
Ses kulaklarımda çınladı. İçgüdüsel olarak gözlerimi kapattım.
Gözlerimi açtığımda Adam’ın kolunu tuttuğunu gördüm. Bana bakınca gözlerinde acıyla karışık bir panik gördüm.
Omzundan vurulmuştu. Her yer sessizdi. Sokakta tek bir kişi bile yoktu.
Yan tarafa bakınca kalbim durdu.
İşte oradaydı. Hayatları yok eden adam. Xavier Lexington tüm ihtişamıyla karşımdaydı.
Elinde bir silah vardı. Adam’ı vurmuştu.
Ellerim titriyordu. Adam’dan uzaklaştım ve Xavier’e döndüm.
“Delirdin mi sen? Onu vurdun! Öylece etrafta dolaşıp insanları vuramazsın!” Vücudumdaki enerjinin boşaldığını hissederek bağırdım.
“Tatlım, insanların bana ait olan şeylere dokunmasından hoşlanmam,” dedi silahı kılıfına geri koyarken.
“Sana ait olan ne? Flaş haber, ben sana ait değilim, seni psikopat!”
Son kelimeyi tükürdüğümde ölümcül görünüyordu. Muhtemelen ‘psikopat’ kelimesinden nefret ediyordu.
“Ciddiyim. Benden ve tanıdığım herkesten uzak durmalısın! Adam’dan özür dile. Hemen!” diye de ekledim.
Adam’a baktı. Yanımıza gelmeden önce canice güldü.
“Sevgili Katherine, Adam’ından özür dilemeyeceğim. Ne şimdi ne de hiçbir zaman. Sen bana ait olacaksın ve bu konuda söz hakkın olmayacak. İyi bir kız ol, ondan uzaklaş ve hemen arabaya bin.”
Arkasında parlak siyah bir Audi’nin park edilmiş olduğu yeri işaret etti. Yanında takım elbise giymiş iki adam duruyordu. Muhtemelen adamları ya da korumalarıydı.
“Seninle gelmek mi? Hayır. Asla. Ölmeyi tercih ederim,” dedim.
Orada bir heykel gibi hareketsiz duran Adam’a tekrar baktı. Solgun ve korkmuş görünüyordu.
Olamaz, kızlara birkaç dakikalık yeni korumamın çoktan yaralandığını nasıl açıklayacaktım? Tanrım!
“Asla mı? Fıstığımın Londra’da korumasız dolaşmasına izin veremem,” dedi Xavier gülerek. Arabanın yanındaki iki adama yaklaşmalarını işaret etti.
Adamlar Adam’ı yakaladılar. Adam ellerinde çırpınmaya başladı. Yardım etmek umuduyla bir adım daha yaklaştım ama Xavier önüme geçti ve beni yüzümden tutarak kendine çekti.
“Sana terbiye öğretmem gerekecek. Benim için uslu bir kız olmalısın, tamam mı?” diye sordu.
Ondan kaçmak için herhangi bir umudum varsa rol yapmam gerektiğini fark ettim.
“Tamam,” diye cevap verdim.
Hâlâ Adam’ı tutan adamlara bakmak için döndüğünde ayağımı kaldırdım ve bacaklarının arasına bir tekme attım. Küfrederken ellerinden kurtuldum.
Kaçmaya fırsat bulamadan biri beni arkamdan yakaladı. Beyaz bir mendili burnuma ve ağzıma bastırdı. Burnuma mide bulandırıcı bir koku saldırdı, muhtemelen kloroformdu.
Nefes almamaya çalıştım ama nefesimi uzun süre tutamadım. Birkaç dakika sonra görüşümde siyah noktalar belirmeye başladı. Bayılmadan önce, Adam’ı döven adamları gördüm.
Ona ulaşmaya çalıştım ama elimi kaldıramadım.
Hâlâ belli belirsiz sesler duyabiliyordum.
“Onu malikaneye götüreceğim. Siz ikiniz herifle ilgilenin. Dövüp hastaneye bırakın. Bu ona asla Lexington’a karşı gelmemesi gerektiğini öğretir. Masum birini öldürürsem aşkım benden nefret eder.”
Lüks bir odada uyandım. Siyah ipek çarşaflar vücudumun üzerine çekilmişti. Odanın kendisi karanlık bir temaya sahipti. Dekoruna bayılmıştım. Tasarımcı harika bir iş çıkarmıştı.
Yatağın karşısındaki duvarda bir televizyon vardı, yan taraftaki şömine ise modern odaya biraz ev havası katıyordu.
Yataktan kalktığımda üzerimde dünkü kıyafetlerimin değil, bir erkek gömleğinin olduğunu gördüm. Kendimi bir tren tarafından ezilmiş gibi hissettim. Odayı geçip pencereye gittim ve nerede olduğumu görmek için perdeleri açtım.
Gördüklerim karşısında nutkum tutuldu. Geniş bir arazinin içindeydim. Büyüleyiciydi ama beni endişelendiren şey tüm araziyi çevreleyen devasa, çok yüksek çitlerdi.
Odanın kapısının açıldığını duyunca kim olduğunu görmek için arkamı döndüm.
Xavier elinde yemek dolu bir tepsiyle içeri girdi. Masanın üzerine koyup yanıma yürümeye başladı. Bakışlarını üzerimde gezdirirken gözlerindeki şehveti görebiliyordum.
“Çok güzel göründüğünü söylemeliyim. Benim kıyafetlerimin içinde büyüleyici olmuşsun. Belki de hep kıyafetlerimi giymelisin.” Sırıtarak beni tutmaya çalıştı.
Onu atlattım ve masaya doğru yürüdüm. Fark etmeden bir bıçak kaptım. Arkamı dönerek bana yaklaşmasını bekledim, böylece saldırabilecektim.
Yanıma yürümeye başladı. “Kahvaltı getirdim. Oturup ye. Sonra konuşuruz.”
Yanımdan geçti. Tam oturmak üzereyken kolumu geri savurdum, bıçağım hazırdı. Ama bıçak ona değemeden kolumu yakaladı. Tek hamlede beni döndürdü.
Sırtımı önüne bastırıp kolumu arkamdan büktü. Acı veren kavrayışından kurtulmak için kıpırdanınca tutuşunu sıkılaştırdı.
“Beni bıçaklayabileceğini sandın. Sevgilim, masadan bıçağı aldığını gördüm. Onunla bir şey yapıp yapmayacağını görmek istediğim için sessiz kaldım.”
“Bu yaramazlığın için daha sonra cezalandırılacaksın. Şimdi otur ve yemeğini ye yoksa yemeği zorla boğazından aşağı indiririm,” diye tehdit ederek kollarımı bıraktı.
Elimden bıçağı alıp beni sandalyelerden birine itti.
Masaya portakal suyu ve kahvenin yanı sıra meyve, sebze, yumurta ve ekmek serpiştirilmişti. Yemekleri önce benim tabağıma, sonra da kendi tabağına doldurdu.
Karnım gurulduyordu. Dünden beri bir şey yememiştim ve açlıktan ölüyordum. Xavier bana bakıp kaşlarını kaldırdı, sanki yiyip yemeyeceğimi sorar gibiydi.
Çatalı alıp tabağa daldım.
Yemeğimi yedikten sonra onu sorgulamaya karar verdim. “Peki ya benim işim ne olacak?” diye sordum. “Ofise gitmezsem insanlar fark eder.”
“Kimse seni aramıyor,” diye cevap verdi. “Asistanına gıda zehirlenmesi geçirdiğini ve bütün hafta evde kalacağını bildiren bir mesaj gönderdim.”
“Bunu yapamazsın. Hayatımı elimden alamazsın!” diye bağırdım ayağa fırlayarak.
Sonraki sözleri beni tekrar yerime oturttu. “Arkadaşlarını ya da babanı bir daha görmek istiyorsan otur!”
“Bundan sonra burada kalacaksın. Dairendeki her şey buraya taşınacak. Dediklerimi yapacaksın ve benden başka kimseyle konuşmayacaksın. Anlıyor musun?”
“Anlıyor muyum? Hayır, anlamıyorum,” diye cevap verdim. “Ne yapıp yapamayacağımı söyleyemezsin. Bu benim hayatım. Bana karışamazsın. Bana neden bu kadar takık olduğunu bile bilmiyorum.”
Gülümseyip ayağa kalktı. “Seni ilginç buluyorum. Sende bir meydan okuma görüyorum ve bu hoşuma gidiyor. Evet, beni dinleyeceksin. Belki başlangıçta değil, ama kabuğunu kırıp itaat etmeyi öğreteceğim.”
“Hmm, neden kendine güzel bir fahişe bulmuyorsun? Ne istersen yapar,” diye önerdim ama yüzündeki ifadeden bunun yanlış bir şey olduğunu hemen anladım.
Kolumdan tutup beni yukarı çekti.
“Sen varken bunu neden yapayım ki? Sanırım sana bir ders vermemin zamanı geldi.” Gülümseyip beni yatağa sürükledi.
Beni yatağın üzerine fırlattı. Yataktan inmeye çalıştım ama bileğimden tutup geri çekti. Ona vurmaya çalışırken bir çığlık attım.
Sol bileğimi tutup aniden yatağın direğine bağladı, aynı şeyi sağ bileğim için de tekrarladı. Sonra yataktan inip bana bakmadan önce bacaklarımı diğer uçtaki direklere sabitledi.
“Şimdi gerçek kâbusun başlıyor. Durmam için bana yalvaracaksın ama durmayacağım,” dedi ve üstüme çıktı.
Paniklemeye başladım. Bana tecavüz edecek miydi? Bunu yapabilir miydi?
“Lütfen, biri bana yardım etsin! Bırak beni, seni domuz. Yardım edin!” Çığlık attım.
Güldü. “Kimse sana yardım etmeyecek. Bu duvarlar ses geçirmez. Çalışan herkese bir gün izin verdim. Sadece sen ve ben varız.”
Bir hamlede gömleği vücudumdan çıkardı. Çırılçıplak yatıyordum, yatağa bağlıydım ve üzerimi örtecek hiçbir şey yoktu. Büyük ihtimalle tecavüze uğramak üzereydim.
Eğilip beni öpmeye başladı. Öpüşü sahiplenici ve hükmediciydi. Ben de onu öpmeyince sinirlenmiş gibi göründü. Dudaklarını boynumda gezdirmeye başladı.
Boynumun her tarafına özensiz öpücükler bırakıyor, ısırıyor ve aşk ısırıkları bırakıyordu.
Dudakları göğüslerime ilerledi. Sağ meme ucumu emmeye başladı. Önce yumuşak olan emişleri git gide sertleşti. Sonunda acıtmaya başladı. Gözlerimde yaşlar oluştuğunu hissedebiliyordum.
“Lütfen dur, acıyor. Bunu istemiyorum!” Ağlamaya başladım.
Bana bakıp sırıttı. “Bu senin cezan, aşkım. Bugün bundan sadece ben zevk alıyorum. Senin cezan da zevkimi bana sağlamak. Eğer iyi bir kız olursan, seni ödüllendireceğim.”
Sol meme ucuma dönüp işkenceyi tekrarladı. Meme uçlarımla işi bitince aşağı doğru inmeye başladı. Çoktan ıslanmıştım.
Islandığımı görünce hınzır bir gülümseme dudaklarını büktü.