
Elinde pizza kutusunu görünce korkum nispeten yatıştı. Başımı kaldırıp ona baktım. Kahverengi delici bakışlarıyla ürperdiğimde hemen gözlerimi kaçırdım.
“Şey… Pizza mı?”
“Sen sipariş etmedin mi?” diye sordu. Sesini duyduğum anda ayak parmaklarımı içe doğru kıvırdım. Tam olarak hatırladığım gibiydi. Boğuk. Ve erkeksi.
Düşüncelerimden tekrar uzaklaştım.
Başımı onaylarcasına salladım. “Evet!” Boğazım kuruduğu için sesim pürüzlü çıktı. Birden biraz utanıp boğazımı temizledim. “Evet. Sipariş ettim.”
Aslında içimden çığlık atıyordum. Nasıl oluyordu da onun karşısında aşktan sarhoş olmuş gibi hissediyordum?
Yaşadığım bu durum, güzel insanların ayrıcalıklı olduğunun müthiş bir örneği niteliğindeydi. Normal şartlar altında polis diye bağırmalıydım ama karşımdaki adam çekici olduğu için resmen biraz utanıyordum.
Pizzayı bana uzatmadan kapının pervazına yaslandı. Mükemmel kaşlarını kaldırdı.
Vay canına. Neden bütün erkeklerin tam olarak kızların ihtiyacı olan gürlükte kaşları vardı? Benim kaşlarım zar zor görünüyordu.
Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadan, “Burada yeni misin?” diye sordu. Gözlerimi kırpıştırdım.
Ama kesinlikle buraya ait hissetmiyordum.
“Yeni mi? Pek sayılmaz… Yani, evet. Buraya yeni taşındık. Adım Phoebe.” İsmimi verdiğim için içimden kendime küfrettim.
“Ben de Silvic. Memnun oldum.”
Göğüs kafesimde garip bir his filizlendi. Onun adını halihazırda biliyormuş gibi hissettim. Sanki daha önce tanışmıştık. Ne zaman olduğundan emin olmasam da onu kesinlikle daha önce görmüşüm gibi hissediyordum.
Bir orman. Büyük bir göl. Fısıltılar. Bana bakan bir çift kahverengi göz.
Silvic’in gözlerinin içine baktım. Gözleri, az önce zihnimde gördüğüm gözlerin tıpatıp aynısıydı.
Gözlerimi kaçırarak, “Ben de,” dedim. Onunla göz göze geldiğimde göğsümde hissettiğim duygular iki katı yoğunlaştığından yüzüne bakamıyordum.
Bir şeyler yapmam gerektiğini hissetsem de ne yapacağımı bilemiyordum. Huzursuzdum.
Kalbim neredeyse duracaktı. Bu ses bana ait değildi. Bunu ben düşünmemiştim. Zihnimdeki ses erkeksi bir tondaydı.
Nefesimi kontrol ederek zihnimden geçenleri görmezden gelmeye çalışırken yutkundum.
Kafamın içindeki ses tam olarak Silvic’in sesine benziyordu.
Demek deliriyordum. Olay buydu. Ya da belki de bir şey duymuştum.
“Bir şey mi söyledin?” Paniğim sesimden okunuyordu.
Silvic benim çıkışmamı bekliyormuş gibi sakin görünüyordu. “Hayır, söylemedim.”
Gözlerindeki ifadeyi gördüğümde gözlerimi kırpıştırdım. Tamamen kabullenmiş bir ifadeydi. Bir şeyin farkına varıp bunu kabullenmiş gibiydi.
Kapıyı çat diye yüzüne kapattım. Pizzanın canı cehenneme.
Tek isteğim o ucubenin beni rahat bırakmasıydı. Halüsinasyon görmediğimden emindim. Onun sesini kafamın içinde duymuştum.
Güç yayan erkeksi o sesi. Evet, bu kesinlikle onun sesiydi. Sesi beni esir almıştı.
Kesinlikle diğer erkeklerden farklıydı. Karşısında eğilmek ve gözlerinden kaçınmak istiyordum.
Ondan uzak durmam gerektiğini biliyordum ve bunu yapacaktım. Göğsüm acıyla gerilirken kendi kendime iç çektim.
Belki de bende bir sorun vardı.
Bir süre beklesem de zil çalmadı. Şu andan itibaren o lanet kapıyı kimseye açmayacaktım.
Daha fazla korkmamak için bu düşüncelerimi bir kenara bıraktım.
Odama yöneldim. Tek yapmak istediğim, düşünceler girdabında adeta kaybolan zihnimle battaniyenin içine gömülmekti.
Midem gürültülü bir şekilde isyan etse de ona aldırış etmedim. Öğünümü asla atlamazdım ama bu akşam iştahıma öncelik verecek durumda değildim.
İçimden Silvic’e küfretmeye başladım.