
Telefonum komodinin üzerinden çaldı. Öne doğru uzanırken inledim ve onu ekrandaki mesaja bakarken gözlerimi kısarak aldım. Çok ağrım vardı. Gerçekten, kelimenin tam anlamıyla, tüm vücudum sızlıyordu.
Of. Bir meydan okuma takımında bir yana, yüzümü buruşturmadan yürüyebileceğimden bile emin değildim. Tekrar yatağa dönüp gözlerimi kapattım.
Kalkıp sıcak bir duş almadan önce birkaç dakika sessizce yatmam gerekiyordu. Sanırım, telefonum bu sabah bu kadar sık çaldığına göre birilerinin ilgiye ihtiyacı vardı. İki kez daha çaldı.
İlki Ty'dandı.
Tamam, o zaman...
İkincisi Parker'dandı. Ona hala kızgındım... Büyük oranda.
O zaman aferin sana… Pislik.
Üçüncüsü bilinmeyen başka bir numaradan gelmişti.
Tanrı'ya şükür Mallory'nin takımında değildim. Sekiz hafta süren eleştiriler ve aşağılayıcı bakışlarla başa çıkamazdım. İş yerindeki kürdan gibi kızlar tarafından buna yeterince maruz bırakılıyordum.
Her zaman öğle yemeğinde yediklerime bakıyorlardı. O kadar da ilginç değildi. Onlar sadece dört yaprak marul ve havuç yedikleri için benim de yemek zorunda olduğum anlamına gelmiyordu.
Gündeminin ne olduğunu da merak ediyordum.
Bebeğinden bahsetmişken... Parker’ın Ty’a kendini erkek arkadaşım olarak tanıtması durumunu düzeltmediğimi hatırladım. Bunun garip olma potansiyeli vardı.
Etrafımda yuvarlandım ve doğruldum, sırtımdaki kasların bu hareketime nasıl isyan ettiğini görmezden gelmeye çalıştım. Bacaklarımı yataktan sallayıp halının üzerinde ayağa kalktığımda hemen kaslarımdaki ağrıyı hissettim.
Bugün zor olacaktı.
"Aman Tanrım…” diye şifonyerime doğru adımımı atarken inledim ve bir pantolon ve bol, uzun kollu bir bluz çıkardım.
Telefonum başka bir mesajla tekrar çaldı, bu yüzden oturma odama adımımı atarken hızlandım ve yüzümü buruşturdum. Kapı üst üste çalınıyordu ve kapıyı açmaya çalışırken hırladım.
"Sakin ol, seni sabırsız göt."
Kapıyı açtığımda Parker'ın yüzünde enayi gibi bir sırıtış vardı. İki elinde de tıka basa dolu alışveriş çantaları vardı.
"Günaydın, gün ışığım!" Etrafımda bir adım atarken, ya da daha doğrusu etrafımda dönerken, yanaklarımdan öptü ve mutfağa yöneldi.
Parker belli ki dün gece biriyle yatmıştı.
Bir zamanlar bomboş olan tezgâhlarımı çeşitli taze sebzeler, bir karton yumurta ve küçük bir kutu protein içeceği ile doldurmaya başladığında morali çok yüksekti.
"Bana söz verilen pastırma nerede?"
Gözlerini dramatik bir şekilde yuvarladı, son paketi son torbadan çıkardı ve büyüyen malzeme yığınına katılmadan önce yüzümün önünde salladı.
"Sana pastırma sözü verip tutmazsam başıma gelecekleri biliyorum. Ölüm dileğim yok."
Yüzümdeki ifadeyi görünce gözleri genişledi.
Aslında mükemmel bir egzersiz yapmış olmama rağmen, onu o kadar kolay affedemezdim. Beni son dakikada ekmekle kalmamış, aynı zamanda beni "fitness yarışmasına" yazdırmıştı.
"Hala kızgın mısın?"
"Yani... Kızgın değilim. Sadece Ejderha'nın bana göz devirmesine ve 'tartılma' esnasında onun işkencesine maruz kaldım,” deyip kollarımı yukarı kaldırdığımda ve parmaklarımla kaba bir tırnak işareti yaparken yüzümü buruşturdum.
Bana bakarken yüzünü buruşturdu ve garip bir şekilde kollarımı gerdiğimi fark etti.
"Dün gece eve geldiğinde duş aldın mı?"
Başımı salladım ve boynum bile biraz ağrıyordu. Çok hamlamıştım.
"Evet, elbette. Üzerimde kurumuş terle yatağa girecek değildim.”
Dudağını büktü, ona bakarken gözlerimi kıstım. Antrenmandan sonra ne kadar huysuz olduğumun farkındaydım.
"Bir dahaki sefere son otuz saniye soğuk suyla duş al, bu ağrının bir kısmını hafifletmene yardımcı olacak," dedi ve dikkatini tekrar hazırlıklarına çevirdi.
Ne? Yok, daha neler…
"Sanırım soğuk duşu pas geçeceğim, seni fitness gurusu."
"Sadece bir dene..." dedi umursamazlıkla. "Yardımcı oluyor."
"Evet... Eminim öyledir. Sadece iyileşmek için hafta sonuna ihtiyacım var."
Gözleri parladı.
"Pazartesi tekrar mı gideceksin?"
"Eh, bu 'fitness mücadelesine' beni kaydetmen gerekiyor," diye küçük bir hırlamayla karşılık verdim.
Hâlâ cesedini nereye gömeceğimi planlamamış olsaydım, göz temasından kaçınmak için kafasının aşağı düşmesi komik olurdu.
"Evet... Ty bana ne yaptığını anlattı," diye açıkladım. "Dün bu yüzden beni ektiğini biliyorum. Çünkü seni öldüreceğimi biliyordun."
"Eğer bunu Ty'ın önünde yapsaydın, en azından tanıklarım olurdu."
"Endişelendiğin şey bu mu?"
İç çekti ve yumurtaları karıştırmak için kullandığı çırpıcıyı bıraktı.
"Han, şans vermek istedim. Orayı sevdim ve ikimizi de motive edecek bir şey bulmak istedim," dedi.
"Daha önce de dediğin gibi, formda sayılırım. Daha sıkı bir programa girmek istedim.”
"Öncesinde benimle konuşabilirdin,” dedim.
Kaşlarını kaldırdı.
"Muhtemelen hayır derdim... İlk başta,” diye itiraf ettim. "Ama belki ikna olurdum.”
"Han, seni seviyorum ama çok inatçısın. Ben seni zorlamasam asla geri dönmezdin." Bundan öylece kurtulmama izin vermiyordu.
"Seni tanıyorum... Köşeye sıkıştığını hissettiğinde ilk içgüdün kaçmak."
"Ben kaçmıyorum," dedim.
Elini uzattı ve alay etti.
“Lütfen... İkimiz de bunun bir yalan olduğunu biliyoruz. Gördüğüm en sağlıklı kendini koruma içgüdüsüne sahipsin,” deyip sırıttı Parker.
"Takılmak isteyen eski bir erkek arkadaştan kaçarken bu iyi bir şey, ama bazen canını yakıyor."
Gözlerimi kapatıp iç çektim. Haklıydı. Bazı şeylerden kaçtığımı biliyordum, ama beklentilerim olmazsa her şey daha kolay olurdu diye düşünüyordum. Kimseye güvenmezsen zarar da görmezsin.
Kendine bile.
"Peki, sen kimin takımındasın?" diye sordu.
Lanet olsun. Takımlar. Takımlardaydık. Parker birlikte aynı takımda olmak istediğimiz söylemiş olsa iyi olurdu.
"Bekle; biraz önce bir mesaj aldım,” deyip telefonumu çıkardım ve mesajlarıma baktım. "Heh..."
"Ne? Bu bakış ne için?" diye sordu.
"Ty bana mesaj atmış."
"Tamam..." dedi başını bana doğru eğerken. "Bana da mesaj attı."
"Hayır... Sanki bana gerçekten mesaj atmış gibi, sadece meydan okumayla ilgili değil."
"Peki... Hemen ne yazdığını söyle,” dedi ve beklenti içinde bana baktı.
Cevapsız iki mesajı açtım ve okurken güldüm.
Birkaç dakika sonra da bir yenisini atmıştı.
Ah... Bu konuda ne hissettiğimden emin değildim. Ty dikkat dağıtıcı ve flörtözdü. Koçum olsaydı dikkatimi toparlayabilir miydim?
Muhtemelen hayır.
Telefonum tekrar titredi.
Siktir. Yakalanmıştım.
"Hadi Han. Bir bakayım," dedi, telefonumu uzattım ve mesajları okurken yüzüne bir gülümseme oturdu. "Görünüşe göre tatlı çocuk senden hoşlanıyor."
"Ah... Hayır, bundan emin değilim,” dedim. "Ty sadece arkadaş canlısı biri. Muhtemelen herkese böyle davranıyordur.”
Sırıttı ve başını salladı. "Arkadaş canlısı evet ama kesinlikle seni kesiyordu."
"Saçmalama. Sanırım ona cevap vermeliyim. Ona cevap vermezsem muhtemelen bana mesaj atıp duracak.”
"Ve çekici, flörtöz adamın sana mesaj atmasını istemiyor musun?" diye Parker sordu, ifademi inceliyordu.
İstiyor muydum? Hayır... Sonunun kötü biteceği çok barizdi. Flört yüzünden yeni bir stüdyo arayamazdım. Baştan başlamam imkâna yoktu.
Kafamı reddedercesine salladım ve Parker bana gülmeye başladı.
"Yalancı, yalancı, sana kimse inanmaz.”
"Ne?" diye çıkıştım. "Yalan söylemiyorum!"
"Hadi, zavallı adamı üzme,” dedi ve ekledi “İlginin keyfini çıkar,” deyip beni ikna etti.
"İyi," diye iç geçirdim.
Parker'ın erkek arkadaşım olduğunu düşünmesine izin verme konusunda çok hevesliydim ama önünde sonunda anlayacaktı.
Parker'a "Seni erkek arkadaşım sanıyor," dedim.
"Bekle... Ne?"
"Ty seni erkek arkadaşım sanıyor."
"Arkadaşın gibi mi nasıl yani?" diye Parker şüpheyle sordu.
"Hayır... Seni sevgilim sanıyor."
Yüzünü buruşturdu ve ona istekli bir bakış attım.
"Ben senin erkek arkadaşın değilim Hannah."
Ağzımı açmaya açacaktım ki kafasını salladı.
"Her ne söyleyeceksen söyleme."
"Ama bana borçlusun," diye hatırlattım. Bir kez olsun top benim sahamdaydı ve hoşuma gitmişti.
"Hayır Hannah," dedi kararlı bir şekilde. "Hayır, hayırdır.”
"Öf... İyi," diye iç geçirdim.
"Senin için bir sürü şey yaparım, ama herkesin içinde erkek arkadaşınmış gibi davranamam."
"Sanırım bu bilgiyi düzeltmem gerek."
"Muhtemelen. Zavallı adamı kibarca reddet. Hoş, reddedilmeye alışık değildir."
Gözlerimi devirdim ve güldüm. Ama Parker muhtemelen haklıydı.
Ty anında cevap verdi.
Telefonuma bakarken Parker'a "Yalnız olup olmadığımı bilmek istiyor," dedim.
"Çok ateşli," deyip kaşlarını kaldırdı. "Ve o hafif aksanı da çok seksi."
"Onu kolayca hayal kırıklığına uğratmamı istediğini sanıyordum," dedim.
"Sen istiyor musun?"
Ty'la flörte izin verirsem muhtemel sonuçlarını düşündüm. Yakışıklıydı ve içten içe ilgimi çektiğini inkâr edemezdim ama aynı zamanda bunu elime yüzüme bulaştırma potansiyelim de vardı.
Ben alışıldık bir tip değildim ve o da biraz oyuncu gibi görünüyordu. Ondan uzak durmak sanırım en iyisi olacaktı.
"Yapamam. Sadece karmaşık bir durum olur.”
"Karmaşa bazen eğlenceli olabilir,” deyip kaşlarını oynattı ve dökme demir turta kabımı almak için uzandı.
"Ya da olmaz," deyip geçmiş ilişkilerimi düşünerek iç çektim.
Yumurta karışımının içine dökerken "Nasıl istersen öyle yap,” dedi ve sonra doğradığı sebzeleri üzerine serpmeye başladı. "Kimle ne yapmak istersen. Yargılamıyorum."
"Çok lezzetli görünüyor,” dedim, Parker'ın tüm malzemeleri eklemeyi bitirmesini izlerken midem guruldadı.
"Biliyorum."
"Tam bir pisliksin,” dedim.
"Biliyorum," diye fırının kapağını açarken başını sallayıp sırıttı.
Bir mesajla telefonum yine elimde titredi. Mesaj yine Ty'dandı.
Dudağımı ısırdım ve bir cevap yazdım. Umarım cevabımı flörtöz algılamaz diye düşündüm.
Fırın ısındığını bildirmek için öttü ve Parker tavayı içine koydu. Ellerini yıkadı ve telefonumu alarak adanın etrafından dolaştı.
"Bana ver."
"Çok otoriter," diye telefonu ona verirken güldüm.
"Her zaman." Mesajları okumasına izin verdim, o da bana kafasını salladı. "Tamamen önünü kesmemişsin, ama işe yarayacak.”
"Sadece kaba olmak istemedim."
"Jordan'ın takımında mısın?" diye sordu tezgâhı temizlemeye ve kesme tahtasını lavaboya koymaya başlarken.
"Öyle görünüyor. Bana hangi takımda olduğunu söylemedin.”
Hırladı ve ağzından ateş üfler gibi yaptı.
"Sen olmak berbat bir şey, dostum," deyip sempatiyle güldüm.
"Eh... O kadar da kötü değil," deyip omuzlarını silkti.
"Kilomu görünce suratını buruşturdu," diye itiraf ettim ve gözleri öfkeyle alevlendi.
"Kaltak."
"Onun takımına düşersem değiştirmeyi düşünmüştüm bile. Benden pek hoşlandığını sanmıyorum."
"O sürtüğün kimseden hoşlandığını sanmıyorum."
Başımı salladım ve telefonumu geri verdi. Muhtemelen haklıydı.
"Haftada üç gün mü?" diye sordu. En az sayıda ders almak zorunda olduğunuz meydan okuma kurallarına dâhil edilmişti.
"Evet... İyi olabilir.”
Kolunu omuza attı ve kafamın yan tarafını öptü. Ona doğru eğilip iç çektim.
"Seninle gurur duyuyorum,” deyip saçlarıma mırıldandı ve ben de titrek bir nefes aldım.
O kadar da önemli olmayan bir şey yüzünden bu kadar duygusal olmamalıydım ama başarısızlıktan ne kadar korktuğumu biliyordu.
"Bu takdirini mücadelenin sonuna kadar sakla."
"Sadece iki kere söyleyeceğim," dedi bana.
Fırının zamanlayıcısı ötünce İtalyan omletini çıkardı, ocağın üzerine soğuması için bıraktı.
"Tamam... Şimdi, bu sağlıklı, protein bakımından zengin bir kahvaltı. Ayrıca istediğin zaman yiyebilmek için dilimleyebilirsin. Genellikle üç dört gün boyunca dayanır.”
"Artık beslenme uzmanım mısın?" deyip güldüm.
"Birlikte sağlıklı bir şekilde beslenebiliriz diye düşündüm... Böylelikle kontrol altında ilerleyebiliriz,” dedi.
İtiraf etmeliyim ki, bu oldukça mantıklı bir gerekçeydi. Birbirimizi bir şekilde yüreklendirirsek benim için çok daha iyi olacaktı.
"Yani, her gün benim için yemek mi yapacaksın?" deyip kaşlarımı oynattım ve bana uzattığı tabağı aldım.
"Bu sadece bana kızgın olduğun içindi. Yarın da sen yaparsın.”
Ağzıma attığım lokma çok sıcaktı ama tadı inanılmazdı.
"Mm. Bu inanılmaz bir şey," deyip çiğnemeyi bitirirken ağzımı elimle kapattım.
"Pinterest tariflerimi sana da atarım,” dedi.
"Aman Tanrım." Kolunu masaya vururken kıkırdadım. "Bu kadar eşcinsel olunmaz."
"Ve sen de bunu aklından çıkarmasan iyi olur,” diye gururla cevap verdi.