Birlikte Çalışalım - Kitap kapağı

Birlikte Çalışalım

R S Burton

Üçüncü Bölüm

Ruby

Ertesi gün, birkaç gün önce iş arkadaşı olduğum kızlarından arkasından başım dik bir şekilde binaya girdim.

Aldığım terfinin sahiden de “son giren ilk çıkar” meselesiyle ilgili olduğunu bilecek kadar zekiydim ama kaçırdıkları bir şey vardı.

Tobias Clarke için çalışmak, ikinci katta çalışanların korktuğu kadar kötü değildi.

Evet hem soğuk biriydi hem de dört gün boyunca bir kez bile gülümsediğini görmemiştim. Ama tanıdığım en kötü adam da değildi.

Asansöre girip köşeye çekildim. İkinci katta çalışan kızlar bana baksa da hiçbir şey söylemedi.

İkinci katın kapılarının açılmasıyla herkes asansörden indi. Ben hariç herkes.

En üst kata ulaştığımda koridordan geçerek masama yürüdüm. Klavyemin üstünde ikiye katlanmış küçük bir not kâğıdı olduğunu fark ettim.

Kaşlarımı çattım. Tobias not bırakacak türden birine benzemiyordu ve burada ondan başka kimseyi tanımıyordum. Gerginlikle yutkunarak kâğıdı aldım.

Seni seviyorum, Rubes. Tekrar deneyelim. Ben.

~Dimdik doğrulup dikkat çekmemeye çalışarak ofisi kolaçan ettim.

Birden midem bulanırken kusmam gerektiğini hissettim.

Worthington’a taşınırken arkamda hiçbir iz bırakmamaya ve işe başladığımda bile bu konuda dikkatli olmaya özen göstermiştim.

Aslında işe iki otobüs ve bir trenle gelmemin nedeni de insanların, daha doğrusu Ben’in izimi sürmesini zorlaştırmaktı.

Masamın üzerinde onun el yazısıyla yazılmış bir not durduğuna göre belli ki başarısız olmuştum. Gözlerimi kapattım.

Beni bir polisin bir suçluyu tuttuğu gibi tutmuştu. Kollarım arkamda, onun dizi ise ensemdeydi.

Kaçmaya çalışırken ayağım takıldığı için benim sakarlığımdan yararlanmıştı.

“Aptal sürtük,” diye güldü.

“Bırak beni, Ben. Lütfen,” diye yalvardım. Geçen yılı yalvararak geçirmiştim. Yalvarmaktan bıkmıştım.

“Bana ne yapacağımı söyleyemezsin kadın.” Hafifçe kımıldanarak dizini boynuma daha da gömdü. Acıyla inlesem de umursamadı. Oralı olmadı.

Sonunda hareket ederek dudaklarını kulağıma bastırdı. “Sen benimsin. Bunu aklından çıkarma, Ruby. Beni asla terk etmeyeceksin.”

Parmaklarını sırtımda gezdirdikten sonra tişörtümün yakasından tutup beni havaya kaldırdı. “Seni hiç kimse benim sevdiğim gibi sevmeyecek.”

Yüzüne tükürmek ve ona vurmak istesem de onu kışkırtmak istemiyordum. Bunu yapmak yerine başımı sallayıp yanından geçerek odama döndüm.

Onun göz hapsinde ders kitaplarımı çantama doldururken bunu görmezden gelsem de öfkesinin yeniden kabardığını hissedebiliyordum.

Gülerek, “Nereye gittiğini sanıyorsun?” diye sordu.

“Okula. Sabahtan pazarlama dersim var,” diye yalan söyledim. Bu onun beni son kez taciz edişi olacaktı. Bu sefer kurtulacaktım. Ondan olabildiğince uzağa kaçacaktım.

Bir başıma olduğum bir dönemde hayatıma girmesine izin vermiştim ve o günden itibaren hayatımı burnumdan getirmişti. Bunu daha fazla yapamayacaktı. Her şey bitmişti.

Gözlerimi açıp kendimi tekrar ofiste bulduğuma şükrederken, onun saldırgan notunu hâlâ tuttuğumu fark ettim. Notu kenara fırlatıp düzenli nefesler almaya çalıştım.

“Ah, dünyamıza döndünüz demek?” Tobias’ın sesi önümden gürledi.

Memnuniyetsiz yüzüne bakarak dudağımı ısırdım. “Özür dilerim efendim,” diye yanıtladım.

“Size hayallere dalmanız için maaş vermiyorum, Bayan Moritz.”

Başımı salladım. Haklıydı. Geçmişimi ofise getirmiştim ya da daha doğrusu geçmişim beni bulmuştu. Hayal ya da kâbus, fark etmezdi.

Uzun zamandır yok olduğunu umduğum bir kısmım yeniden su yüzüne çıkmıştı.

“Bugün üç toplantım var. Hepsine hazırlanmanızı istiyorum. Not alacaksınız.”

“Elbette,” diye cevap verdim.

Tobias başını iki yana sallayarak notu masadan aldı. Notu tam ondan geri isteyecekken kendimi durdurdum. Bunu açıklamak istemiyordum.

Ona notta yazanın asla istemediğim bir şey olduğunu ve Ben’in kelimelerinin içimi uzun zamandır hissetmediğim bir korkuyla doldurduğunu söylemek istemiyordum.

İfadesiz bir tonda, “Aman ne tatlıymış,” dedi.

Sertçe yutkundum. Ben’le ilgili herhangi bir şeyin tatlı olması mümkün değildi. Notu hiç görmemiş olmayı istiyordum. Onun varlığını unutmak istiyordum.

“İşimi sağlama alırım Bayan Moritz, bu yüzden özel hayatınızı bu ofisin dışında tutmanızı isteyeceğim. İlk toplantımız yirmi dakika sonra.”

Bıraktığı notun süzülerek masama inişini izledim.

Gözlerimin kenarlarında yaşlar birikti. Ben, nerede ve kiminle çalıştığımı biliyordu. Buraya kadar girip not bırakmıştı. Birdenbire kovulmak çekici gelmeye başlamıştı.

Tobias, “Bayan Moritz,” diye seslendi.

Gözyaşlarımı birkaç dakika daha tutmak için kendimi zorlayarak başımı kaldırdım. Tobias ofisine döndüğünde rahatça ağlayabilirdim.

Tobias’ın bakışları yoğundu. Ofisinin buz efektli cam kapısını tutarken kaşlarını çattı.

Uysal bir ifadeyle, “Evet, efendim,” dedim.

“İyi misin?” Yumuşak sesi kafa karıştırıcıydı. Daha bir dakika önce dikkatim dağıldığı için beni azarlarken, şimdi neredeyse endişeli görünüyordu.

Elimdeki kâğıt parçasına bakarak başımı onaylarcasına salladım. Ama iyi değildim. Korkmuştum.

Başımı tekrar kaldırdığımda Tobias’ın ofisinin kapılarının kapandığını gördüm.

Tobias’ın ilk toplantısı için misafirler eşliğinde ofise girdiğimde not hâlâ aklımı kurcalıyordu. Onlar konuşurken odanın bir köşesine oturup küçük dizüstü bilgisayara notlar aldım.

Onlar satın alma ve finanstan bahsederken, ben de Ben’in beni nasıl ve iki yıldan sonra neden bulduğunu sorgulamaktan kendimi alamadım.

Sırf ondan kaçmak için şehir ve üniversite değiştirmiştim. Yeni bir başlangıç yapmak istemiştim. Bunu başardığımı sanmıştım.

“Bayan Moritz?” Tobias’ın aksi sesi beni yine düşüncelerimden uyandırdı.

Başımı kaldırıp ona baktığımda ofiste kimsenin kalmadığını gördüm.

“Belli ki aklınızda daha mühim konular var. Eve gitmeye ne dersiniz?”

“Efendim, lütfen. Beni kovmayın...”

Şimdi olmaz.~ Kaçmak için yeterli parayı bir araya getirmeliydim.

Tobias kollarını göğsünde kavuşturdu. “Bugün ikinci kez dalıp gittiniz. Ben size işimi şansa bırakmam dedikçe, siz benim sabrımı sınıyorsunuz.”

Profesyonelce davranmadığım konusunda haklıydı. Ben’in üzerimde böyle bir etkisi vardı. Ama eve gitmek istemiyordum. Burada çok daha güvendeydim. Nerede çalıştığımı öğrendiyse, pek tabii nerede yaşadığımı da öğrenmiş olmalıydı.

Ne yapacağıma karar vermek için zamana ihtiyacım vardı.

Yalvarırcasına, “Lütfen,” dedim.

Tobias bıkkınlıkla iç geçirdi.

“İştirak etmem gereken toplantılar olmasaydı bunu düşünmezdim bile, Bayan Moritz. Ofisimden çıkın ve masanıza dönün. O notları da benim için derleyin.”

Başımı sallayıp ayağa kalkarak küçük bir sıçan gibi kapıya koştum.

Tobias, “Bayan Moritz?” diye seslendi.

Durup sertçe yutkundum.

“İlk günkü hırçın kız nereye gitti?”

Ben bir sahtekârdım ve o da bunu biliyordu. Sorusuna cevap vermedim. Sorusunun retorik olduğunu anladığım için ofisime, masama doğru yürüdüm.

Oturup parmaklarımı klavyenin üzerine yerleştirdim. İpin ucundaydım. Bir hata daha yaptığım takdirde işimden olacaktım.

Tam iç çekerek toplantı notlarına bakacakken önümdeki işe odaklanamadan tüylerimin ürperdiğini hissettim.

“Rubes.”

O anda kanım dondu. Kafamı kaldırıp bakamadım. Sesini tanıdığımdan yüzünü görmeme lüzum yoktu.

“Buraya çıkmak gerçekten çok kolay, biliyor musun? O güvenlik kapıları çok uzun süre kendiliğinden açık kalıyor.” Ben’in kulak tırmalayıcı sesi beynime âdeta saldırıyordu.

“Burada ne işin var?” diye çıkıştım.

“Seni bir süredir arıyordum bebeğim. Benim olanı almaya geldim.”

Bedenim alev almış gibiydi. Ben ne onundum ne de bebeğiydim.

Ayağa kalkıp masamın etrafından yürüdüm. Parmağımı sertçe göğsüne bastırarak dudaklarımı yukarı kıvırdım.

“Ben senin değilim. Hiçbir zaman da olmadım. Git buradan. Hemen.”

Daha önce defalarca yaptığı gibi bana güldü. Hiç düşünmeden elimi kapıp vücudumu komple kendine çekti.

Elinden kurtulmaya çalışsam da benden daha güçlüydü.

Beni sertçe duvara itmesiyle Tobias’ın pahalı tablolarından biri yerinden oynayarak büyük bir gürültüyle yan tarafımdaki boş sandalyeye düştü.

Gözlerimi kapatıp başıma geleceklere karşı kendimi hazırladım. Ama hiçbir şey olmadı. Ben’in üzerimdeki baskısı birden yok oluverdi.

Gözlerimi açıp Tobias’ın Ben’i yere yapıştırdığını görünce şok oldum.

Tıpkı kaçtığım gün Ben’in beni tuttuğu gibi onu olduğu yere sabitlemiş Tobias, “Sen de kimsin lan?” diye bağırdı.

Yutkunarak geri çekildim. İşimden olduğum kesindi ama Tobias beni kurtarmıştı.

Tobias’ın dizi ensesinde olduğu için Ben boğuk sesiyle, “Erkek arkadaşıyım,” dedi.

Tobias, “Ne garip seni küçük pislik, onun erkek arkadaşı benim,” diye karşılık verdi. “Ve seni bir daha buralarda görürsem… Sana neler yapacağımı bilmek bile istemezsin.”

Tobias’ın yalanı beni şaşırtsa da söylediğinden rahatsız olmadığımı fark edince daha da şaşırmıştım. Böylelikle Ben’i korkutup kaçırabilirdi.

Ben, gözlerini kısmış bana bakıyordu. “Seni lanet olası sürtük!”

Tobias, Ben’i yerden kaldırıp kapıyı işaret etti. “Binamdan defol git. Derhâl. Ben polisi aramadan önce.”

Ben, üstünü gelişigüzel silkeledikten sonra asansöre koştu.

Nutkum tutulmuştu. Gidişini izlemek anlamına bile gelse, onu bir daha görmek istemiyordum. Asansörün zilinin çaldığını ve kapıların kapandığını duysam da ancak Tobias koridordan uzaklaştıktan sonra gevşedim.

“Anladığım kadarıyla o Ben idi.” Kaşlarını çattı. “Hani şu aşk notunun sahibi?”

Başımı kaldırıp Tobias’a baktım. Yüzü karanlık ve endişeliydi.

“Evet,” diye mırıldandım. “Özür dilerim. Bilmiyordum…” Gözlerimden zapt edemediğim gözyaşları akarken başımı yere eğdim.

Her şeyin son bulduğunu sanmıştım. İkinci bir şansım olduğunu düşünmüştüm. Geçmişimin bu yönünü tamamen silmiştim.

Ama beni bulup tüm anıları beraberinde getirmişti.

Tobias’ın tehdidine rağmen onun pes etmeyeceğini biliyordum.

Tobias dirseğimi tutarak beni kendi ofisine götürdü. Endişeli ses tonuyla, “Sanırım dikkat dağınıklığın keyfi değildi?” diye sordu.

Sesindeki tüm öfke kaybolmuş gibiydi.

Başımı iki yana salladım. Tobias’a ilişki felâketimden bahsedemeyeceğim için verebileceğim tek tepki buydu. Zaten işe yaramaz biri olduğumu düşünüyordu. Beni bir de güçsüz olarak addetmesini istemiyordum.

Usulca, “Binanın güvenliğini sıkılaştıracağım. Buraya kadar gelebildiği için üzgünüm,” dedi.

Tobias’ın biraz önce yaşananlara verdiği yanıt karşısında şok olarak, “Yani kovulmadım mı?” diye fısıldadım.

Elini elimin üzerine koyarak dikkatimi çekti.

Ona bakınca gözlerinin ilk defa soğuk ya da kızgın görünmediğini fark ettim. Gözlerinin içindeki ifade, endişeli sesiyle tam olarak örtüşüyordu.

“Ruby, ben bir pisliğim… Ama o kadar da değilim.”

Onun ağzından ismimi duymamla içime uzun zamandır hissetmediğim bir sıcaklık yayıldı. Boştaki eliyle gözyaşımdan dolayı yüzüme yapışmış saçımı yüzümden çekti.

“Teşekkür ederim,” diye fısıldadım. “Özür dilerim. Özel hayatım…”

Bunların hiçbirinin beni burada bulmasını istememiştim ama olmuştu bir kere.

Tobias başını iki yana salladı. Sağ eli hâlâ elimin üzerinde, sol eli ise kulağımın arkasındaydı.

“Neyse ki buradaydım.”

“Neyse ki buradaydın,” diye mırıldandım.

Tobias bir şey söyleyecekken birden duraksadı. Doğrulup ellerini üzerimden çekerek başını yana eğdi.

“Notlarını toparla ve bugünlük evine dön.”

Başımı sallayıp ofisten çıkmak üzere ayağa kalktım. Kalbim delicesine atıyordu. Cevabını içten içe bildiğim için, Tobias’a Ben’e neden yalan söylediğini sormadım.

Onu temelli uzaklaştırmak istiyordu ve erkek arkadaşımmış gibi davranırsa benden uzak duracağını düşünmüş olmalıydı.

Ama Ben öyle tiplerden değildi.

Benim için geri dönecekti. Belki yakın bir gelecek değil. Ama er ya da geç dönecekti.

Tobias’ın notlarını toparlayıp ofisinin kapısına yürüdüm. Kapısını tıklatmaya fırsat olmadan Tobias kapısını açtı.

“Ne çabuk bitti?”

“Bitti,” diye cevap verdim. “Umarım yeterince iyi olmuştur.”

Kâğıdı Tobias’a uzattım. Alıp notlara şöyle bir göz attı.

“İyi duruyor. Ben de tam öğle yemeği için dışarı çıkmak üzereydim. Sizi eve bırakayım mı?”

Başımı iki yana sallayarak bir adım geri çekildim. “Hayır… Evim ofisten epey uzak. Ama teşekkür ederim.”

“Zamanım var, Bayan Moritz,” diye cevap verdi. “En yakın toplantım saat ikide, ayrıca eve sağ salim döndüğünüzden emin olmak istiyorum.”

Evim dediğim gecekonduyu görürse benim hakkımda daha da kötü düşüneceğini bilerek, bunu kaldırabileceğimden emin olamayarak dudağımı ısırdım.

Kaçışımın olmadığını tahmin ettiğim bu tekliften sıyrılmak için iyi bir mazeret bulmaya çalışsam da aklıma bir şey gelmedi.

“Teşekkür ederim, efendim.”

Tobias ofisinden çıkınca onu asansöre kadar takip ettim. Zemin katın düğmesine basmasıyla kapılar kapanırken sessizce bekledik. Asansör en alt kata inerken ikimiz de tek kelime etmedik.

Kapılar açılınca Tobias’ın arkasından asansörden indim.

Arabasına vardığımızda cebinden küçük siyah bir anahtarlık çıkarıp düğmesine basarak kapıyı açtı. Mat siyah bir BMW i8.

Arabaya bir servet yatırdığı belliydi. Kelebek kapılar önce yukarı, sonra dışa doğru açıldı. Araba sevdalısı babamın küçükken bana bunları öğrettiğini hatırladım.

“Güzel araba.” Gülümsedim. “Çevreye duyarlı mısınız yoksa sadece görünüşü için mi aldınız?”

“İkisi de,” diye yanıtladı.

Alçak siyah koltuğa otururken, “Etkileyici,” dedim. Muhtemelen hayatım boyunca bindiğim en pahalı araba olduğu için tadını çıkarmaya karar verdim.

Kapılar kapandıktan sonra Tobias motoru çalıştırdı. Parmakları GPS ekranının üzerinde gezinirken, “Adres?” diye mırıldandı.

Ona sahte bir adres vermeyi düşünerek sertçe yutkunsam da yalan söylediğimi er ya da geç anlayacağını biliyordum.

“184 Wheaten Bulvarı, Weatherly.” Adresi verdiğim anda şehrin “tekinsiz bölgesinde” oturduğumu anladı.

İç çekerek adresi GPS’e girdi.

Bu arabadan ve içinde bulunduğum durumdan bir an önce kurtulmak istercesine, “Beni bırakmanıza gerek yok. Dediğim gibi evim epey uzakta,” dedim.

Gergin ve kısık bir sesle, “Dediğim gibi, eve sağ salim vardığınızdan emin olmak istiyorum,” diye cevap verdi.

Bunun üzerine tekrar konuşmadık. Arabayı park ettiği yerden çıkarıp yeraltı garajından ayrıldı.

Yaşadığım şehir Lester Caddesi’ne dönüşmüştü. Söylentilere göre her zaman böyle değildi.

Worthington şehri eskiden bir turizm merkeziydi. Zenginlerin akın ettiği bir yerdi. Ve zamanla değişmişti.

Worthington hâlâ bir metropol olmasına rağmen artık diğer büyük şehirler gibi kusurluydu.

Tobias’ın i8’i, Worthington’ın alt kesimindeki bozuk yollarda ilerlerken göze çarpıyordu. Ben dışarıdaki bakışları fark etsem de onun fark etmediğini tahmin edebiliyordum.

Kaldı ki pek de umursayacak birine benzemiyordu.

Köhne binamın önüne yanaştığında, aldığı keskin nefes bana evimle ilgili ne düşündüğünü söylemeye yetti.

Arabayı durdurup kırık çitlere, tahta plaklarla kapatılmış pencerelere ve rengi solmuş binaya baktı. “Burada mı yaşıyorsunuz?” diye sordu. “Bunun içinde mi?”

“Görünüş aldatıcı olabilir. Aslında evimin içi iyi durumda,” diye cevap versem de dairemin iyi durumda olmasının tek nedeninin onu bu hâle getirmek için yorulmadan çalışmış olmam olduğunu belirtmedim.

“Peki ya güvenlik? Ya o herif sizi yine bulursa?”

Ben çalıştığım yeri bulduğuna göre, nerede yaşadığımı da kuvvetle muhtemel bulmuştu.

Çantamdan anahtarlarımı çıkarıp avucumun içinde şıngırdattım. Artık korkarak kaçamazdım. Ben’den kurtulabilmek için çok uğraşmıştım.

En azından başka bir yerde yeni bir hayat kurmak için yeterli param olana kadar cesur davranmalıydım.

Elimi kapı koluna koyarak, “Bir şey olmaz. Sürgü kilitli bir kapım ve meraklı komşularım var,” dedim.

Tobias başını onaylarcasına sallasa da bakışları yoğun, dudakları ise gergindi.

“Bıraktığınız için teşekkür ederim, efendim.”

Başını tekrar yola çevirerek, “Rica ederim,” diye cevap verdi.

Kapıyı açıp arabadan indim. Kapıyı kapattıktan sonra biraz önce bahsettiğim meraklı komşularımdan biri seslendi.

“Şuna bakın yahu! Bizim fıstığı zengin manitası eve bırakıyor.”

Yaşlı Bayan Ferris’in kafası biraz kırıktı. Ona bakarak başımı iki yana salladım.

Şaka yapıyordu ama Tobias’ın şakanın ne olduğunu bildiğinden bile emin değildim. Beş gündür onun bir kez bile güldüğüne şahit olmamıştım.

Tobias arabasıyla uzaklaşırken, ben olanları anlamlandırmaya çalışarak bir süre öylece durdum.

Herkes ona gaddar, vicdansız ve bencil biri gözüyle bakıyordu. Ama ben onda bunlardan daha fazlasını görebiliyordum.

Öfkeli, kararlı ve soğuktu ama diğer insanları da umursuyordu.

Dönüp apartmanın merdivenlerinden çıktım. Eski merdivenlerden kendi daireme ulaştığımda kapımın kilidini açıp içeri girdim.

Kapımın sürgüsünü çektim. Özellikle de yaşadığım günden sonra, burada bir başıma ve güvenebileceğim tek kişi yine kendim olduğum için gergindim.

Akşam altı civarında Çin usulü balık pişirdikten sonra, yemek için külüstür dizüstü bilgisayarımın başına oturdum.

Clarke Endüstri’de çalışmaya başladığımdan beri her akşam; eve geliyor, yemek yapıyor ve Netflix’te saçma sapan şeyler izlerken yemek yiyordum.

Ama bugün Google’a girip “Tobias Clarke” diye arattım.

Tobias’la ilgili elbette bir Wikipedia sayfası oluşturulmuştu. Linke sırıtarak tıkladım. Kariyerindeki çeşitli başarılar ve nitelikleri listelenmiş, bunların altına “Kişisel Yaşam” başlığı atılmıştı.

Tobias, merhum iş insanı Jonas Clarke ve merhum eşi Evelyn Clarke’ın (kızlık soyadı Horton) tek çocuğudur.

~ Tobias daha dört yaşındayken, Evelyn Clarke’a nadir görülen türden bir kanser teşhisi konmuştu.

Jonas, Tobias’ı tek başına büyütmüş ve vefatından sonra işini oğluna bırakmıştı.

Yüzümdeki sırıtış kaybolurken şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.

Tıpkı benim gibi, o da annesi ve babasını kaybetmişti.

Yalnızlığın nasıl bir his olduğunu ve şimdi onun da bunu tattığını biliyordum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok