Karanlıkla Dans - Kitap kapağı

Karanlıkla Dans

Tally Adams

Üçüncü Bölüm

Emily

Emily artık lanetlenmişti. Bu gerçeğin farkında olsa da şaşırtıcı bir şekilde bu durum onu hiç de korkutmamıştı.

İçeri girmeyi başardığında onu yakalayan adamın adı Brian’dı. Buraya, kıyametin koptuğu yere kadar takip ettiği kişi de oydu.

Onu kollarından kavrayıp kendisine o kadar yaklaştırmıştı ki pis kokusu burnunun direklerini kırmıştı adeta.

Adamın alev püsküren gözlerine bakarken korktuğunu belli etmemeye çalıştı. Ellerinde ölecekse, bunu cesurca yapacaktı.

Bir nebze daha cesareti olsaydı, yüzüne dahi tükürebilirdi. Oysa, “Bırak beni,” diye bağırdıktan sonra cesareti çabucak tükendi. Artık tek yapabildiği en iyi şey boş gözlerle ona bakmaktı.

Pekâlâ, ~diye düşündü. En azından onun dehşet içinde ayaklarına kapandığını görme zevkine erişemeyecekti.

Küçük olsa da hatırı sayılır bir zaferdi.

Yanlarından gelen bir ses herkesin dikkatini dağıttı. Arka kapı kulakları çınlatan bir gürültüyle duvara çarparak açıldı.

Odadaki tek ışık kaynağı elektrik tellerinden sarkan bir ampulden ibaretti. Darbenin etkisiyle eşyaların gölgelerin duvarlarda dans etmeye başlamıştı.

Emily dikkatini sesin geldiği yöne çevirince kapının girişinde iki adamın durduğunu gördü.

İlk başta karanlıkta sadece siluetlerini seçebildi. Bu sırada ışık onlara doğru dönerken yüz hatlarının bir kısmını görebildi. Ardından odanın içine doğru ilerlediklerinde sonunda onları net bir şekilde görebildi.

Biri ensesinde toplanmış uzun sarı saçlarıyla çok hoş görünüyordu. Diğeri ise o güne kadar gördüğü en çarpıcı adamdı.

Simsiyah saçları düzensizce kesilmişti. Yüz hatları sert ve güçlüydü. Geniş dudaklarının üzerinde uzun, güzel bir burun duruyordu.

Tamamen altın rengi gözleri kan arzusuyla dolup taşıyor gibiydi.

Hareketleri neredeyse takip edilemeyecek kadar hızlı olan siyah saçlı adam, yıkık dökük alçı duvarlı odayı geçip elinde iki kavisli, süslü el orağıyla kurdun arkasında bitiverdi.

Ardından bir anda, metalin tiz sesini tüm odaya yayarak onu zapt eden adamın kafasını gövdesinden ayırdı.

Az önce onunkiyle aynı hizada olan kafa bir yöne giderken∂, kollarını kavrayan eller gevşedi ve ceset diğer tarafında yere devrildi.

Bir an dehşet içinde önündeki sahneye bakakalsa da sonra üzerine kan sıçrayınca tekrar kendine geldi.

William’ın öfkesi, kadının kaskatı kesilmiş bedenine baktığında adeta buhar olup havaya karıştı.

Kana bulanmış yüzünde şaşkınlık dolu bir ifadeyle ona baksa da artık onu bulmuştu.

İçinde ki canavar bir anda kontrolü ona bıraktı. İlk defa bu kadar huzurlu hissediyordu.

Sanki zaman durmuş, dünyada ikisi hariç herkes yok olmuştu. Saniyeler ya da saatler geçmiş olabilirdi.

Hayretle ona baktı. Verdiği tepki karşısında hem hayrete düşmüş hem de kafası karışmıştı.

Kadının korkusunu görebiliyor olsa da kurt adamı öldürene kadar orada olduğunu bile zar zor fark etmişti.

Sanki bir insan için, ki burnuna bakılırsa öyleydi, dolunayda canavarlarla dolu bir evin ortasında durmak normal bir şeymiş gibi...

Evet, sıradan bir gün daha.

Naif yüz hatları, yüksek yanakları ve ucunda hafif bir kavis bulunan küçük burnuyla süslenmişti.

Kare şeklindeki çenesi, içinde bulunduğu duruma ve onun zeki burnundan saklayamadığı korkusuna rağmen meydan okurcasına öne doğru çıkıktı.

Büyüleyici mor gözleri ve sırtının yarısına kadar inen dalgalı siyah saçlarıyla bir vampire benziyordu.

“William, yalnız değiliz,” diye araya girdi Paoli. Tam bu sırada William, üç kapıdan içeri doluşarak etraflarını kısmen saran kurt adamları fark etti.

Paoli kılıcını çekti. Canı pahasına savaşmaya hazırdı.

William derin bir nefes aldı. Kurtların avı bırakıp birlikte eve dönmelerinin tek bir nedeni vardı. Başı kesilmiş olan adam onların alfası olmalıydı.

Ya ne sandın, ~diyedüşündü sırıtarak.

Bunu daha sonra açıklamakta zorlanacaklardı. Tabii o zamana kadar hayatta kalmışlarsa...

“William!” diye bağırdı Paoli.

Paoli, küçük kılıcını ona saldıran ilk kurda savurunca küçük bir şangırtı sesi duyuldu.

Sonunda William’ı kendine getiren Paoli’nin tiz iniltisi oldu.

William bir hışımla Paoli ile kızın önüne geçti.

Önce bir kılıcını, sonra diğerini anında savurdu.

Kurt adamlardan biri ayaklarının dibine düştü, henüz ölmemiş olsa da boğazından ölümcül bir yara almıştı.

Diğeri ise ağzına aldığı kılıç darbesiyle dönerek uzaklaştı. Gıcırdayan ahşap zemine yığılmadan önce hem William’a hem de duvara kan sıçratarak sessizliğe gömüldü.

Daha fazla kurt gelmeye devam ediyordu. Bir süre sonra William sayıca çok az olduklarını fark etti.

Sadece bir saniyeliğine, kaosun içinde tamamen hareketsiz durdu ve odadakilerin enerjisini hissetmek için gözlerini kapattı.

Kurtların çoğu yeni ve zayıftı. Aralarına serpiştirilmiş birkaç baskın kurt da vardı. Yine de hiçbiri onun kadar iyi değildi.

“Paoli, kızı getir,” diye emretti, kısık sesi yaklaşan tehlikenin stresiyle oldukça boğuk çıkmıştı.

Ardından insan formundan kurtuldu. Her şey bir anda oldu. Bir insan olmaktan çıkıp küçük bir arabanın yarısı büyüklüğünde gri bir kurda dönüşmüştü.

Devasa formu odayı doldurmuş, kaslı bedeni görenlerin içine korku düşürmüştü.

Kurt adamlar birer birer gergin bir şekilde geri çekilirken birkaçı itaatkâr bir şekilde başlarını hafifçe eğdi.

William ise başını kaldırmış, uzun dişlerini gösteriyordu. Göğsünden derin ve sürekli bir hırıltı yükseldi.

Bir uyarı.

Bir meydan okuma.

Sırayla diğer kurtlarla da göz temasını sürdürerek onları hâkimiyetinin gücünü hissetmeye zorladı.

Saf iradesini ve hepsini öldürme isteğini...

“O bir kurt adam mı?” diye sordu Emily, hayatında gördüğü en büyük kürklü yaratığa bakarak. O kadar şaşırmıştı ki sesi bir fısıltı gibi çıkmıştı.

Neden böyle bir şok yaşadığından emin değildi.

Ona baktığında gözlerindeki bir detay onun iyi bir adam olduğunu düşünmesini sağlamıştı, bir canavar değil. Oysa gerçeği kendi gözleriyle görmüş ve bu onu... İhanete uğramış hissettirmişti.

“O kadar basit değil,” dedi sarışın adam.

Ona dostça gülümseyip elini eski moda bir jestle uzattı. Sanki eski bir hanımefendinin arabaya binmesine yardım ediyormuş gibiydi. “Gidelim mi?”

Kadın bir an tereddüt ederek adamın uzattığı ele aldırış etmeden ona baktı. Ona, dev kurduna ve çevresindekilere göz gezdirdi.

Canavar olsun ya da olmasın, bu ikisi kesinlikle buradan çıkmaları için önemliydi.

Yine de buraya gelmesinin bir sebebi vardı. Amber’ı almadan gitmeye niyeti yoktu.

“Kız kardeşim olmadan gidemem,” dedi sonunda, çatallanmış bir sesle.

Adam şaşkınlıkla ona baktı. “Ne?” dedi şaşkınlıkla, sanki onu yanlış duymuş gibi.

“Kız kardeşim olmadan bu evden ayrılmıyorum,” diye tekrarladı, daha güçlü bir şekilde, omuzlarını isyan edercesine dikleştirerek.

“Pazarlık yapmak için gerçekten iyi bir zaman değil.” Bir kolunu odayı ve tüm sakinlerini kapsayacak şekilde salladı.

“Özür dilerim,” dedi.

Gerçekten üzgündü. Yine de çekip giderek Amber’ı kaderine terk etmesine imkân yoktu. “Zorluk çıkarmaya çalışmıyorum. Sadece onsuz gidemem,” dedi.

Adam omuz silkip ona iyi dileklerde bulunursa ne yapacağını bilmiyordu. Oysa Amber’ı almadan onlarla birlikte giderse kendisini asla affedemezdi.

Ona bir süre daha baktıktan sonra nihayet gözlerini kapatıp bıkkın bir inilti çıkardı. “Nerede?” diye sordu, sanki bunu yapmak ona acı veriyormuş gibi teslim olmuş bir tonda.

Emily’nin kalbi onun sesindeki teslimiyetle duracak gibi oldu. Hemen arkasındaki odaya doğru döndü.

“Burada,” dedi, onu kapı aralığına doğru yönlendirerek.

Adam onu yakından takip etse de içeri girdiklerinde kısa bir süre durdu. Oda küçüktü, sadece pencereden sızan ay ışığıyla aydınlanıyordu ve köşedeki dar yatak dışında hiçbir şey yoktu.

Battaniyelerin üzerinde yatan Amber, insan ve kurt formları arasında gidip geliyordu.

Bir anlığına insan formundaydı, kısık bir çığlık atıyordu. Ardından kurda geçerken sesi bir hayvan ciyaklamasıyla birleşiyordu. Kontrolü kaybetmiş gibiydi.

Adam bir süre sessizce izledi. Gördüğü manzara karşısında dehşete kapılmıştı.

“Mahkûm,” dedi sonunda, oldukça kısık bir sesle.

“Yardım etmenin bir yolu olmalı,” dedi Emily, sesinde tam olarak saklayamadığı bir çaresizlik vardı.

“Bir önemi yok. İnfaz için işaretlenmiş,” dedi adam.

Küçük bir hançer çıkarıp yatağa doğru bir adım attı. Ay ışığı bıçağın üzerinden süzülüyor, ne planladığını açıkça ortaya koyuyordu.

“Hayır!” diye bağırdı Emily, Amber’ın önüne geçip.

Kalbi deli gibi çarparken bir adama bir elindeki bıçağa bakıyordu.

Adam durup ona baktı, yüzünde sabırsız bir ifade vardı.

“Onları sonsuza dek tutamaz,” dedi, başını kapıya doğru sallayarak. Yan odadaki güç oyunu sabah kadar süremezdi. “Zamanımız dar.”

Emily’nin yanaklarına gözyaşları hücum etse de doğrudan adama bakmayı başardı.

“Bu gece buraya ölümünü izlemek için gelmedim. Ona zarar vermene izin vermeyeceğim,” dedi.

Ağlamasına rağmen sesi gayet net çıkmıştı.

“Lütfen,” diye ekledi, bir nebze çaresizlikle. “O benim kız kardeşim.”

“Bir emir verildi,” dedi. “Ayrıca, ona bir baksana. Acı çekiyor.” Sesi hiç beklemediği kadar nazik ve ikna edici çıkıyordu.

“Onun ölümünü kabul etmeyeceğim. Buraya kadar geldikten sonra olmaz.” Emily derin, sakin bir nefes aldı.

Sonunda onu kurtarmaya bu kadar yaklaşmışken bunu yapmasına izin veremezdi.

“Bunu düzeltmenin bir yolu olmalı. Lütfen onu buradan çıkarmama yardım edin.” Bir an duraksadıktan sonra, “Canlı olarak,” diye ekledi.

Yan odadan gelen hırıltı daha güçlü ve tehlikeli bir hal alınca yüzüne kararlı bir ifade yayıldı.

“Bunu William’la konuşabilirsin,” dedi.

Bıçağını sinirli bir şekilde kınına soktuktan sonra hızlı adımlarla kardeşinin yanına gitti.

“Seninle tartışacak zamanımız yok,” dedi.

Amber’ı tek koluyla yataktan kaldırdı.

Emily rahat bir nefes alsa da Paoli başını şüpheyle sallayarak onun yanından geçip kapıya yürüdü.

“Bakalım bu konuda onunla yüzleştikten sonra bunun iyi bir şey olduğunu düşünecek misin?” diye sordu, ki bu Emily’nin tüylerini ürpertti.

Salona döndüklerinde kurtlar ortadaki devasa kurdun etrafında dönmeye devam ediyorlardı. Oysa ayrıldıkları zamankinden daha agresif olduklarını fark etti.

Emily, adamın Amber’ı büyük kurdun yanına götürüp geniş sırtına atmasını izledi. Kurt onu alçak bir hırıltıyla karşıladığında adam yüzünü buruşturdu.

“Onsuz gelmezmiş,” diye tersledi. “Bu sefer kimsenin arasında kalmayacağım.”

Amber’ı yerleştirirken Emily kafasını kaldırıp gözlerini kurtlardan ayırmadan yerdeki ölü adama doğru ilerledi.

Silahı ölü adamın pantolonunun kemerinden çıkmıştı. Onu geri almak istiyordu. Etrafında olup bitenlere bakılırsa kendisini savunacak bir silahı olması işine yarayacaktı.

Kafasının olması gerektiği yerdeki kanlı kütüğe bakmamaya dikkat ederek cesedin yanına diz çöktü.

Yüzünü buruşturarak silahı çıkarıp beline soktu.

Ayağa kalkıp diğerlerine doğru ilerlerken korkusunu gizlemeye çalıştı. Çok hızlı hareket edip kurtların avlanma içgüdüsünü tetiklememeye dikkat ediyordu.

“O silahı burada ateşleme. Sesi onu sağır eder,” diye uyardı adam, yanına gelip.

Kadın tam başıyla onaylayacakken adam birdenbire onu Amber’in arkasına, kurdun geniş sırtının üzerine kabaca fırlattı.

Amber diğer tarafa savrulmamak için kürkünü sımsıkı tuttu.

“Özür dilerim,” diye fısıldadı, en yakınındaki tüylü kulağa. Ardından adama yer açmak için olabildiğince öne geldi.

Adam ona hafifçe gülümseyip başıyla onayladı.

“Kendi yöntemlerim var,” dedi, gizemli bir şekilde. “Sadece benden korkma. Seni rahatsız ediyorsa bakmaman daha iyi olur.”

Bu sözlerle birlikte yoğun, simsiyah bir sis etrafını sardı.

Yüzü, parlayan kırmızı gözleri ve aynı sisten yapılma uzun yüz hatlarıyla korkunç, neredeyse şeytani bir görünüm aldı.

Emily bu manzara karşısında çığlık atmamak için kendisini zor tuttu.

“Sakın bakma,” dedi, sesi tekinsiz bir rüzgâr uğultusuna benziyordu. “Sıkı tutunun,” diye uyardı, grup kurt adamların arasından geçip geceye karışırken.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok