazırlanan kadın olarak rekor kırmıştı.
TARA
O engebeli yolda araba sürerken ben de pencereden bakıyordum.
Ona bakmama gerek yoktu. Zaten yüzünü ezbere biliyordum. Küçükken Theodore Morelli’ye kafayı taktığım için kendimle gurur duyduğum söylenemezdi.
Cılız bir çocuktan, kadınların rüyalarını süsleyen yakışıklı bir adama dönüşmesine tanıklık etmiştim. Sadece kadınlar değil, dedem de Theo’yu kendi oğlundan çok severdi. Birlikte olmamızı istediğini açıkça dile getirirdi.
Ailelerimizin evlilikle birleşmesi dedemin hayaliydi ama bu fikir bana kâbus gibi geliyordu. Para için evlenip birbirini çekemeyen ebeveynlerin kızı olarak bu korkunç bir fikirdi.
Beni kendinden çok sevmeyen biriyle evlenmektense ölmeyi yeğlerdim. Ve Theodore Morelli asla hayallerimdeki adam olamazdı.
Theo benzin almak için durduğunda titreyen ellerimle göğsümü ovuşturdum.
“Beni otobüs durağında indir. Oradan yolumu bulurum,” dedim.
Cevap vermedi. Ödeme yapmak için içeri girdiğinde arabadan indim, valizimi aldım ve sokakta sürüklemeye başladım.
Yirmiye kadar saydıktan sonra Theo’nun arabası yanımda belirdi.
“Bir yere mi gidiyorsun?” diye sordu, elini pencereden dışarı uzatarak.
Onu görmezden gelerek başımı dikleştirdim.
“Arabaya bin.”
“Hayır.”
Sesini yükselterek, “Tara,” dediğinde ters ters yüzüne baktım.
“Biliyorsun ki birini arabayla takip etmek yasalara aykırı.”
“Öyle mi?” dedi, kaşını kaldırarak. “Kimliksiz seyahat etmek kadar kötü mü?”
Anında olduğum yerde durdum ve şaşkınlıkla ona bakarak cüzdanımı yokladım.
Arabayı yanımda durdurdu ve indi. Cüzdanımı başparmağıyla işaret parmağı arasında sallayarak kendini yelpazeledi.
Onu oracıkta öldürebilirdim.
“Cüzdanımı geri ver.”
“Gel de al.”
Artık çocuk olmasak da öfke nöbeti geçiren beş yaşında bir kız çocuğu gibi üzerine atladım.
Beni havada yakalayıp arabanın arka koltuğuna fırlattı.
Ama ben peşini bırakmadım. Gömleğine yapışıp onu kendimle birlikte arka koltuğa çektim. Bacaklarımız açık kapıdan sallanıyordu.
Biz boğuşurken araba kaymaya başladı. Theo el frenini çekmemişti.
Freni çekmek için uzanırken, “Kıpırdama,” diye fısıldadım. Yüzüm onunkine çok yakındı.
Theodore başını omzuma bastırarak homurdandım.
İki çocuk gibi davranıyor olabilirdik ama son derece yetişkin bir şeyin karnımın altına baskı yaptığını hissedince yerimde donakaldım ve gözlerinin içine baktım.
Elini, el freninin üzerinde duran elimin üstüne getirdi ve birlikte çektik. Vücudunun ağırlığı altında tenim karıncalandı ve şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.
Theodore’un yüzü tuhaf bir şekilde çok sakindi. Ten uyumumuz gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Sonunda dirseklerinin üzerinde doğrulduğunda testosteronla karışık keskin, temiz kokusu yüzüme çarptı. Bir aydır etrafım, benden daha güzel kokan erkeklerle çevriliydi.
Korkunç Theo tehlike gibi kokuyordu.
“Bırak yoluma gideyim,” diye fısıldadım. “Bu gece Roma’da bir müzayedede olmam gerekiyor.”
Yüzündeki ciddi ifade planlarım hakkında ne düşündüğünü ele veriyordu.
“Beni seninle gelmeye zorlayamazsın. Dedem öldü. Ona yalakalık yapmayı bırak.”
Yüzüne tokat atmışım gibi başını yana çevirdi ve üzerimden kalkıp arabadan indi.
Tek eliyle bacaklarımı kaldırıp içeri itti ve kapıyı çarpıp beni içeri kilitledi.
Valizimi bagaja fırlatmasını izledim. Sonra direksiyona geçti ve araba bir an geri gittikten sonra tekrar yola koyulduk.
Arkadan ön koltuğa geçerken, “Resmen beni kaçırıyorsun,” diye itiraz ettim şok olmuş hâlde. Öfkeli değil, daha çok ağlamaklıydım.
“Sus artık Tara. Roma’da ihtiyacın olan şeyi yapmak için zamanın olacak. Ağzından bir daha kötü laf duymak istemiyorum. Anlaşıldı mı?”
Ona fal taşı gibi açılmış gözlerle baktım.
“Sonra vasiyetnameyi dinlemeye gideceğiz. Orada neler olacağını göreceğiz artık,” dedi sessizce.
Ona, beni temsil etmesi için babama vekâlet verdiğimi söylemek istedim. Ama yüzündeki sert ifadeye bakılırsa sussam daha iyi olacaktı. İhtiyacım olan bileziği alabildiğim sürece sorun yoktu.
Yumuşak deri koltuğa yerleştim ve istemsizce az önce kalçamda baskı hissettiğim noktaya dokundum. Üzerimde garip bir enerji vardı.
Theo bunu fark ettiğinde güzel dudaklarında sinsi bir gülümseme belirdi. Yutkundum ve derin bir nefes alarak ona baktım.
“Söylesene Theodore, kemerinin tokası çok mu büyük yoksa beni zorbalamak hoşuna mı gidiyor?”