Alfa'nın Misafiri - Kitap kapağı

Alfa'nın Misafiri

Michelle Torlot

Sorgulama

GEORGIE

Gardiyan kapıyı açıp beni içeri itince odanın boş olduğunu fark edince şaşırdım. Odada diğer kurt adamlar dışında başka hiçbir şey yoktu.

Odanın bir masa ve masanın her köşesinde birer sandalye vardı. Her şey metalden yapılmıştı. Sanırım kanı yüzeyinden temizlemek kolay olduğu için.

Gardiyan beni sandalyelerden birine oturttu. Ona bakarak kaşlarımı çattım. Hiçbir şey demedim. Çizgiyi aştığımda fiziksel güç kullanmaktan çekinmeyeceğini bana çoktan göstermişti.

Ben otururken, sandalyenin arkasına geçti. Ne yaptığını göremedim ama bir tık sesi duyduğumda kelepçeleri sandalyenin arkasına taktığını fark ettim.

Sonra gitti ve kapının yanında durdu, bir nöbetçi gibi.

İç çektim. Bunun beni germek için oynanan bir oyun olduğuna emindim. Normal şartlar altında işe de yarardı, ama dürüst olmak gerekirse, o an gerçekten umurumda değildi.

Tek umudum ölümümün hızlı olması ya da beni hücreye geri götürmeleri yönündeydi. Param yoktu, yemeğim yoktu ve sadece üzerimdeki kıyafetler vardı.

Çünkü beni serbest bırakmaya karar verirlerse ya ölürdüm ya da başka sefil bir hapishane düşerdim. Eğitimi olmayan 18 yaşındaki başıboş çocuklar hiçbir işe alınmıyordu.

İş ya da para olmadan hiçbir yere gidemezdim. Umduğum tek şey, bir sonraki kasabanın Umut Pınarları kadar berbat olmamasıydı.

Önümdeki duvarın çift taraflı bir ayna olduğundan oldukça emindim, ya da sadece kuruntu yapıyordum.

Her halükârda, böylelikle beni korkutmanın nafile bir çaba olduğunu görebileceklerdi.

Gardiyana baktım.

“Hıyar!” Düşük ama duyacağından emin olduğum bir tonda mırıldandım.

Sadece yüz ifadesi sertleşti. Hücremde olsaydım, muhtemelen bana elinin tersiyle vururdu. Belki de düşündüğüm kadar paranoyak değildim.

Sırıtıp kafamı arkaya yasladım, gözlerimi kapattım.

Kapının açıldığını duyduğumda da bir dakika kadar istifimi bozmadım.

Gardiyanın sesini çıkmıyordu, bu sessizlikten gelenin heybetli alfa olduğunu anlamıştım.

Gözlerimi hafifçe araladım. Bana bakmıyordu bile. Bir karton dosyayı inceliyordu.

Yine de büyük patron olduğu aşikardı. Gardiyanların çoğundan ve Ash’ten çok daha büyüktü.

Siyah pantolon ve kolları kıvrılmış düğmeli beyaz bir gömlek giyiyordu. Teni bronzlaşmıştı ve alt kolları koyu renk tüylerle kaplıydı. Kurt adam gibi değil, tıpkı sıradan bir adam gibi.

Yapılı ve oldukça kaslıydı. Eğer bana vuracak olsaydı, oracıkta işim biterdi. Dosyadakileri okurken kaşlarını çattı.

Kaşlarını çatması çekiciliğini ve gür sakallarının olduğu keskin çenesinin muntazamlığını bozmadı. Saçları kısa kesilmişti. Alelade bir bakışıyla bile otorite yayıyordu.

Ailemin ölümünden onun sorumlu olduğu gerçeği olmasaydı, ondan hoşlanabilirdim bile. Ama sorumlusu oydu ve bu yüzden ondan nefret ediyordum.

Kafamı kaldırdım ve gözlerimi kıstım, kurt adam olmasaydı onu nasıl alt edebileceğimi düşündüm.

Kafasını bana çevirdiğinde gözlerimi dikmiş ona bakıyordum, mavi gözlerim onun açık mavi gözlerine bakıyordu.

Dosyayı açtı, bir saniyeliğine ona baktı, sonra bana baktı.

“Senin yerinde olsaydım, gözlerimi üzerimden çekerdim, küçük insan!” diye hırladı.

Pişman olacağı bir şey yapması için ona bakmaya devam ettim. Kimi kandırıyordum- pişman olmayacaktı; olsa olsa yaratacağı karışıklık için pişman olurdu. Muhtemelen pişman olan taraf daha çok ben olurdum!

Sonra elini masaya gürültülü bir şekilde vurup dosyayı hışımla kapattı. Bu, yerimde sıçramama neden oldu ve kalbim göğüs kafesimi zorlayarak hızla atmaya başladı.

Metal masada bir göçük gördüğümden emindim.

“İyi!” diye hırladı. “Dikkatini çektiğime göre, adın gibi basit bir şeyle başlayalım mı?”

Masanın üzerindeki kalın kapaklı dosyaya baktım, sonra babamı düşündüm. Masaya vurmasından duyduğum korkunun yerini içimi dolduran öfke aldı.

“Sizin gibiler için bunun bir önemi yok!” diye tısladım.

Bir hırıltı duydum ve sesin bana gözlerini dikmiş gardiyandan gelmesine şaşırdım. Ona küçümser gözlerle bir bakış attım.

Kendini Beğenmiş Alfa’nın şımarık kızı dövmeye tenezzül etmeyeceğini tahmin etmiştim!

“Çok iyi,” diyerek iç çekti, parmaklarını kıkırdattı.

Eğer bunun beni korkutması gerekiyorsa, bir daha düşünmesi gerekiyordu. Parmaklarını kıkırdatması, beysbol sopasının yanında bir hiçti.

Ona baktım ve kaşlarımı kaldırdım.

Kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu ve sandalyeye yaslandı.

“Söyle bakalım, Ash’le bağlantın nedir?”

Kaşlarını çattım, sonra sırıttım.

Tereddütle “Ash’le tek bağlantım hücremi onunkinden ayıran parmaklıklar!” dedim.

“Tabii, şu anda demir parmaklıklarla oldukça yakın bir ilişkim var, çünkü orada dikilen tazınız bu sabah yüzümü onlara yapıştırdı!”

Heybetli kötü alfanın, söylediklerim üzerine başını anında yere eğen gardiyana dik dik baktığını gördüm.

Georgie, bir; gardiyan, sıfır!

Alfa kollarını açtı ve masaya yerleştirdi. Öne eğildi ve bana tehditkâr bir şekilde baktı. Şimdi sadede geliyorduk.

Tavrı bana biraz Maddox’u anımsattı.

“Haydutlarla çalışan bir casus olduğuna inanmak için nedenlerimiz var. Dün gece çöp kutularımızı karıştırırken yakalandın!”

Gözlerimi devirdim. “Tanrı aşkına; ne zamandan beri insanlar sırlarını çöp kutusuna koyuyor? Sadece yiyecek bir şeyler arıyordum!”

Ayağa kalktı ve bana bakarak masaya yaslandı.

“Buna inanmamı mı bekliyorsun? Ailen seni beslemiyor mu?”

İçimde yükselen öfkeyle ona baktım. Sandalyede öne doğru eğildim.

“Hayır, beslemiyorlar!” Sinirli bir şekilde tısladım. “Çünkü öldüler!”

Oda bir an için sessizliğe büründü; bir iğnenin yere düştüğü kolayca duyulabilirdi. Bir an için ifadesinin yumuşadığını gördüğümü sandım.

Yanılmış olmalıydım çünkü gözleri simsiyah parlıyordu. Oldukça garipti çünkü normalde maviydiler. Bunun bir kurt adam olayı olduğunu düşündüm.

Sonra kapının açıldığını duyunca bakışlarımı gardiyana yönelttim. Odadan çıkmıştı. Buraya kadardı; dişlerini boğazıma geçirip parçaladığında kimsenin bunu görmesini istemiyordu.

Bir durup düşününce yaptığım gerçekten aptalcaydı. Ailem olmadığını söylemek, ortadan kaybolabileceğim ve kimsenin beni aramayacağı anlamına geliyordu.

Bu yüzden iki gardiyan odaya Ash’i getirdiklerinde biraz şaşırdım.

Ash’in kaşlarını çattığını ve kafasını bana bakarak salladığını gördüğümde ağzımı açmaya yeltendim. Muhtemelen yapabileceği en kötü şeyi yapmıştı. Alfa bana öncesinde inandıysa da artık inanması imkânsız görünüyordu.

“Merak etme, Ash; bana işe yarar bir şey söylemedi, en azından şimdilik!” diyerek sırıttı.

Oturduğum sandalyenin arkasında yöneldi. Gergin hissetmeye başlamıştım. Hızlı bir ölüm bir şeydi, ama sahip olmadığım bilgiler için uzun süreli işkenceye hazır değildim.

Arkama yönelmesi üzerine saçlarımı eline dolayıp kafamı arkaya doğru çekti. Boğazım kurbanlık bir koyun gibi görünüyordu.

Bir inilti duyuldu; tüm cesaretim bir saniyede uçup gitti.

“Çok güzel bir kız, değil mi Ash?” dedi hevesli bir tonla. “Regan bu yüzden mi onu seçti? Ona ne teklif etti? Ya da belki de senin eşindir?”

Ash telaşlı görünüyor ama alaycı tavrını bozmuyordu.

“Saçmalama, Regan böyle bir zayıfla muhatap dahi olmaz; ayrıca o bir yavru, herhangi birinin eşi olmak için çok genç!”

Alfa mırıldandı, “Belki de. Yine de onu evcil hayvanım olarak burada tutmamın bir sakıncası olmaz, değil mi?”

Eliyle yanağımı okşadı. Uzaklaşmaya çalıştım, ama diğer eliyle başımı sıkıca tutuyordu, her hareket etmeye yeltendiğimde kafatasımın derisi sızlıyordu.

Ash kendini kaybetti. Nedenini bilmiyordum. Belki de o şerefsizin neler yapabileceğini bildiği içindi.

“Saçının bir teline dokunursan sana yemin ederim...”

“O zaman ötmeye başla!” diye hırladı. “Yoksa yemin ederim, onu gözünün önünde sikerim ve sana zorla izletirim!”

Gözlerimde yaşlar birikmeye ve yanağımdan aşağı akmaya başladı. Ölümü bekliyordum, bunu değil.

Ash bana baktı, sonra gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Bir an için yolun sonuna geldiğimi düşündüm. Beni öylece kaderime terk edecekti.

Onu suçlayamazdım. Onunla daha bu sabah tanışmıştım. Durup düşününce, keşke bu sabah bana yardım etmemiş olsaydı. Eğer bana yardım etmeseydi, ikimiz de bu karmaşanın içinde olmayacaktık.

Sonra gözlerini açtı ve kafasını teslim olmuşçasına yere eğdi.

“Tamam,” diye mırıldandı, “sadece... Ona zarar verme.”

Alfa sırıttı ve beni bıraktı.

Gözyaşlarım yanağımdan aşağı süzülürken başımı yere eğdim.

Tüm bunların yalnızca Ash’i konuşturmak için bir oyun mu yoksa beni gerçekten orada tutacağıyla mı ilgili olduğu konusunda emin değildim. Mümkün iki senaryoda da bundan zevk aldığını görebiliyordum.

“Onu buradan çıkar”, alfa hırladı. “Yandaki odaya götür!”

Önümdeki masanın üzerine tünedi, tamamen baskın bir duruşla bacaklarını birbirinden ayırarak oturdu.

Yakınlık hoşuma gitmeyecek derecede fazlaydı. Yüreğimin ağzımda attığını hissedebiliyordum.

Parmaklarını çenemin altına götürüp başımı yukarı doğru kaldırdığında göz göze gelmiştik, sızlanarak kendimi geriye çektim. Gözlerimi başka bir tarafa çevirmeyi başardım.

Diğer başparmağı yanağımdaki gözyaşlarını nazikçe sildi.

“Şimdi, küçüğüm, sorularıma cevap verdiğin ve bana gerçeği söylediğin sürece seni incitmek gibi bir niyetim yok.”

Durakladı. Bir cevap mı bekliyordu yoksa ona başka bir sözlü saldırıda bulunup bulunmayacağımı mı görmek için mi bekliyordu bilmiyordum. Nihayetinde, savaşmanın anlamsız olduğunu fark ederek sessiz kaldım.

Maddox’un beni dövmesi bazı açılardan çok daha kolaydı. Bu tamamen farklıydı, kendimi güçsüz hissediyordum. Niyetinin tam da bu olduğuna emindim.

“Bana adını söylemeye ne dersin?” diye başladı, derinden gelen tok sesi neredeyse hipnotize ediciydi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok