Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for İtaatsiz Aşıklar

İtaatsiz Aşıklar

Kızlar Çiçek Kokmaz

TARA

Kamp çadırının önünde dikiliyorduk. Benim dediğim olmuştu ama Theo’nun suratı asıktı. Onu burada kalmaya ikna ettiğime hâlâ inanamıyordum.

Hava beklenmedik bir hızla kararınca geceyi geçirecek bir yer bulmak zorunda kalmıştık. Theo otelde kalmak istiyordu ama ben lüks kamp deneyimi yaşamak istedim.

Theo bir konuda haklıydı: Çadır hiç de lüks değildi ama benim bütçeme uygun olan buydu.

Şimdi kaldığımız yerin pratikliğinden şüphe etmeye başlamıştım. Yanlış anlaşılma olmasın, çadırın güzel dekorasyonu ve sevimli tasarımı herkesi mutlu edebilirdi.

Ama mahremiyet diye bir şey yoktu.

Üç saattir çişimi tutuyordum. Banyoya adım atınca rahat bir nefes aldım ama sonra duvarların, Theo’nun nefesini duyabileceğim kadar ince olduğunu fark ettim.

Theo o kadar yakındayken çişimi yapma düşüncesi beni rahatsız etti.

“Theo,” dedim, aynada kızarmış yüzüme bakarak. “Bir dakikalığına dışarı çıkar mısın?”

O derin bir nefes alınca gözlerimi kapattım. Belli ki inatçılığımın bedelini ödetecekti.

“Sana o şekerlemeleri yeme dememiş miydim?” dedi alaycı bir sesle.

“Şimdi ders vermenin sırası değil,” diye mırıldandım.

“Bu kadar inatçı olmasaydın aramızdaki duvarlar kâğıt gibi olmazdı.”

Gözlerimi kapattım, çişimi tutmaktan patlayacak gibiydim.

“Theodore?”

“Efendim Tara?”

“Çık dışarı.”

“Lütfen de.”

“Dışarı.”

“Kimse sana görgü kurallarını öğretmedi mi?”

“Saymaya başlıyorum,” dedim dişlerimin arasından.

Gülerek, “Say tabii,” dedi.

Başka çarem kalmamıştı. Külotumu indirerek ses çıkarmadan işemeye çalıştım ama sonra olan oldu.

Gerçekten o kadar şey arasında bu olmak zorunda mıydı?

Nefesimi tuttum, dışarı çıkıp hiçbir şey olmamış gibi davranacak kadar centilmen olmasını umuyordum.

Theo hafifçe gülerek, “Bir kadın önümde osurmayalı uzun zaman olmuştu,” dedi.

Yüzüm alev alev yanıyordu.

“Çık hadi, kızların çiçek kokmadığını biliyoruz herhâlde,” diye ekledi, kapıya vurarak. “Koca adamım. Hiç mi kötü bir şey koklamadım sanıyorsun?”

Bir şey olmaz, dedim kendi kendime. Sonsuza dek tuvalette saklanacak hâlim yoktu.

Başımı dikleştirerek dışarı çıktığımda suratında kocaman bir sırıtışla bu durumun tadını çıkaran Theo’yla göz göze geldim.

“Doğruca eve gitmek yerine seni buraya getirdiğim için kızgınsın,” dedim, yanından geçip giderken.

Eliyle kolumu tutup yüzümü kendine çevirdi ve saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Evet, kızgınım. Ama osuruğun günümü şenlendirdi.”

Gözlerimi kapattım. Parmaklarını tenimde istemiyordum. İçimde ağır ve karanlık bir his vardı. Sözlerimi ve duygularımı kontrol etmekte zorlanıyordum.

Sasha’yı görmeye gittiğimde zaten hassas bir ruh hâlindeydim. Theodore’la uğraşacak havada değildim.

Neden beni vasiyeti dinlemek için götürmeye geldiğini bilmiyordum. Babam onu hayatta göndermezdi. Dedem onu ne kadar seviyorsa babam ondan o kadar nefret ediyordu. Muhtemelen dedemin ona duyduğu sevgi yüzündendi.

Babam ilk kumar oynamaya, para kaybetmeye ve çılgınca yaşamaya başladığında dedem ona yardım etmeye çalışmış ama sonra kafa dengi iş ortağı Theo’yu bulmuştu. Yaşlı Ricci ve genç Morelli çok güzel işlere imza atmışlardı. Dedem hep Theo’nun hiç sahip olmadığı oğlu olduğunu söylerdi.

Zihnimdeki düşünceler okyanusun ortasında bir çam kozalağı gibi sürükleniyordu.

Parmaklarını kulağıma değdirdiğinde sanki zaman durdu. Sırtımdan aşağı bir ürperti geçti ve ayak parmaklarım kıvrıldı. Theo’nun gözbebekleri bir an için büyüdü, sonra elini çekip telefonuna baktı.

Nerede, kiminle olduğunun farkına varmış ve aramızdaki çekimden uzaklaşmıştı.

Gözbebekleri normale döndü ve cezbedici dudakları ince bir çizgi hâlini aldı.

“Bu gece için plan ne?” diye sordu düz bir sesle.

Umursamaz görünmeye çalışarak omuz silktim.

“Bazı arkadaşlarımı ve iş ortaklarımı aradım. Hazır Roma’dayken bir şeyler yapıp zamanımı değerlendirebilirim,” dedi, kapıya doğru yürürken.

Gözlerimi devirerek, “Tabii,” diye mırıldandım ve valizimi açıp elbisemi çıkardım. Onun planları pek umurumda değildi. Tek istediğim müzayedeye gitmekti.

Kalbim heyecandan küt küt atıyordu.

Çocukken annem depresyondayken babaannemin odasında geçirdiğim günleri ve geceleri hatırladım. Babaannemin varlığı, annem için endişelenirken anksiyete krizleri geçirmeme engel olmuştu.

Çocukluğumun yarısını, babam günlerce ortadan kaybolduğunda ya da eve sarhoş ve puro kokarak geldiğinde annemin kendine zarar vereceğinden korkarak geçirmiştim.

Babaannem bana mücevher tasarımı hakkında bildiği her şeyi öğretmeseydi, becerilerimi geliştirmemi ve büyük hayaller kurmamı desteklemeseydi aklımı yitirirdim. En azından çalışmalarının gün yüzüne çıkmasını sağlayabilirdim. Kolay olmamıştı ama neredeyse ihtiyacım olan tüm parçaları bulmuştum.

Bu bilezik sonuncuydu ama muhtemelen onu almaya param yetmeyecekti. Saatimi internette satıp o parayı kullanmayı planlamıştım ama düşünce çok hasar görmüştü. Karşılığında fazla para vermezlerdi.

Yine de paraya ihtiyacım olduğu için kırık saati yolda bir rehin dükkânına götürmüştüm. Karşılığında aldığım paranın müzayedede bileziği almak için yeterli olmayacağını düşündükçe içim sızlıyordu.

Bu sırada, Bay Mükemmel dünyanın herhangi bir yerinde parmaklarını şıklatarak iş anlaşması yapabiliyordu. Bu hiç adil değildi. Dün bir anda ortaya çıkmasaydı saatim kırılmayacak ve ben bu durumda olmayacaktım.

Aslında Theo’nun iş ortaklarından birinden bana sponsor olmasını veya borç para vermesini isteyebilirdim.

“Üstümü değiştirmemi beklersen bu gece seninle geleceğim,” dedim.

Omuzları gerildi ama hayır demek için fazla nazikti. Ben de bunu fırsat bilip peşine takılmaya karar vermiştim.

Elbisem dar ve esnekti, kolay kırışmayan bir kumaştan yapılmıştı. Seyahat etmek için uygundu.

Her zamanki gibi en yüksek topuklularımı giydim. Benim olayım buydu. Erkeklerin dikkatini küçük göğüslerimden uzaklaştırıp uzun bacaklarıma çekmeyi severdim. Bu, kızlıktan kadınlığa geçerken annemin bana öğrettiği ilk dersti.

“Göğüslerinin ne kadar küçük olduğunu fark etmesinler diye bacaklarını daha çok göstermelisin,” derdi hep. Ben de öyle yapıyordum. Ayrıca, ergenliğimde dolgulu sütyenler takardım ama kısa süre önce onları kullanmayı bırakmıştım.

Theo çoktan arabaya binmişti ve acele etmem için kornaya bastı.

Aynada kendime bakarken hiç özgüvenli hissetmiyordum. Nedense Theodore’un yanında bütün kusurlarım gözüme daha büyük görünüyordu. Elbiseyi iyice yukarı çektim ve düz göğsüme bakarak belki de yine dolgulu sütyen takmalıyım diye düşündüm.

***

Kulübe girer girmez Theo’nun arkadaşlarından biriyle, Milos’la tanıştım. Beni yiyecekmiş gibi bakıyordu, bu da Theodore’un yanında ezik gibi hissettikten sonra özgüvenimi yerine getirmişti.

Kendimi güzel hissetmek istiyordum ama müzayede hakkında konuşmayı daha çok istiyordum.

Şaşırtıcı bir şekilde Milos müzayedeler hakkında çok şey biliyordu. Ayrıca onu, beni etkilemek için elinden geleni yapmaya iten büyük bir egosu vardı. Onun gibi tipleri iyi bilirdim ve bunu koz olarak kullanmaya karar verdim.

Flörtüne karşılık verdim. Dediklerine güldüm, ona iltifat ettim ve uzun bacaklarımı görebilsin diye masanın üzerine eğilirken bana içki almasına izin verdim.

“İstersen birilerini arayıp müzayededeki başlangıç fiyatını öğrenebilirim. Senin için bu kadarını yapabilirim.”

Hevesle başımı salladım ve elini okşayarak, “Harika olur, bu müzayede benim için çok önemli. Bütçem kısıtlı olduğu için en azından ne bekleyeceğimi bilirsem daha rahat ederim.”

Dekolteme bakınca yanakları kızardı. “Tatlım, para sıkıntın varsa sana biraz borç verebilirim.”

Kendimi tutamayıp başımı salladım ama başıma bela aldığımı biliyordum. Ne pahasına olursa olsun o bileziği elde etmem gerekiyordu. Bu işe o kadar zaman ve enerji harcamıştım ki son parçayı kaçıramazdım.

Milos elime dokunarak, “Hatta seninle geleceğim ve bileziği aldığını kendi gözlerimle göreceğim. Sonra birlikte kutlarız,” dedi.

Dudağımı ısırdım. Kutlama kısmından veya onunla zaman geçirme fikrinden emin değildim. Bu iş kontrolden çıkmaya başlamıştı.

Tam bir şey demek için ağzımı açmıştım ki biri kolumu sıkıca kavradı ve beni geriye çekti. Sırtımdan aşağı bir ürperti geçti.

“Arabaya git ve beni bekle,” dedi Theo öfkeli bir sesle.

Bana emir veremeyeceğini söylemek için döndüm ama Milos’a nasıl baktığını görünce fikrimi değiştirdim. Niyetim kavga çıkarmak değil, müzayedeye gitmekti.

“Hadi Tara.”

Dudaklarımı birbirine bastırıp dışarı çıktım. Arkamdan ters ters baktığını hissedebiliyordum.

Arabanın yanında huysuz işkencecimin gelmesini beklerken Theodore Morelli’nin hayatını bir günlüğüne de olsa nasıl mahvedebileceğimi düşünmeye başladım.

Yüzüme bakmadan arabayı açtı. “İçeri gir.”

Yerimden kıpırdamadan ona asker selamı vererek, “Çok beklersin. Düzgün söyle,” dedim.

Elini uzatıp telefonu yüzüme doğru tutarak, “Oku,” dedi.

Milos’tan ihtiyacım olan bütün bilgileri almıştı: ayrıntılı talimatlar, ne kadar para gerekebileceği ve müzayedeye gittiğimde sormam gereken isimler.

Bütün planım suya düşmüştü.

İstediğim parça düşündüğümden çok daha pahalıydı. Saati ederinde satsaydım bile alamazdım. Elimde o paranın sadece küçük bir kısmı vardı ve başka bir fikir bulmak için zaman kalmamıştı.

“Olmayacak,” dedim ağlamaklı bir sesle, burnumu ovuşturarak.

“Neden?” diye sordu, kapıyı açarken.

“O kadar param yok.”

“Bende var. Bin arabaya.”

“Hayır.”

Elimi tutup parmaklarını yumuşak tenime bastırdı.

“Daha birkaç dakika önce yeni tanıştığın bir adamdan para almaya hazırdın.” Elimi çekmeye çalıştım ama daha sıkı tuttu. “Ona borcunu nasıl ödeyecektin Tara?” Gözlerindeki öfke içimde tuhaf bir his uyandırdı.

Sırf onu daha çok kızdırmak için, “Ne isterse yapacaktım,” diye yalan söyledim cesurca.

Üst dudağı yukarı kıvrılınca inci gibi bembeyaz dişleri ortaya çıktı ve onları tenime geçirdiğini hayal ederek ürperdim.

“Anlaştık,” dedi, ben ne olduğunu anlayamadan.

Herhangi bir erkekle başa çıkabilirdim ama Theodore Morelli’ye bir şey borçlu olmak istemiyordum.

“Hayır,” dedim tekrar, dudaklarımı birbirine bastırarak.

“Neden?” diye sordu, delici bakışlarıyla kalbimde bir delik açarak.

“Çünkü benden hoşlanmıyorsun. Benimle olmaktan keyif almıyorsun. Yaptığım her şeyi yargılıyorsun,” dedim elimi çekmeye çalışarak ama o beni daha yakına çekti ve dudaklarını kulağıma bastırdı. Sıcak nefesi tenimi karıncalandırdı.

“Aptal kadın. İstesem ben de onun gibi senden kolayca hoşlanabilirim.”

Bunu söyleyiş şekli tüylerimin diken diken olmasına neden oldu.

Az önce hissettiğim duygularla kafam hâlâ karışıkken beni arabaya bindirdi.

Ardından, elini boynuma koyarak beni ona bakmaya zorladı. “Beni dinle.”

Denedim ama kulaklarımda odaklanmamı zorlaştıran bir uğultu vardı.

“Müzayede yakında başlayacak ve sen buraya gelerek zaman kaybettin. Seni oraya götürüp o mücevheri alacağım. Sen de karşılığında uslu dur ve seni vasiyeti dinlemeye götürmeme izin ver, anlaştık mı?”

Cevap vermedim veya başımı sallamadım ama onunla gitmek zorundaydım. Başımı çevirip pencereden dışarı baktım. Dilimde kan tadı vardı.

Continue to the next chapter of İtaatsiz Aşıklar

Discover Galatea

Kader Bizi SeçtiÜçlü HazAşk Çağrısı 3. Kitap: Efsunlu LunaGençlik HatasıKalbimin Merhemi

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi