Bailey King
Peyton dün bayıldıktan sonra gözlerini hastanede açtı. Doktorlar onu getiren adamın kendisini bıraktıktan hemen sonra hastaneden ayrıldığını söylediler.
Bayılma nedeninin muhtemelen uzun süredir düzgün beslenmediği için olmuş olabileceğini ve bu durumun bebek için tehlikeli olduğunu açıkladılar.
Gerekli takviyelerin yapıldığını ve bebeğin durumunun iyi olduğunu duyunca Peyton rahat bir nefes aldı.
Her ne kadar bebeği iğrenç bir anlaşmanın meyvesi olsa da Peyton, onu tüm kalbiyle seviyordu. Ona bir şey olması düşüncesi bile içini ürpertiyordu. Eğer ona farkında olmadan bile zarar verecek olsa kendini asla affetmezdi.
Bu, kendine verdiği sözü tutma ve şimdiye kadar kendi ailesinin yaptıklarından ya da yaptıklarını iddia ~ettiklerinden ~daha iyisini yapma şansıydı.
Peyton doktora durumunu açıklayıp ilaçlarını aldıktan sonra hastaneden çıkış yapıp evine yöneldi.
Doktorun eline tutuşturduğu yemeği buzdolabına koyup zaman kaybetmeden doğruca uyumaya gitti. Hem kendi hem de bebeği için dinlenmesi gerekiyordu. Doktorun talimatı bu şekildeydi.
Neyse ki ertesi gün izinliydi. Sabah uyandığında güzel bir kahvaltı yapıp biraz kahve içince kendine geldi.
Uzun ve ılık bir duşun ardından yazlık mavi elbisesini giyip rahat sandaletlerini ayağına geçirdi.
Yüzünde büyük bir gülümsemeyle karnına bakıp bebeğini kucağına alacağı günü hayal etti.
Yakında anne olacaktı.
Kendi annesinden daha iyi bir anne hem de…
Düşüncelerini bir kenara bırakıp tezgâhın üzerinde duran çantasını alıp kapıya yöneldi. Eşikten adım atar atmaz önünde dikilen sert, kaslı bir vücuda tosladı. Ne olduğunu anlayamadan bir adım geri çekildi.
“Oha!”
Karşısındaki adamın güçlü kolları omuzlarına sarılınca başını kaldırıp nefret ettiği adamı görünce öfkeden gözü döndü.
“Sebastian Coleman. Siz buralara gelir miydiniz?”
Sebastian, Peyton’ın yaşadığı evden iğreniyordu. Peyton ise bu konuda onunla dalga geçmekten zevk alıyordu.
“Yolunu mu kaybettin yoksa? Eğer Pislikköy’ü arıyorsan şu tarafta,” deyip merdivenleri gösterdi.
Sebastian cevap vermek yerine tıpkı ilk sefer olduğu gibi Peyton’ı kenara ittirip içeri girdi.
Peyton’ın tüm itirazlarına rağmen mutfağa yönelip buzdolabını açtı. İçindekileri kontrol edip mutfak dolaplarına yöneldi.
İşini bitirdikten sonra öfkeden kudurmak üzere olan Peyton’a dönüp kahkaha patlatmamak için dudaklarını ısırdı.
Peyton korkutucu görünüyordu.
“Ne yaptığını sanıyorsun sen? Burası benim evim!”
Sebastian şaşırmıştı. Alt tarafı birkaç dolabı karıştırmıştı. Bunda bu kadar sinirlenecek ne vardı ki?
Ayrıca, daha kendi öfke dolu düşüncelerini ona aktarmamıştı bile. Birazdan kopacak fırtınadan haberi bile yoktu.
Sebastian gözlerinden alevler çıkarken, “Evde yiyecek bir lokma bir şey yok. Yetersiz beslendiğin için hastaneye kaldırıldın. Yaşayıp yaşamadığından emin olmak için geldim! Çocuğumun hayatını böylesine tehlikeye atmışken bana bu şekilde bağırmaya hakkın yok,” diye haykırdı.
Peyton, Sebastian’ın sözlerinde ciddi olduğunu biliyordu. Adam her ne kadar duygularını gizlemeye çalışsa da gözleri her şeye ele veriyordu. Peyton, bir araya geldikleri sayılı seferde bile bunu anlamıştı.
Şu anda gözlerinde öfkesini görebiliyor olmasının nedeni Sebastian’ın bunu fark etmesini istediği anlamına geldiğini biliyordu.
Ama Peyton tam bir savaşçıydı, geri adım atmayacaktı. Sıska kollarını önünde birleştirip küstah bir duruşla Sebastian’a bakmaya başladı. Kendini savunması gerektiğinin farkındaydı.
“Birincisi, yemek alacak param yok. Eğer bu durum seni bu kadar rahatsız ediyorsa, o zaman bana para ver!”
“İkincisi, çocuğumuzu tehlikeye atan kişi ben değilim, sensin Bay ‘bebeğimi taşıyan kadınla işim olmaz’! Her aklına estiğinde kapıma dayanıp beni rencide etme hakkını nereden buluyorsun?”
“Senin dünyanda işler nasıl yürüyor bilmiyorum ama gerçek dünyada işler öyle bildiğin gibi değil. İnsanlar bir şeyleri elde etmek için gecesini gündüzüne katıp çalışmak zorundalar.”
Peyton hızla atan kalbini sakinleştirmek için derin bir nefes alıp duraksadı.
“Bu yüzden neyin ne olduğunu bilmeden kimseyi yargılamaya kalkma!”
Peyton’ın sözlerinden sonra odaya derin bir sessizlik hakim oldu. Peyton, geri adım atmayı reddettikçe, Sebastian daha fazla sinirlenmemek için kafasında binbir türlü başka düşünceyle savaşmak zorunda kalıyordu.
Çocuğunu hiçbir ihtiyaçtan mahrum bırakmayacaktı. Doğana kadar annesinin de en az kendisi kadar sağlıklı olması gerekiyordu. Sebastian derin bir nefes alıp durumun artılarıyla eksilerini düşünüp tek kelime etmeden Peyton’ın küçük odasına ilerlemeye başladı.
Peyton’ın kendisini takip ettiğini biliyordu ama umurunda değildi. Hızla odanın köşesindeki şifonyeri açıp içinden beyaz bir atletle bir kot pantolon çıkarıp kapının eşiğinde bekleyen Peyton’a uzattı.
Peyton eşyaları almak için herhangi bir hamle yapmayınca gözlerini devirdi.
“İstersen durumu daha da zorlaştırmayalım. Vücudunun her noktasını zaten görmüş olduğum gerçeğini unutuyorsun galiba. Hadi giy şunları.”
Peyton şaşkınlık içinde Sebastian’ın uzattığı kıyafetleri alıp soyunmaya başladı. O sırada Sebastian da çekmecelerde işlerine yarayabilecek başka bir şey var mı diye bakınıyordu.
Hiçbir şey bulamayınca arkasını dönüp olduğu yerde donakaldı. Sanki içinde bir yerlerde bir şeyler kırılmıştı.
Peyton odanın girişinde üzerinde kot pantolonu ve siyah sütyeniyle duruyordu. Sebastian birkaç adım atıp Peyton’ın önüne gelince usulca eğilip gözlerini kızın şişmekte olan karnına dikti.
Adam ellerini Peyton’ın karnına kaldırıp nazikçe şiş göbeğinin üzerine koydu. Peyton, adamın yüzünde daha önce hiç görmediği bir gülümseme belirirken soğuk ellerinden kaçmak yerine olduğu yerde kalmayı tercih etti.
“Şimdiden belli oluyor.”
Peyton evet anlamında başını sallayıp gözlerini yerden kaldırıp odanın içinde gezdirmeye başladı. Karnında bir çift dudak hissettiğinde neredeyse yerinden zıplayacak gibi oldu ama bu his o kadar güzeldi ki geri çekilmedi.
“Merhaba ufaklık, ben senin babanım.”
Sebastian, Peyton’ın kendisiyle dalga geçeceğini düşünüp gözlerini karnından çekti ama onun yerine Peyton’ın yaşlarla ıslanan gri gözleriyle göz göze geldi.
“Annenin sana söylediklerinin aksine, ben aslında oldukça iyi biriyim.”
Sebastian düşünmeden konuşuyordu. Şu raddede onun için önemli olan tek şey çocuğunun onu sevmesiydi.
Eğer çocuk kız olursa onu oyuncak ayılar ve çiçeklerle şımartacak, eğer erkek olursa da birlikte futbol oynayıp Lego yapacaklardı. Şimdiden bunların hepsini yapmak için gün sayıyordu.
Tekrar ayağa kalktığında Peyton’ın yüzünde masum bir gülümsemeyle atletini giymekte olduğunu gördü. Genç kız hiçbir sorun çıkarmadan dış kapıya ilerlerken içinde derin bir memnuniyet hissiyle onu izledi.
Tezgâhın üzerinde duran çantasını alıp Peyton’ı aşağıda bekleyen arabasına yönlendirdi. Son model Range Rover’ın arka koltuğuna oturup şoförün arabayı çalıştırmasını beklemeye başladılar.
“Nereye gidiyoruz?”
Sebastian gözlerinin devirip bakışlarını Peyton’a çevirdi.
“Bana taşınıyorsun, Gümüş.”
Peyton’ın itirazlarını yok sayıp atletinin altından belli olan karnına son bir kez bakıp cebinden çıkardığı telefonuyla bir şey yazmaya başladı. Eve varmadan önce bazı şeyleri halletmesi gerekiyordu.
İtiraz kabul edecek durumda değildi.
Bebeği için kendisinin hiç sahip olmadığı baba olması gerektiğini biliyordu.