
Evi dolaşmak için oturduğum yerden kalktım. Oturup her şeyin düzelmesini beklemeyecek kadar sinirliydim. Gerçi gidecek başka yerim de yoktu.
Dişlerimi sıkarak, adamların getirdiği tüm eşyalarımı - çoğunlukla satamadığım tablolar ve eski püskü kıyafetlerden oluşuyordu. Yeni yatak odama taşıdım.
Her şey o kadar temiz ve düzenliydi ki kendimi son hizmetçinin kim olduğunu ve neden işi bıraktığını düşünmekten alıkoyamadım.
Herhangi bir mobilyada en ufak bir toz zerresi ya da koltuklarda küçük de olsa hiçbir leke yoktu, minderler asker gibi nizami bir şekilde dizilmişti.
Televizyon kumandaları bile şeffaf cam sehpanın üzerinde sırasıyla yan yana dizilmiş, kullanılmayı bekliyordu. Bu aşırı düzenli dairedeki her şeyi yok etmek istedim, kontrol manyağı rock yıldızından başlayarak, ama o evde değildi.
Bardağımı tam bitirmiştim ki önüme yeniden dolu bir bardak konuldu. Bu gece sakin geçmeyecek, belliydi.
Yıllardır Bemelmen's’e gelip giderim.
Buraya tanınmadan önce de geliyordum ve dünyaca ünlü bir rock yıldızı olduktan sonra da gelmeye devam ettim. Bu yüzden hayranlarım da bu mekana sık sık gelir.
Tabii ki şurda oturmuş sakin sakin içkimi yudumlarken birilerinin gelip rahatımı kaçırması pek de memnun olduğum bir şey değil.
Ama buradan çıkıp başka bir yere geçsem, eminim orayı da bulurlardı. Meraklı gözleriyle ben nereye gidersem gitsem beni takip ediyorlar. Onlardan kaçış yoktu.
En azından Bemelmen's'in barmeni ben tanıyor ve her zaman ne içtiğimi biliyordu - buzsuz duble viski - ve içecekler her zaman beleşti.
Freya gibi biri daha barı kapısından geri çevrilirken bense cüzdanım yanımda mı değil mi bunu bile düşünmeden istediğim kadar içki içebiliyorum.
İçtikçe, onu daha çok düşünür oldum.
Ne yaptığını merak ediyordum.
Bir an önce eve gidip hala orada olup olmadığından emin olmak istiyordum... Emirlerime uymuş mu merak ediyordum.
Ama yapmayacağım.
Ayrıca, alkol yavaştan başımı döndürmeye başladı bile. Saatimi kontrol ettim.
11:18
Saat daha çok erken ve hala öğlen kayıt için stüdyoda gitmem gerekiyor. Tam o anda, düşüncelerim şeker gibi tatlı bir sesin adımı söylemesiyle kesintiye uğradı.
"Merhaba. Siz Liam Henderson'sınız, değil mi?"
Dekolteli bir elbisesi olan sarışın bir kadınla burun buruna geldim.
"Evet," dedim. "Fotoğraf mı istiyorsun?"
"Hayır,” dedi yüzü kızararak. "Çok yalnız görünüyorsun ve belki bir şeyler içebiliriz diye sormak istedim. Yani... Jazelle için bir sakıncası yoksa."
Dudağını baştan çıkarıcı bir şekilde ısırdı, cevabımı beklemeye başladı.
"Jazelle bilmediği sürece sorun yok,” dedim. Sonra, "Barmen!" diye seslendim.
İki parmağımı kaldırdım ve birkaç dakika içinde barmen yeni bardaklarda içkilerimizi getirdi.
Daha adını bile sormaya fırsatım olmayan kadın içkisinden bir yudum aldı ve iğrenmiş bir surat ifadesiyle bana döndü.
Yakınımdaki güzelliğe odaklanmaya çalıştım ama zihnim beni sürekli Freya’nın inatçı kızıl saçlarına döndürüp duruyordu.
Onu aklımdan çıkarmam gerekiyordu, bu yüzden içkimi tek seferde içtim ve bir tane daha söyledim.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Liam hala dönmeyince bana verdiği kılavuzu incelemeye karar verdim.
Kitabı da yanıma alıp bana tahsis edilen odaya doğru ilerledim. Daha önce hiç sahip olmadığım büyüklükteki odanın banyosundaki küveti doldurarak sıcak bir banyo keyfi yapmak iyi bir fikir olabilirdi.
Dairenin geri kalanında olduğu gibi odamdaki her şey de yepyeniydi.
Duvarlar, lavabo, fayanslar, havlular... Her şey bembeyazdı. İçimde gitgide büyüyen öfkeye rağmen, onun için üzülmekten kendimi alamadım.
Evdeki hiçbir şey Liam'la ilgili kişisel bir bilgi vermiyordu; sadece onun bu lüksün içinde ne kadar da yalnız olduğunu anlamama yardımcı oldu.
Merakım mantığımın önüne geçti ve suyu kapatıp Liam’ın odasının kapısına doğru yürüdüm.
Ama yine de kalbim göğsümde hızla atıyor, ve heyecandan kulaklarım çınlıyordu. Yakalanma korkusu içimi sarmıştı.
Dikkatli bir şekilde, kapı kolunu indirdim ve kapıyı arkamda ufak bir aralık oluşacak şekilde bırakarak usulca içeriye girdim.
Etrafıma baktığımda, evin diğer odaları gibi beyaz, sade bir oda buldum.
Ne bir fotoğraf, ne beyazdan başka bir renk, ne de hiçbir şey.
Şifonyerine yaklaştım ve ilk çekmeceyi açtım.
Çekmeceyi karıştırmak için içimde engel olamadığım bir dürtü vardı.
Hatta hepsini yere atmayı düşündüm, ama kendimi dizginledim ve bunun yerine bir tane tişörtü yerinden oynattım.
Yatağın yanına geçip komidinin çekmecesini açmaya başladım.
Onun da nizami olmasını beklerken, gördüğüm dağınıklık karşısında şok oldum.
Çekmece kalemler ve üst üste yığılmış kağıt parçalarıyla doluydu, hepsi buruşuk ve yırtılmıştı.
Çekinerek, bir tanesini aldım ve yazılanların şarkı sözleri olduğunu fark ettim.
Kağıt çeşitli kelimeler ve cümlelerle kaplanmış ve birçok yerinde üstü çizilmiş sözlerle doluydu.
Çoğu okunmuyordu, ama bitmiş gibi görünen bir şarkı bulmayı başardım.
Bu şarkı sözleri Liam'ın gerçek benliğinde henüz erişemediğim bir pencereye açılıyor gibiydi.
Liam gibi sert ve ketum bir insandan beklediğim son şey, bu kadar güzel ve özgürlük düşkünü sözlerdi.
Starbucks tuvaletinde ya da yolda giderken radyoda denk geldiğim zamanları saymazsak Liam’ın müziğine hiç şans vermemiştim.
Yargısız infaz yapmış olabilir miydim?
Beni odasında, çekmecelerini karıştırırken bulursa zaten berbat olan ilişikimiz daha da boka sarabilirdi.
Kağıtları çekmeceye geri koydum ve yavaşça kapattım, o gelmeden odasından çıkmayı başardım.
Oturma odasına girdiğimde daha önce hiç görmediğim iki kaba saba adamla göz göze geldim.
Ortalarında ise güçlükle taşıdıkları tamamen bilinci kapalı Liam vardı. Zil zurna sarhoştu.
"Sen de kimsin?" diye sordu adamlardan biri.
"Anthony!" diye azarladı diğeri. "Nazik olsana biraz! Sen yeni hizmetçi olmalısın, değil mi? Ben Ryan ve bu da -”
"Tanışma kısmını şimdilik atlasak olur mu? Kollarım kopmak üzere,” diye çıkıştı Anthony.
Ve Ryan’la birlikte Liam'ı koltuklardan birine yatırdılar.
"Ona ne oldu?" diye merakla sordum.
Ryan, "Liam bunu hep yapar,” dedi. "Çok fazla içer, randevularını kaçırır ve arkadaşlarının arkasını temizlemesini bekler."
"Hizmetçinin tüm bu detaylara ihtiyacı yok Ryan,” dedi Anthony.
Arkamda Liam'ın kıpırdadığını hissettim.
Sonra bir şeyler mırıldandı.
Bir kelime.
Ya da muhtemelen bir isim.
İlk söyleyişinde anlamadım ama sonra tekrarladı.
"Jenna."
Liam’la onu eve taşıyan adamların arasında gidip geldim. "Jenna da kim?" diye sordum, merakım gitgide artarak.
"Gerçekten," dedi Anthony, kalın kaşları kaldırarak, "Kim olduğunu ya da neden burada olduğunu bilmiyorum ama Liam'ın seni kişisel işlerine burnunu sokman için tutmadığına eminim."
"Hey!" Ryan, Anthony'nin kolunu okşadı ve sonra yanağından öptü. "Sakin ol biraz."
"Gitmeliyiz,” dedi Anthony, gözden kaybolmadan önce son kez beni inceleyerek.
Ryan kibarca el salladı ve Anthony’nin peşinden gitti.
Günüm gittikçe daha da berbatlaşıyordu.
Hiç hak etmediğim kadar kötü muamele ve aşağılamaya maruz kalmıştım.
Elimde malzemelerim, oturma odasının zeminine, boş büyük beyaz bir duvarın önüne oturdum.
Liam hala arkamdaki koltukta horlayarak uyukluyordu.
Yapmak üzere olduğum şeyden kesinlikle nefret edecekti, ama buranın biraz renge ve enerjiye ihtiyacı vardı.
Fırçamı paletteki boyaya batırdım ve boyamaya başladım...