
Parlak Yıldız
Andra için, bir ejderhayla bağ kurmak imkansız bir rüya gibidir. Ancak yolları yakışıklı bir Gökyüzü Binicisi ile kesiştiğinde Andra yepyeni olasılıklarla karşılaşır. Hatta biraz sihirle, kendini gökyüzünde süzülürken bile bulabilir...
Yaş Sınırlaması: 15+
İlk Alev
ANDRA
Andra nefes nefese cama yaslandı. Daha yakından bakmaya çalıştı.
Ejderha, kemerli pencerenin önünden uçarak ateş püskürttü...
Muhteşem yaratık, batan güneşin önünde süzülürken turuncu ışık pullarından yansıyordu.
Andra'nın nefesi kesildi. Sanki ejderha sadece onun için dans ediyordu.
Bu fikir onun içinde adeta bir ateş yaktı ve cama değen avuçları ısındı.
Andra ürkerek geri çekildi. Bu kadar uzakta olmasına rağmen ejderhanın ateşinin ona ulaşması ne kadar garipti.
Ama bu güzel yaratıklar hakkında bilmediği çok şey vardı. Onlar hakkında asla öğrenemeyeceği çok fazla şey...
Asla bir Binici olmayacaktı, asla olamazdı...
Yargıçlar uzun zaman önce sadece genç erkeklerin seçilebileceğine ve onların da sadece en yüksek sınıftan olabileceklerine karar vermişti.
Andra gökyüzünde süzülmeyi, vahşi doğada avlanmayı veya kendi zihin eşiyle bir olmayı sadece hayal edebilirdi...
Kader, batan güneşin ışıkları gibi üzerine düşmemişti. O sadece bir hizmetçiydi...
Boynundaki deri tasma, ucunda asılı olan soğuk ve metal kilidi ile 10 yıl daha hizmet edeceğini gösteriyordu.
15 yaşındaydı, yani özgürlüğüne kavuşmadan önce 25 yaşında olacaktı.
Andra gelecekteki o güne bakabilir ve umut hissedebilirdi.
Ancak asla ejderha binicisi olamazdı. Bu uzak bir rüyaydı. Ve bir o kadar da tehlikeli...
"Kirişlere kadar yarışalım!" diye bağırdı Talias, yakındaki bir şömineden tökezleyerek çıktı ve geçerken bir toz bulutu oluşturdu.
Andra hayallerinden uyandı ve onun parıldayan kahverengi gözlerine baktı.
Yüzü isle kaplıydı ve sarı saçlarının parıltısı kir yüzünden yok olmuştu, ama yine de tüm bu pisliğin içinde her zamanki gibi yakışıklıydı.
İki arkadaş uçsuz bucaksız, boş salondan koşarak geçtiler, ayak sesleri taş duvarlardan yankılandı.
Talias, "Toz yemeyi sevmiyorum," diye bağırdı. "Kekleri ve hamur işlerini tercih ederim."
Kafa kafaya gidiyorlardı...
"Zevklerine bakarak senin bir yargıcın oğlu olduğunu düşünürdüm, bir mutfak çocuğu olduğunu değil!" diye alay etti Andra.
Talias var olan tek merdiveni aldı ama Andra hazırlıklıydı. Tahtadan olan destek kirişini tutarak tırmanmaya başladı.
"Bir yargıcın oğlu benim gibi koşamazdı," dedi Talias.
"Benim gibi de tırmanamazdı!" diye bağırdı Andra.
Tahtayı bacaklarının arasında sıkıca kavrayarak, vücudunu kollarıyla tekrar tekrar yukarı çekti.
Sonunda, kirişe atladı ve soluklanmaya çalışırken gülümsedi.
Talias merdivenin tepesine çıkarken onu bir zafer kazanmışçasına izledi.
"Neden senden daha iyi tırmanacağımı düşündüm bilemiyorum," dedi.
Andra kıkırdadı. Talias'ın bunu denemekten asla vazgeçmeyeceğini umuyordu. Böylece sonsuza kadar birbirleriyle yarışabilirlerdi ve o her zaman kazanabilirdi.
"Bundan sonra mı?" diye sordu Andra.
"Elbette... Önce şunu hemen halledelim," diye yanıtladı.
Andra'nın Talias ile olan arkadaşlığı Biniciler Malikanesinde çalışmanın en güzel kısmıydı. Bir şeylere beraber gülecek birine sahip olmak zamanın çabuk geçmesini sağlıyor ve zor olan işini daha eğlenceli hale getiriyordu.
Talias tahta yüzeyin tozunu beziyle alırken onu hayranlıkla izledi. Sarı saçları yüzüne düşmüştü ve gömleğinin kolları dirseklerine kadar katlanmıştı...
Elleri kendinden emin ve düzenli bir şekilde hareket ediyordu. Talias, Andra'nın her zaman yaptığının aksine acele etmiyordu...
Ev işlerini yaparken bile, dünyada olmak isteyeceği başka bir yer yok gibiydi.
İkili, kirişlerdeki işlerini öğle ışığının çok renkli ışınları arasında tamamladı.
İşleri bittiğinde koridorlardan sessizce geçtiler, ayak sesleri, taş duvarlardan ve zeminden yankılanan tıkırtılar arasında kayboluyordu...
Salonu dolduran şık giyimli Binicilerin yanından geçerken başlarını eğdiler ve gözlerini kaçırdılar...
Bu Andra için yılın en güzel zamanıydı, Paerolia’nın tüm Binicileri hangi genç erkeklerin aralarına katılacağını görmek için salonda toplanırlardı...
Sonunda, koridor büyük giriş kısmına bağlandı. Kutlama afişleri yüksek tavanlardan ve devasa çift kapıların üzerinden sarkıyordu...
Andra ve Talias, Yargıçların armasını - kılıçla çaprazlanmış bir zeytin dalı - ve elflerin armasını - kraliyet moru rengindeki arka planıyla büyük bir meşe ağacı- taşıyan beyaz ipek sancağın altından geçtiler.
Ardından dışarıya çıktılar...
Talias güneşe dönerek iç çekti. Artık salondan çıktıklarına göre özgürce konuşabilirlerdi. "Elimden gelse, bütün gün dışarıda çalışırdım."
İkili, çimlerin üzerinden ormanın kenarına, çıraların istiflendiği yere yürüdü.
Andra, "Eğer istersen bir gün kendi çiftliğine sahip olabilirsin,” dedi. "Tabii kendini ahır hayvanlarından ayırt etmeyi başarabileceksen..."
" Möö,” diyerek Andra’nın kolunu dürttü Talias... Ona gülümsedi ve ikili bir an için sessizce yürüdüler.
"Bir çiftlikte yaşasaydım benimle yaşar mıydın?" diye sordu Talias kucak dolusu odunu kaldırırken. "Domuzlara bakacak birine ihtiyacım var."
Her ne kadar şaka yaptığını biliyor olsa da Andra'nın kalbi hızla çarptı.
"Domuzları sevdiğim için şanslısın. Ancak seninle sadece bir ineğimiz de olacaksa yaşarım, böylece her zaman süt ve kremamız da olur. "
"İyi fikir," dedi Talias.
İkili, kollarında bir sürü yakacak odunla büyük çimenlik alandan geçerek Biniciler Malikanesine geri döndü. Kulelerinden bayraklar dalgalanan görkemli taş kale önlerinde yükseliyordu.
Andra'nın ince çuval bezinden olan elbisesi hava alıyordu, ancak deri tasmasının altındaki teri hissediyordu. Bu hisse alışkındı. Hayatı boyunca bu tasmayı takmıştı.
Salondaki tüm hizmetçiler boyunlarına deri tasma takmıyorlardı, ama sözleşme ile çalışanların hepsinde deri tasma vardı...
Tasmanın kendisi Andra'yı pek rahatsız etmiyordu, ancak onun temsil ettiği sözleşmeden nefret ediyordu. Tasma, babasının suçunu ve geriye kalan 10 yıllık hizmetini simgeliyordu.
Kontrol edemeyeceği şeyler hakkında kızmanın anlamsız olduğunu biliyordu.
Bir an için üzerlerine gölge düştü... Andra yukarı baktığında güneşin altında uçan devasa bir yaratık gördü.
Gergin kanatları bir meşe ağacı kadar uzundu ve güneş yarı saydam bir mavi renkte aradan parlıyordu.
Yaratığın uzun ve çivili bir kuyruğu vardı. Andra, bu kadar tehlikeli bir şeyin nasıl bu kadar zarafetle hareket edebildiğini düşündü.
"Ejderha" diye fısıldadı, dudaklarına bir gülümseme yayılırken.
"Seçim yakında başlayacak,” dedi Talias.
Birbirlerine baktılar, Andra gözlerindeki kıvılcımdan Talias’ın bir fikri olduğunu anladı.
"Ya...?"
Andra, "Yasak," diye yanıtladı. "Özellikle de benim için."
Yine de Andra bu olasılıktan etkilendi.
Talias fikrini öne sürdüğünden beri bunun tehlikeli olduğunu biliyordu.
Buna rağmen, Biniciler Salonu'na geldiği ilk günden beri yakışıklı mutfak çocuğuna hayır demekte zorlanıyordu.
"Ejderhayla aynı odada olurduk…" diye devam etti Talias, tek kaşını kaldırarak.
"Hadi yapalım,” dedi Andra, gözleri heyecanla parlıyordu.
"Hadi!" diye eşlik etti Talias, yakacak odunları teslim etmek için aceleyle ilerledi...
Mutfakta, birçok el akşam yemeği için çalışıyordu. Havada sarımsak ve biberiye kokusu vardı.
Andra elindekileri büyük fırının yanına bıraktı.
"Siz ikiniz ne karıştırıyorsunuz?"
Talias, malikanenin baş aşçısı Nelly'nin dolgun, neşeli yüzüne döndü.
Nelly Talias'ı kulağından yakaladı ama Talias kaçmayı başardı...
"Bir şey karıştırdığımız yok anne," dedi masumca. "Andra ve ben sadece ev işlerimizi yapıyoruz. Hatta o kadar iyi çalıştık ki küçük bir ödülü bile hak ettiğimizi düşünüyorum."
Nelly şüpheyle gözlerini kıstı ama sonunda önlüğünden iki tane şekli bozulmuş hamur işi çıkardı.
Andra ve Talias tatlılarını bir lokmada mideye indirdiler...
Nelly, Andra'ya yıllardır görmediği öz annesini hatırlatıyordu.
Annesi, çok uzaktaki bir yargıcın malikanesinde kendi iş sözleşmesi ile çalışıyordu.
Talias peşinde Andra ile şeflerin arasından geçerek kaçtı. Yüzden fazla konuk için hazırlanmış ziyafet masalarının olduğu büyük yemek odasına girdiler.
Andra önünde koşuyordu, koridordan resepsiyon salonuna doğru ilerlediler.
Geniş kapıdan önce bir an durakladı. Törenden alkışlar yükseldi ve Andra bir dakika bile tereddüt etmeden büyük odaya daldı.
Talias hızla yanına gitti ve oda sessizliğe bürünürken beraber büyük bir heykelin arkasına çömeldiler.
Andra, heykelin mermer tabanının üzerinden baktı... Yine onu gördü...
Andra'nın gözü alev görmüş bir güve gibi ona kitlendi. Muhteşem mavi pulları yanardönerdi, küçük safirler gibi parlıyorlardı.
Ejderha, başını Biniciler Malikanesinin efendisi Yargıç Dusan'a doğru zarifçe eğdi. Karşılık olarak yargıç da eğilerek selam verdi, ardından yavaşça büyük canavarın burnunun ucuna dokundu.
Andra nefesini tuttuğunu fark etti. Sonunda, gözlerini ejderhadan ayırdı ve yargıcın önünde duran bir düzine tören cüppeli insan ve elf çocuğuna baktı.
Bunlar Biniciler Malikanesinin en çok gelecek vaat eden birinci sınıf öğrencileriydi.
Bu çocuklara Paerolia’daki en büyük fırsat verilirdi: eğer kader onları buna layık görürse, bir ejderhayla eşleşme fırsatı.
Ejderhaya binme düşüncesi bile Andra'nın kalbinin heyecanla atmasını sağladı. Ancak bunun imkansız olduğunu biliyordu.
O bir kızdı ve aynı zamanda bir köleydi.
Seyirci tarafı, onurlu türlerinin en yeni neslini görmek için toplanan yaşlı Binicilerle doluydu...
Andra, önündeki heykele baktı.
İki Kanlı Eliana, son dişi Binici ve ejderhalar, insanlar ve elfler arasındaki Üç Yüz Yıl Savaşı'nı bitiren savaşçı...
Yargıç Dusan konuşmasına, "Hoş Geldiniz Biniciler, potansiyel Biniciler ve konuğumuz Ena," diyerek başladı.
Ejderha kalabalığa başını salladı ve parlak gözlerini kapattı.
Yargıç Dusan muhteşem beyaz bir cüppe giyiyordu ve uzun sakalı örülmüş ve bir altın tokayla bağlanmıştı.
Görevini yerine getirerek salonu ve çevresini süzdü. Eski imparatorların yerine Yargıçlar getirildiğinde, Yargıçlar halklarının korunması ve Binicilerinin rehberliği ile görevlendirilmişlerdi.
"Öğrenciler, şu anda hissettiğiniz heyecan ve stresi kimse arkanızdaki saygıdeğer beyefendiler kadar iyi bilemez..."
Andra çocukların yerlerinden kıpırdayışlarını izledi.
"Ve şimdi," diye devam etti yargıç, "Ena aranızda kaç Binici olduğunu belirlerken bir dakikalık saygı duruşunda bulunacağız."
Salon derin bir sessizliğe büründü.
Bir dakika sonra, bir ateş Andra'nın zihnini ısıttı, giderek daha da yakınlaştı, ta ki...
Nefesi kesildi.
İçgüdüsel olarak, Andra, çocukluğundan beri öğretildiği gibi düşüncelerini korumak için duvarlar örerek geri çekilmeye başladı.
Ancak ateşin varlığıyla ilgili o kadar nazik bir şey vardı ki durdu.
Görünmez bir kucaklama gibi zihnine bastırdı ve bu garip ve harika temasın tadını çıkarırken gözlerinin kapandığını ve dokunuşla beraber içindeki neşenin kabardığını hissetti.
Andra, Talias'ın elini tuttuğunu hissetti. Onunki terle kaplıydı.
Sonra dokunuş, aniden, tıpkı geldiği gibi gitti.
Andra, merak içinde gülümseyerek Talias'a döndü. Ancak Talias şaşkınlıkla ona bakıyordu.
Ejderhanın sadece kendisiyle konuştuğunu o an fark etti.
Talias kolunu çekiştiriyordu ama onu görmezden geldi.
"Ena konuştu!" dedi Yargıç Dusan.
Yargıç kollarını başının üstüne kaldırırken tüm oda sessizliğe büründü. Salondaki herkes ağzından çıkacak sözü bekliyordu. Bu yıl kaç tane Gökyüzü Binicisi bağı oluşacaktı?
Yargıç Dusan iç çekti.
"Saygıdeğer ejderha aramızda üç tane potansiyel Binici seziyor. Dolayısıyla, yarınki Eşleştirme Töreni için bize kendi yumurtalarından üçünü verecek."
Kalabalıktan fısıltılar yükseldi.
Yargıç Dusan, "Evet, rakamlar giderek azalıyor,” dedi keskin bir ses ile "Ancak her zaman olduğu gibi, bize verilenler için minnettarız."
İki arkadaş büyük çift kapılara doğru sürünmeye başladılar, ardından koştular ve koridorun gölgeleri arasında sola doğru ilerlediler.
Talias, "Seçim sona ermek üzere,” dedi. "Bizi öldürteceksin!"
Talias'ın endişesi Andra'nın daha da hızlı yürümesini sağladı, ancak zihninde kalan o harika duyguyu mahvedemedi.
Ejderhanın sıcaklığını hala hissedebiliyordu ve Andra ejderhanın olumlu sözlerini kendine tekrarladı.
Ama tam o anda, misafirler dışarı çıktılar ve Biniciler gelmeye başladı.
Andra koşmaya başladı, ama Talias tam kaçmak üzereyken elini yakaladı. Onu hızla sağa, oyukta bulunan oyma metal kapıya doğru çekti.
"Buraya da giremeyiz!" diye uyardı Andra.
Ama Binicilerin derin sesleri yaklaşıyordu ve başka seçenekleri yoktu.
Loş odaya atladılar ve Andra kapıyı arkalarından kapattı.
Nefes nefese olan Talias'a döndü. Gözleri o kadar genişlemişti ki Andra kahkahalara boğuldu.
Talias gülümsememeye çalışsa da sonunda o da arkadaşına katıldı. Andra yüzüne düşen çenesine gelen kahverengi saçları geriye doğru iterken Talias eline uzandı.
Dokunuşla beraber midesinde tanıdık bir hareket hissetti. Onun sıcak gözlerine baktı, ona evdeymiş gibi hissettiriyorlardı.
Andra, ejderhanın ona söylediklerini söylemek istedi ama Talias çoktan başka bir yere bakmaya başlamıştı. Küçük odanın yüksek tavanına baktı.
"Ers Fehnar."
Andra'nın gözleri duvardaki karmaşık oymalara döndü... ve sonra nefesi tutuldu.
Her renkten dönen ateşler, tavanın yakınında asılı büyük, camsı kürelerde sıkışmıştı.
Bunlar, bedenleri çoktan gitmiş, ama hatıraları sonsuza dek korunan eski ejderhaların ilk alevleriydi.
Küreler karanlıkta hafifçe hareket ediyorlardı. Andra koyu, parlak bir kırmızı ateş tarafından hipnotize edilmişti.
Gözlerinin önünde, camsı küre büyüyor ve sonra kayboluyor gibiydi. Görebildiği tek şey yüzyıllardır yanan kırmızı alevdi: sonsuza dek gürleyen, asla sönmeyen alev.
Renginden, bu ilk alevin, eski cani imparatoru yenmeye ve Paerolia’da yeni bir düzen kurulmasına yardımcı olan efsanevi ejderha Yükselen Güneş'in Koruyucu Oriens'ine ait olduğunu biliyordu.
Eliana'nın eşiydi.
Andra, hayranlıkla Gökyüzü Binicileri çiftini düşündü... Sadece savaşta değil, dünyanın nasıl olabileceğine dair bakış açılarında da cesurdular.
Oriens ve Eliana insanların, elflerin ve ejderhaların birlikte barış içinde yaşayabileceğini biliyorlardı.
"Andra," diye fısıldadı Talias.
Gitmeleri gerektiğini biliyordu.
Ancak önündeki gerçekleşenler karşısında olduğu yerde donup kaldı.
Kırmızı alevler bükülmeye başladı. Alevler, tam bir görüntü oluşturmak için birlikte çalışan şekilleri oluşturdular.
Şekilde kocaman, parlak kanatlarıyla bir ejderha ve sırtında oturan ve saçları rüzgarda savrulan bir kız vardı.
Andra, onun İki Kan'dan Eliana olduğunu biliyordu.
Ama bir an için, Biniciyi kendine benzetti...
Tarifsiz bir özlem Andra’nın içini doldurdu. Kalbini yaktı ve boğazına dolandı.
İçgüdüsel olarak, Andra elini yakasındaki gümüş kilide, hayalini imkansız kılan o nesneye, doğru götürdü.
Ancak dokunduğu anda nefesi kesildi ve hemen elini çekti. Parmağı yanmıştı...
Tüm sebepler Andra'ya sihri asla bilemeyeceğini gösteriyordu. Bir ejderhanın alevinin öteki dünyaya ait olan sıcaklığını asla hissedemezdi.
Buna rağmen onu bağlayan kilit çok sıcaktı.





































