Günaha Davet - Kitap kapağı

Günaha Davet

S.L. Adams

Üçüncü Bölüm

LAYLA

Eski püskü sırt çantama birkaç bakım ürünüyle kıyafet atıp fermuarını çektim. Briggs mutfakta korumasıyla beni bekliyordu.

Kısık sesle konuşsalar da eski karavanın duvarları inceydi. Bu yüzden ağızlarından çıkan her kelimeyi duyabiliyordum.

Koruma Frank’i bırakmadan önce tartakladığını söyledi. Frank’in savurduğu tehditleri Briggs’e anlatırken damarlarımda akan korkuyu hissedebiliyordum.

Masum zihnim o herifin ağzından çıkan tecavüz eylemlerini tam olarak kavrayamıyordu. Severek okuduğum aşk romanlarındaki karakterler bile bu kadar ahlaksız değildi.

Shelly, Frank’in ona bunları yapmasına izin veriyor muydu? Muhtemelen. Ablamın gözü karaydı.

Sırt çantamı omzuma atıp mutfağa döndüm. Beni gördüklerinde konuşmayı kestiler.

Paltomu sandalyenin arkasından alıp sırt çantamı yere bırakarak onu giydim. Koruma sırt çantamı kaparak dışarı çıktı.

Briggs, “Hazır mısın?” diye sordu.

Titreyen sesimle, “Evet,” diye fısıldadım.

“Her şey yoluna girecek Layla,” dedi. “Bana güvenebilirsin.”

“Şu anda başka bir seçeneğim yok.”

Koruma geri dönüp Briggs’e bir şapka uzattı. “Burası kalabalık görünüyor,” dedi.

Briggs, “Teşekkürler Vlad,” diye mırıldandı. Şapkasını takıp siperini aşağı indirdi.

Vlad. Demek koruması Rus ~idi.~

Vlad bizi dışarıdaki garaj yoluna park etmiş havalı siyah limuzine götürdü. Sokağın karşısında toplanan birkaç kişi aval aval bakarak kendi aralarında fısıldaşıyordu.

Dorset Çayırı bölgesine her gün böyle bir araba gelmezdi. Vlad kapıyı açıp arka koltuğa geçmemi işaret etti.

Deri koltuğa oturdum. Ellerim öyle titriyordu ki emniyet kemerimi takamadım.

Briggs koltuğa doğru eğilerek, “Yardım edeyim,” diye teklif etti.

Bir tür odunsu parfüm ya da tıraş losyonunun baş döndürücü kokusu burun deliklerime hücum edince vücudumda alışılmadık bir tepkiye yol açtı.

Vücudumdaki her sinir ucunun uyanışa geçtiğini hissettim. Bacak aramda bir şeyler oluyordu. Ama bu his aşk romanlarındaki kadın karakterlerin betimlediği gibi değildi.

Cinsel olarak deneyimli roman karakterleri ıslandıklarını betimlemek için, külotlarında ferah bir his yaşıyormuş, vajinasındaki çiçekleri penetrasyona hazırlıyormuş gibi şatafatlı benzetmeler kullanırdı.

Gelgelelim bu büyük bir zırvalıktı! Ben düpedüz altıma işemiş gibi hissediyordum. Briggs benden uzaklaşır uzaklaşmaz sıcak ıslaklık yerini soğuk bir rahatsızlığa bıraktı.

Ama emniyet kemerimi bağlamaktan fazlasını yapsaydı ne olurdu? Uzanıp beni kot pantolonumun üzerinden ovuştursaydı? Ya da o büyük ellerinden birini pantolonumun içine kaydırsaydı?

Acaba nasıl hissederdim?

Benim neyim vardı böyle? Kim başka bir adam tarafından saldırıya uğrayıp tecavüzün eşiğinden döndükten daha bir saat sonra yabancı bir adamın onu parmakladığını hayal ederdi? Layla Lucas bunu yapmazdı.

Ben iyi bir kızdım. Hayatım boyunca annem ve ablamdan olabildiğince farklı olmayı kendime düstur edinmiştim. Her hafta eve farklı bir adam getiren bir anneyle büyümek beni oldum olası korkutmuştu.

Üvey kardeşim de annemin bizim için çizdiği yolu takip etmeye karar verdi. Shelly on beş yaşına bastığında, eve oğlanlar ve olgun erkekler getirmeye başladı. Annemse bunu fark edemeyecek ya da umursamayacak kadar hastaydı. O zamanlar akciğer kanseriyle boğuşuyordu.

Annem bir şekilde Shelly on sekizine basana kadar hayata tutundu. Ablam yetişkin olduktan iki gün sonra öldü. Bunu artık epey rahat söyleyebiliyordum.

“İyi misin?” Briggs’in derin ses tonunu duyunca, boktan çocukluğumla ilgili iç karartıcı düşüncelerimden uzaklaştım.

Boğuk bir fısıltıyla, “İyiyim,” diye cevap verdim.

“Artık güvendesin,” diyerek söz verdi. “Sana bir şey olmasına müsaade etmeyeceğim Layla.”

“Neden?”

Kaşlarını çatarak, “Neden mi?” diye tekrarladı.

“Evet. Başıma gelecekleri neden umursuyorsun?”

Çenesini ovuşturarak, “Şey,” dedi. “En başta, sen çocuklarımın teyzesisin.”

“Asla iletişime geçemeyecekleri teyzesi.”

Karşılığımı görmezden gelerek, “Ayrıca ben genç bir kadını tecavüz tehlikesiyle bir başına bırakacak kadar kalpsiz bir canavar değilim,” diye devam etti.

“Lütfen şu kelimeyi kullanmayı keser misin? Hoşuma gitmiyor.”

Sessizce, “Özür dilerim,” dedi. “İkimiz için de uzun ve duygusal bir gün oldu. Yarın etraflıca konuşmaya ne dersin?”

“Olur.”

Pencereden dışarı baktım. Şehir merkezine dönüyorduk. Briggs’e nerede oturduğunu bile sormamıştım. Vlad, Don Nehri Vadisi’nin güneyine sapıp Richmond’dan çıkarak Eski Toronto’ya doğru ilerledi.

Shangri La’da mı yaşıyorsun?” Adelaide Caddesi’ndeki özel garaja girdiğimiz anda nefesim kesildi.

Shangri La, Toronto’daki en yüksek binalardan biriydi. Tepeden tırnağa camla kaplı bina, eğlence bölgesinin üzerinde, şehrin tam kalbinde yükseliyordu.

“Hokey sezonunda yollarda olmadığım zamanlarda burada kalıyorum,” diye açıkladı. “Ama artık emekli olduğuma göre satabilirim.”

Vlad arabayı park edip bagajdan sırt çantamı aldı. Koruması hemen arkamızdan bizi takip ederken Briggs’le asansöre doğru ilerledik.

Neden koruması vardı? Sonuçta bir rock star ya da film yıldızı değildi. Acaba bütün profesyonel hokey oyuncularının koruması var mıydı?

Küçük otoparkı inceledim. Buradaki diğer tek araç büyük bir SUV idi. Vlad asansörün yanındaki panele bir kod girince kapılar açıldı.

Köşeye çekilip hangi kata bastığını anlamak için düğmeleri taradım. Ama panelde tek bir numara yoktu!

“Kaçıncı katta oturuyorsun?” diye sordum.

Briggs beni merakla süzerek, “Altmış beşinci katta,” diye cevap verdi. “Bu kişisel bir asansör. Çatı katında oturuyorum.”

“Herhâlde çatı katında oturuyorsundur,” diye mırıldandım.

Briggs gözlerini kırpıştırıp büyüleyici gözleriyle gözlerimin içine bakarken, yüzünde eğlenceli bir sırıtış beliriverdi. “Anlamadım?”

Bakışlarımı yere eğdim. Bunu ne diye söylemiştim? Bu adam bana sadece yardım etmeye çalışıyordu. Ve bu hikâyedeki kurban oydu. Yaralı taraf kesinlikle ablam değildi. Maddi kazanç sağlamak için birini uyuşturup ona cinsel saldırıda bulunmuştu.

Roller tersine dönseydi ve ablamın yaptığını bir erkek yapsaydı, önce medya tarafından topa tutulur sonra da adaletin elleriyle uzun süreli hapse atılırdı.

“Özür dilerim,” diye fısıldadım. “Bunu söylememeliydim.”

“Özründen çok bunu neden söylediğinle ilgileniyorum.”

Ayakkabılarımın yıpranmış yüzeyine baktım. Daha fazla dayanmayacağı belliydi.

“Biraz önce söylediğini açıklar mısın lütfen?”

Pekâlâ. Bunun peşini bırakmayacaktı. Cesaretimi toplayıp başımı kaldırdım. Beklediğim kızgınlıkla öfke ifadesinin yerine Briggs’in yüzünde neşeli bir gülümseme vardı.

Bu durumun komik olduğunu mu düşünüyordu?

Kollarımı göğsümün altında kavuşturarak, “Seni bugün bu kadar eğlendirebildiğim için çok mutlu oldum,” diye çıkıştım.

Ne yazık ki göğüslerim halihazırda iri olduğundan, bu hareketi yapmamla daha da yukarı çıkmışlardı. Bir de üzerimde V yakalı bir tişört olduğunu göz önünde bulundurunca, ne kadar göze battıkları aşikârdı.

Onun gibi bir çapkına göre gayet olağan bir tepki olarak, gözlerini yüzümde tutmak adına büyük çaba sarf ederken, “Ben… Ben… Eğlenmiyor…” diye kekeledi. “Neyse.”

Asansör yolculuğunun kalanı sessizlik içinde geçti. Hoş, yolculuk bir dakikadan kısa sürdü. Asansör durduğunda kulaklarım basınçtan patlayacak gibiydi. Daha önce hiç bu kadar yükseğe çıkmamıştım. Kapılar açıldığında Briggs’in dairesinin girişindeydik.

Cam merdivenleri fark edince, “Buranın üç bebek için uygun olduğunu sanmıyorum,” deyiverdim. Sahiden. Bunun iyi bir fikir olduğunu kim düşünmüştü?

Ayrıca beyaz duvarla sütunlar da neyin nesiydi? Burası bir ev gibi değildi. Resmen steril bir kutuydu. Dış cepheyi boydan boya kaplayan pencerelerden şehrin nefes kesici manzarası görünüyordu.

“Ben de aynısını düşünüyorum,” diyerek bana katıldı. “İşte satmak için bir neden daha.”

Burada ne işim vardı? Lüks bir çatı katında ikinci el kıyafetlerimle oldukça eğreti hissediyordum. İnanılmaz huzursuzdum.

Sırt çantamı kaparak, “Sana odanı göstermemi ister misin?” diye sordu.

Odanın etrafına bakındım. Vlad nereye gitmişti? Briggs’le yalnız kalmak istemiyordum!

“Merak etme, ısırmam,” diyerek takıldı.

Nazikçe, “Evin çok güzelmiş,” dedim.

Omuzlarını silkti. “En sevdiğim yer olmasa da şimdilik iş görüyor.”

“Sanırım öyle,” dedim. “Mount Sinai Hastanesi buraya epey yakın.”

“İki blok ötede.”

“Yürüyerek bile gidebilirsin.”

“Bunu çok isterdim ama paparazziler bu ara akbaba gibi etrafımda dolaşıyor. Bu riski almama değmez.”

“Bu gerçekten sinir bozucu olmalı.”

Derin bir iç çekişle, “Evet,” dedi. “Öyle.”

“Taburcu olduklarında bebekleri nereye götürmeyi planlıyorsun?”

“Muskokas’ta bir evim var, oraya.”

“Ah.”

“Layla?” Başını yana eğerek çarpık bir sırıtışla beni inceledi.

“Efendim?”

“Bir noktada içeri girmeyi düşünüyor musun?”

“Hayır,” diye geveledim. “Burada yere kıvrılıp uyuyacağım.”

Havalı mermer bankı işaret ederek, “Otur,” diye emretti.

Bankın üzerine oturmamla önümde diz çöktüğünde gerginlikle ona baktım. Bağcıklarımı çözüp sağ ayakkabımı çıkarırken kesilen nefesimle, “Ne yapıyorsun sen?” diye sordum.

Diğer ayakkabıma uzanarak, “Ne yapıyormuş gibi görünüyorum?” diye sordu.

“Ayakkabılarımı kendim çıkarabilirim.”

“Bunu yapabileceğine eminim ama sabah olmadan sana süitini göstermek istiyorum.”

“Saat daha sekiz!”

Ayağa kalkarak, “Hımhım,” dedi. “Ama on dakikadır evimin girişinde kıpırdamadan öylece dikiliyorsun. Teşvike ihtiyacın olabileceğini düşündüm.”

“Gerginim,” diye itiraf ettim.

Elini bana uzatarak, “Gerilecek bir şey yok,” dedi. “Hadi gel.”

Uzattığı elini tutmamla beni ayağa kaldırırken, küçük elimin kocaman elinde kaybolduğunu gördüm.

Sıcak elinin teni pürüzlü ve nasırlıydı. Sırt çantamı diğer eline alıp beni merdivenlere yönlendirdi.

“Önden buyur,” dedikten sonra önden gitmemi işaret ederek elimi bıraktı.

Tırabzanlara tutunup kıçım üstüne düşmemek için cam merdivenlerin her basamağını dikkatle çıktım. İkinci kata çıktığımızda beni koridorun sonuna götürüp bir odanın kapısını nihayet açtı.

Kapalı başka bir kapıyı göstererek, “Odanın içinde banyon var,” dedi. “Bakım ürünleriyle dolu. Orada olmayan herhangi bir şeye ihtiyacın olursa bana söylemen yeterli.”

Ahşap zemine bakarak, “Teşekkür ederim,” dedim.

“Panjurları açmak istersen, düğmeleri şurada.”

“Tamamdır.”

Ellerini kot pantolonunun ceplerine sokarak, “O hâlde ben seni yalnız bırakayım,” dedi. “İyi geceler.”

“İyi geceler.”

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok