Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Batı'nın Kurtları: Av

Batı'nın Kurtları: Av

Beşinci Bölüm

“Eve hiç gelmediğini, geceyi ormanın ortasında tanımadığın bir çocuğun evinde geçirdiğini ve telefonunuza cevap vermeyi ihmal ettiğini düşünürsek kolay sıyırdın diyebilirim.”

Teyzem tezgahın üzerine eğilmiş otlar ve homeopatik ilaçlar hakkında eski bir kitabı karıştırıyordu.

Kızıl rengi kıvırcık örgüleri omzunun üzerine düşmüştü. Saçlarına ip geçirip tüy takmıştı ve kaşındaki hızmayı halkayla değiştirmişti.

Kirpiklerinin arasından bana baktı ve gülümsedi.

“Neşelen Mordy,” dedi. “Eve döndüğünden beri garip bir ruh halindesin.”

Hayır, değildim. Sadece hayal kırıklığına uğramıştım. Kafam karışmıştı ve utanmıştım çünkü Ben bir anda çıkma teklifi edip ardından sessizliğe bürünmüştü.

Tekrar evine gitmek istemiyordum çünkü çaresiz görünmekten korkuyordum ama dürüst olmak gerekirse biraz çaresiz hissetmiştim.

“Dükkanı işletmekten nefret ediyorum,” dedim teyzeme bahane olarak. “Annem zaten bana saatlerce olanlar hakkında ders verdi ve okumalarına katılmamı sağladı. Bence bu yeterli bir ceza.”

“Epey korktu,” dedi teyzem, örgüsünü omzunun üstünden attı ve kitabını kapattı. “Onu biraz bırak. Biliyorsun, aşırı korumacı ve anaç.”

“Evet, ama bu kafa karıştırıcı,” diye yakındım. “Bir bakıyorum çocuğum, bir bakıyorum yetişkin. İstediği gibi davranamaz.”

Teyzem kaşlarını çattı. “Haklısın, yapamaz.” Tezgahın arkasından çantasını alıp omzuna geçirdi ve uzanıp yanağımdan makas aldı.

Gülümseyip “Gitmeliyim, serseri. Bu gece bir randevum var,” dedi.

“Umarım Venüs'e, Afrodit'e ya da bugün seçtiğin herhangi bir tanesine dua etmişsindir,” diye homurdandım.

Güldü. “Bu sefer ihtiyacım olacağını sanmıyorum. Tanrısal bir müdahale olmadan bile yeterince ilgili görünüyordu.”

Alnımı öptüğünde gülümsemekten kendimi alıkoyamadım. “İyi eğlenceler. Dikkatli ol!”

Bana dönüp göz kırptı. “Her zaman!”

Başımı salladım ve iç çektim. Bir kova tılsımlı taşa usandım ve onları sıralamaya başladım. Etraflarındaki bitkileri temizliyordum.

Annem büyüyle uğraşan insanlardan ve cadı olmak isteyenlerden bir sürü şey almıştı. Roseburg garip insanları kendine çekiyor gibiydi.

Dükkanın kapısı açıldı ve biri içeri girdi. “Bir şey mi unuttun?” dedim kafamı kaldırmadan.

Teyzem tanıdığım en unutkan insanlardan biriydi. Anahtarlarını veya ayakkabılarını unutmadan dışarı çıkarsa bu bir mucize olurdu.

“Morda?”

Hızla kafamı kaldırdım. Kale'i görmeyi beklemiyordum. Garip bir şekilde kapıda durmuş ellerini ovuşturuyordu ve bana bakıyordu.

Bir süre sonra içeri girdi ve kapı arkasından kapandı.

Tezgahın etrafında dolandım kalçamı yasladım. “Nasıl yardım edebilirim?”

“Sen… Sen… Aa, yaralanmamışsın.”

Başımı salladım. “Yanımdan geçip gittiler.”

“Ve sen de gidip bekçileri çağırdın,” dedi Kale. Gözlerime bakamıyordu.

Başımı salladım. “Çığlık attığınızı duydum ve… Düşündüm ki...”

Kale ürperdi ve başını salladı. “Onlar sıradan kurtlar değildi. Bize kimse inanmıyor ama sen de onları gördün. Çok büyüktüler... Ve bize sanki… Sanki insanmış gibi bakıyorlardı.”

Sertçe yutkundum. “Neler oldu?”

“Koşuyorduk,” dedi Kale. “Amanda zar zor hareket ediyordu çünkü deli gibi ağlıyordu. Britt ve ben onu hızlandırmaya çalıştık ama çok kötü durumdaydı.”

“Onu geride bıraktık ve çığlık atmaya başladığını duyana kadar koşmaya devam ettik. Geri döndüğümüzde gördüğümüz tek şey kandı. Britt çığlık atmaya başladı ve ben... Kurtların Amanda'yı yakaladığını sanıyordum ama Amanda düşüp ayak bileğini kırmıştı.”

“Kemiği dışarı fırlamıştı... Ve kana bulanmıştı...” Kale duraksadı ve derin bir nefes aldı.

“Amanda'yı sakinleştirmeye çalışıyorduk ki geldiklerini hissettik... Hemen yanımıza geldiler ve sadece baktılar. Öyle işte... Gerçekten ürkütücüydü.”

“Ya sonra ne oldu?”

“Hiçbir şey,” dedi Kale. “Kaçtılar. Ormanın derinliklerine inmek yerine ormanın kenarına doğru koştular. Amanda'yı elimizden geldiğince hareket ettirmemeye çalıştık ve sonra bekçiler geldi.”

“Ama kurtlar hakkında bize inanmadılar. En azından izleri bulana dek.”

Derin bir nefes aldım ve gülümsedim. “İyi olduğun için mutluyum.”

“Amanda'nın ayak bileğine metal takılacak ve Britt beni terk etti. Olanlardan sonra beni görmek istemiyor…”

Gözlerimi kapatıp ormanda koştuğum anı hatırladım. Kale’in beni tişörtümden yakalayıp yere çekişini ve sözlerini…

Sen ya da biz.

“Beni kurban ettin,” diye sert bir şekilde karşılık verdim. “Yaşamaya layık olmadığıma, kız arkadaşının ve kendinin benden daha değerli olduğuna karar verdin.”

“Üzgünüm,” dedi Kale titrek bir sesle. “Düşünmedim, sadece tepki verdim ve...”

“Ölmeme izin verdin. Bir kurt sürüsü tarafından saldırıya uğramama ve vahşice öldürülmeme izin verdin.” Eklemlerim kızarıncaya kadar sertçe tezgaha tutundum. “Yaptığın şey affedilemez.”

Kale yere baktı. “Biliyorum.”

“Ne istiyorsun, Kale?” diye sordum. Üzerime ani bir yorgunluk çökmüştü. “Buraya özür dilemek için gelmedin. Gelseydin direkt özürle başlardın.”

“Bir çeşit aşk iksirine ihtiyacım var,” dedi sessizce. “Britt'in beni tekrar sevmesini sağlayacak, benimle birlikte olmak istemesini sağlayacak bir şeye.”

Gülsem mi yoksa bağırsam mı bilemedim. “Ciddi misin?”

“Annen bir cadı değil mi?” diye sordu. “Bu mağaza bunun için değil mi? Kimseye bir şey söylemem. Kimsenin kız arkadaşımın beni sevmesini sağlamak için aşk iksiri aldığımı bilmesini istemiyorum.”

Kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. “Aşk iksiri satmıyoruz,” dedim.

“Kurutulmuş otlar, değerli taşlar ve işe yaramaz saçmalıklar satıyoruz. Sen ne kadar cesur bir insansan, annem de o kadar cadı. İksir satıyor olsak bile sen sevgiye layık değilsin.”

Kale'in ifadesi anında değişti. “Sadece bir hata yaptım. Senin yerine kız arkadaşımı seçtim. Bu bir suç değil ki!”

“Pekala, konuyla ilgili farklı bakış açılarımız varsa kusura bakma,” diye tısladım dişlerimin arasından.

“Kaçabilmek için kurtlar tarafından saldırıya uğramamı umdun. Geride kaldığım ya da koşamadığım için değil, kasıtlı olarak beni feda ettin.”

“İstediğim şeyin sende olduğunu biliyorum,” dedi Kale kötücül bir sesle. “Ederin nedir? Yüz tane özür mü?”

“Çık dışarı,” diye rica ettim. Sesim titriyordu.

“Üzgünüm,” dedi Kale. Cüzdanını karıştırırken başını salladı. “Bir kurt sürüsü tarafından kovalanırken aptalca bir şey yaptığım için üzgünüm.”

Cüzdanından bir miktar nakit para çıkardı ve bana baktı. “Şimdi git ve bana bir aşk iksiri hazırla.”

“Defol git buradan!” diye bağırdım. Titremeye başlamıştım.

“Morda, lütfen...”

Dükkanın kapısı açılıp kapandı. Kalbim bir an duruldu ve zihnim geçmişle bugün arasında kıvranmayı bıraktı.

Burada, annemin dükkanındaydım. Bir kurt sürüsünden kaçmıyordum veya bir çalının altına saklanmıyordum. Burada ve güvendeydim. Tehlike yoktu.

“Morda?” Kafamı çevirdiğimde Ben'in dükkanın önünde durduğunu gördüm. Alacalı gözleriyle bana, Kale’e ve tekrar bana baktı.

Üzerinde siyah bir tişört ve kot pantolon vardı. Saçları hafif dağınıktı. “Her şey yolunda mı?”

Kale ağzını kapattı ve yere bakarken çenesini sıktı. Bakışlarımı Ben’e kaydırıp yüzüme altında öfke ve utanç olan bir gülümseme yerleştirdim.

Kale’yle yaptığım konuşmadan dolayı tüm vücudum kasılmıştı ve Ben’in orada olması bana çıkma teklifi ettiğinde ne kadar güvensiz hissettiğimi hatırlattı.

“Lütfen,” dedi Kale. Neredeyse ağzından tükürükler çıkacaktı. “Ona ihtiyacım var.”

“Benim de dükkanımdan çıkmana ihtiyacım var,” diye öfkelendim. İleri adım attım. “Şimdi.”

Kale geri çekildi ve cüzdanını arka cebine soktu. “Geri döneceğim,” diye uyardı.

Kale, Ben’in önünden geçip kapıdan çıkarken çenemi yukarı kaldırdım.

Derin bir nefes aldım ve tezgahın arkasına geçtiğimde nefesimi bıraktım. Yine ıvır zıvırları ayıklamaya başladım.

“Niçin böyle bir şey yaşandı?” diye sordu Ben. Kafamı kaldırdığımda tam önümde durmuş ışıl ışıl gözleriyle ellerimi izlediğini gördüm.

Uzanıp bir taşı aldı ve göz hizasına kaldırıp döndürdü.

“Yardım için teşekkürler,” dedim sert bir şekilde.

Ben omuz silkti ve taşı tekrar tezgahın üzerine koydu. “Kendi başının çaresine bakabilirsin,” dedi. “Senin için konuşup bir şey yapmama ihtiyacın yok.”

Tüylerim diken diken oldu. Katılsam mı yoksa kızsam mı bilemedim. “Evet, görünüşe göre benimle de konuşmana gerek yok.”

Ben dudaklarını büktü. “Bu hafta meşguldüm,” dedi mazeretini sunarak. Daha fazla açıklama yapmadı veya özür dilemedi.

Ensemde bir ağrı hissettim ve bunun için kendime kızdım. Bana sadece çıkma teklifi etmişti.

Plan yapmamıştık, bir çift değildik. Bir şeylerin kesinleştirilmemiş olması sadece onun sorumluluğunda değildi. Deneyimsiz, sıkkın ve endişeli olmak benim hatamdı.

“Ben de öyleydim,” dedim umursamıyormuş gibi. “Ve şimdi de meşgulüm. Ne istiyorsun?” Kabukları ve taşları tezgahın üzerine bırakıp ellerimi kalçalarıma koydum. Ben'e olabildiğince doğrudan bakmak için elimden gelenin en iyisini yaptım.

Tahmin ettiğim gibi korkusuzca bana baktı. “Seni dışarı çıkarmak için buradayım.”

Kaşlarımı kaldırdım ve bir kahkaha attım. “Gerçekten mi?” dedim. Kendimin bu yeni ve sürtük tarafını kontrol altına alamıyordum. “Neden şimdi?”

Göz kırptı. “İstiyorum.”

Dürüstlüğü neredeyse ayaklarımı yerden kesecekti. Bir parçam onun gerçekten ormanda büyüyüp büyümediğini merak etti.

“Şey, şimdi meşgulüm. Bu gece dükkana ben bakıyorum.” Artık onunla dışarı çıkmak istemediğimi ekleyecektim ama dilimi tuttum.

“Kapandığında gelirim,” diye teklif etti Ben. “Daha sonra bir şeyler yapabiliriz.”

Elimden geldiğince dayandım ama dağınık saçları ve masum bakışları karşısında çoktan kaybetmiştim.

Bir demet kurutulmuş lavanta aldım ve teklifini düşünüyormuş gibi yaparken parmaklarımın arasında çevirdim. Ben sessiz kaldıkça Ben’in suratındaki gülümseme yayılmaya başladı.

“Tamam,” diye kabul ettim. “Dükkan sekiz buçukta kapanıyor. O zaman gelebilirsin.” Lavantayı bırakıp ona baktım.

“Eğer geç kalırsan tekrar gelme zahmetinde bulunma. İkinci bir şans vermiyorum.”

Başıyla onaylarken gülümsememeye çalışılıyordu. “Yazdım bir kenara.”

“İyi,” dedim gülümsememi bastırmaya çalışırken. Kısa bir süre sonra tüm odağımı da kendisiyle birlikte götürerek dükkandan dışarı çıktı.

O gittikten sonra fazla bir şey yapamadım. Dükkanın içinde dolaşıp etrafı düzenledim.

Roseburg, oldukça popüler turistik bir yer olan Astoria'dan birkaç mil uzaktaydı. Sonuç olarak havalar ısındıkça biz de fazla ziyaretçi almaya başlamıştık.

Öğleden sonrası su gibi akıp geçti. Bazı turistler gelip dükkanı gezdiler. Arada annemin düzenli müşterileri de uğradı.

Kadınlardan bazıları, nesiller boyunca Roseburg bölgesinde yaşadıklarını ve aile geçmişlerini kana ve toprağa bağladıklarını iddia ettiler.

İyi insanlardı ama çok fazla baktığımda beni biraz ürküten bir auraya sahiplerdi.

Annemin üzerine titrerlerdi ve on altı yaşıma geldiğimde benim de üzerime titremeye başladılar. Kahverengi saçlarımı toplayıp bilge gözlerle bana gülümsediler.

Son birkaç saat müdavimler eksiklerini alırken turistlerin yerel restoranlara yönelmesiyle geçti.

Ben de yerleri süpürüp rafların tozunu aldım ve bir süre duvardaki ve bileğimdeki saatten gözümü ayırmadım.

Saat 8:29'da “AÇIK” tabelasını “KAPALI”ya çevirdim ve ön kapıyı kilitledim.

Kasanın arkasında koşup olabildiğince hızlı, sağlama yapmadan, parayı saydım ve çantamı alıp taktım.

Ön kapıya doğru koşup nasıl göründüğümü kontrol etmek için boy aynasına baktım. Uzun eteğim yere değiyordu fakat hareket edince altından sandaletlerim görünüyordu.

Eteğim koyu ve canlı turuncuydu. Üzerimde de yakasından ipler sarkan beyaz dantelli bir bluz vardı.

Saçlarımı arkaya attım ve elimle toplayıp yukarı kaldırdım. Bağlayıp bağlamama konusunda ikilemde kalmıştım.

Sonra salmaya karar verdim ve derin bir nefes alıp kapıya gittim. Sessiz sokağa adımımı atıp kapıyı çektim ve kilitledim.

Arkamı döndüğümde Ben'in dükkanın penceresine yaslandığını ve bir süredir orada olduğunu gördüm. Onu gördüğümde tepki vermedim çünkü aniden belirmesine alışmıştım.

“Nereye gidiyoruz?”diye sordum.

Ben gülümsedi ve yürümeye başladı. Sessizce onu takip ettim. Onun yanında kalmak için elimden geleni yapıyordum ama benden uzun olduğu için benden hızlıydı da.

Yürürken fazla bir şey söylemedi. Sadece dükkan ve dükkandaki görevlerim hakkında sorular sordu.

Ormanın kenarına vardığımızda durdum.

“Bir sorun mu var?” diye sordu Ben.

Arkaya bakıp kasabanın üzerinde batan güneşi gördüm. On dakikadan az bir sürede hava kararacaktı ve orman gece vakti dolaşmak istediğim son yerdi.

Ben ne hissettiğimi yüzümden ve beden dilimden anlamış gibiydi.

“Çok uzağa gitmiyoruz,” dedi. “Evin hemen yanına bir şeyler hazırladım. Tamamen güvende olacaksın,” diye güvence verdi bana.

Bunun aptalca olduğunu biliyordum ama Ben'e karşı herhangi bir karşı koyma hissiyatım yoktu. Diğer insanlardan farklı olarak beynimin bir parçası ona güvenmemem gerektiğini haykırmıyordu.

Söylediği şeylere inanıyordum ve şüphesiz ona güvenebileceğimi biliyordum. Ve öyle yaptım.

Bana ormanda yol gösterdi. Dengemi korumam ve kaba dikenlere takılmamam konusunda beni uyardı.

Benden uzak duruyordu ve bunun sebebinin aşırı kibar olmasından mı yoksa beni dışarı çıkarmaktan pişman olmasından mı kaynaklandığını merak etmiştim.

Ben’in gözlerine ışık vurduğunda ışıl ışıl parladı ve o an onun tarafından, gözleri tarafından, büyülendim.

Ben önümde ilerlerken yavaşça başımı salladım ve söylediklerini duymuyordum. Düşüncelerimi yerine koymaya çalışıyordum.

“... çok özel. Sadece seni tanımak istedim.”

Kafamı kaldırdığımda nefesim kesildi. Ben, evinin yanındaki açık alanın ortasına bir piknik masası kurmuştu.

Çevredeki ağaçların dallarına astığı ışıklar etrafı aydınlatıyordu.

Masada bir çaydanlık ve iki kupa ve dilim pasta, bir tabak kurabiye, kruvasan ve tarçınlı rulo vardı.

Ben tepkimi yakından izliyordu. Ben sessizliğimi sürdürdükçe endişelenmeye başladı.

“Aşırı mı yoksa yeterli mi bilmiyorum. Will bana yardım etti ve hoşuna gidecek her şeyi aldığımızdan emin olmak istedik. Bu yüzden her şeyi aldık. Ben… A...”

Ona bakıp gülümsedim. “İnanılmaz görünüyor,” dedim açıklığa doğru giderken.

Sıkıcı hayatımdan çıkıp farklı bir dünyaya adım atıyormuşum gibi hissettim. Göz alıcı ışıklar, karanfil dolu kavanozlar ve soluk mavi fincanlar…

Omzumun üzerinden Ben'e baktım ve onu beni izlerken yakaladım. Gardını indirmiş, merakla ve şaşkınlıkla bana bakıyordu.

Bana bakarken bedenimi bir sıcaklık kapladı. Sanırım ilk defa benim hissettiğim kapılma hissini hissediyordu.

Karşılıklı oturduk. Ben fincanlarımıza çay doldururken biraz taşırdı ve yüzünü buruşturdu. Kıkırdayıp ona teşekkür ettim. Kupayı kaldırıp ufak bir yudum aldım.

Hayatım boyunca ithal çay içmiştim.

Annemin dükkanı ile teyzemin egzotik lezzetleri arasında birçok farklı çay denemiştim. Sonuç olarak bu beni pek şaşırtmamıştı.

Yine de Ben'in tepkisini izlemek paha biçilemezdi.

Öksürdü ve kupasını uzağa koyarak gözlerini kırptı. “Vay canına,” derken tekrar öksürdü. “Bu… Güzel mi?”

Gülümsedim. “Biradan biraz farklı, değil mi?”

Ben başını salladı ve kollarını kavuşturdu. “Kesinlikle farklı.”

Sessizliğe gömülürken gülümsememin silindiğini hissettim. Ormanın sesleri aniden artmaya başlamıştı.

Üstümüzdeki dallarda uçuşan kuşlardan, çalılıkların arasından koşuşturan küçük hayvanlara kadar her şeyi duyabiliyordum.

Geceleri orman bana çok gürültülü geliyordu. Sadece geceleri yapılabilecek eylemlerin telaşı var gibiydi.

“Bir baykuş var,” diye fısıldadı Ben, “Tam sağımızda. Hayır, benim tarafımda… Biraz yukarıda.”

Onun talimatlarını takip ettim ve karanlığın ortasında elimden geldiğince gözlerini kıstım. Karmaşık tüylerin arasında bana bakan büyük parlak gözleri görünce biraz irkildim.

“Vay canına,” deyip nefes aldım ve Ben'e sırıttım. Gülümseyerek karşılık verdi. “Bu inanılmaz.” Kuşu tekrar buldum ve gözlerim sulanana dek gözümü kırpmadan onu izledim.

“Sürekli bu tür şeylerle karşılaşıyor olmalısın,” dedim. “Buralarda çok fazla geyik var mı?”

Ben başını salladı. “Genellikle geyikler bize çok yaklaşmazlar.”

Kaşlarımı çattım. “Bu çok kötü. Onlar çok güzeller.” Tekrar baykuşa baktım. “Yine de doğayla bu kadar iç içe olmak güzel olmalı.”

Ay tepemizdeydi ve neredeyse dolunaydı. Açıklığa mavimsi bir ışık yayıyordu. “Artıları ve eksileri var,” dedi. “Belki fark etmişsindir, ormanlar geceleri hareketli oluyor.”

Uzanıp tarçınlı rulodan bir dilim kestim. Ben'in önünde yemek yiyemeyecek kadar gergindim ve o henüz hiçbir şey yememişti.

“Öyleyse bana senden ve arkadaşlarından bahset,” diye ısrar ettim. “Hepiniz birazcık... Tuhaf görünüyorsunuz. Bilmiyorum. Will bana birlikte olmanızın arkadaşlıktan ziyade bir kolaylık olduğunu söyledi.”

Ben omuz silkti. “Hepimiz uyumsuzuz. Sanırım hiçbirimiz ailemizle anlaşamıyoruz. Birbirimize daha çok güveniyoruz.”

Çayımdan bir yudum aldım. “Eğer sormamda bir sakınca yoksa…Ailenle ilgili sorun neydi?”

Ben biraz gerildi ama gülümsedi. “Ben onlardan farklıydım ve bu gerginliğe sebep oldu. Senin ailen nasıl?”

“Hayatım boyunca hep annem ve ben vardık. Babamla hiç tanışmadım ve annem de onu bulmaya hiç istekli değildi. Ben de öyle.” Omuz silktim.

“Teyzem erkek arkadaşı olmadıkça veya seyahat etmedikçe bizimle yaşıyor. Bu kadar.”

“Annenle iyi geçiniyor musun?”

“Evet.”

“Babanı tanımayı ister miydin?”

Omuz silktim. Hazırda neden bir cevabım olmadığını düşündüm. Sanırım onun hakkında hiç bu kadar fazla düşünmemiştim. Var olduğunu biliyordum ama onu tanımaya hiç ihtiyaç duymamıştım.

Okuldaki çocukların Babalar Gününde kart hazırlamaları ya da okulun baba-kız danslarına ev sahipliği yapması beni hiç rahatsız etmemişti. Annem vardı ve başka hiçbir şeye ihtiyacım yoktu.

“Aslında hayır,” dedim yavaşça. “Biz bize olmak yeterliydi.”

“Peki ya arkadaşların?” diye sordu. “Çok arkadaşın var mı?”

Jocelyn'i düşündüm ve yüzümü buruşturdum. “Aa… Biraz var.” İç çektim.

“Dürüst olmak gerekirse, ailem ve annemin gelir elde etme şekli nedeniyle biraz farklı muamele gördüm. Sanırım bu garip kasaba için biraz fazla tuhafım.”

Ben'in bakışları değişti. İlgi yerini sempati ve anlayışa bıraktı. Bana doğru eğilirken sanki aramızdaki bağ güçleniyormuş gibi ona çekildiğimi hissettim.

“Bunun nasıl bir şey olduğunu biliyorum,” dedi, “Uyumsuzluklar arasında dışlandığını hissetmek. Eğer onlarla olmazsan, sanki...”

“—Hiçbir yere ait olamazsın,” diye bitirdim.

Ben başını salladı ve yutkundu. “Kesinlikle.”

Jocelyn'in okula gelmediği günlerde kafeteryadan kaçmak için öğle yemeğimi kütüphaneye götürdüğümü hatırlayıp kafamı aşağı eğdim.

Daha da kötüsü, yine Jocelyn yokken ve kütüphane de kapalıyken kafeteryadakilerin fısıldaşmaları yüzünden ağzıma lokma sürmeyip fırtınalı gökyüzünün altında yemek yediğim anı hatırladım.

Geçmişin bu sayfalarına geri dönünce onları bastıramadım. Kızların kıyafetlerimi nereden aldığımı sorup ben cevap veremeden benimle dalga geçip kahkaha attıklarını anımsadım.

İnsanların annemin hakkında konuştuklarını belirtmek için onun adını yüksek sesle söylediklerini hatırladım.

Teyzem gündönümü ritüeli için ellerimi boyadığında bana cadı veya ucube diye seslendiklerini hatırladım.

Aniden sıcak yaz gününde bir ürperti içimi kaplandı. Ben düşüncelere dalmışken Ben beni izliyordu.

Anıları zihnimden uzaklaştırmaya çalıştım ama verdikleri hissiyat ikinci bir deri gibi üzerime yapışmıştı ve dış dünyayla iletişimimi kesmişti.

“Farklı olmak kolay değil,” dedim. “İnsanlar farklı olmayı sevmiyor.”

“Hayır,” dedi Ben tok bir sesle. “Sevmiyorlar.”

Ona baktım. “Senin için ne kadar kötüydü? Ailenle birlikte olmak?” Ben'in yasal olarak yetişkin olmadan önce ailesini terk etmek durumunda kalmasının zor olduğunu düşündüm.

Şu an on dokuz yaşındaydı ve eğer birkaç yıldır Fitz ve Will'le birlikteyse, bu on yedi yaşında evinden ayrıldığı anlamına geliyordu.

Ben savunmaya geçti. “Katlanılamaz bir haldeydi… Ben de ayrıldım. Hepsi bu kadar.”

“Okulda zorbalığa uğradım,” dedim cesurca elimi masanın üzerinden onun eline uzattım.

“Asla diğer kızlarla takılamadım. Erkekler dönüp bana bakmazlardı. Aidiyetsizliğin ne demek olduğunu biliyorum. Herkesin ortadan kaybolmanı istemesinin neasıl bir şey olduğunu biliyorum.”

Ben geri tepip elini benimkinden çekti.

“Hayır,” dedi kısaca. “Benim için nasıl bir şey olduğunu anlamıyorsun. Senin bir ailen vardı. Benim ise sorunum ailemdi. Ben…” Ben, yüzümdeki ifadeyi görünce kendini durdurdu.

“Üzgünüm,” dedi. “Hiç… Hiç birisiyle bunları paylaşmak durumunda kalmadım… İstemedim de. Will ve Fitz bazı şeyleri parça parça biliyorlar. Ama esas mesele…”

Turuncumsu kahverengi gözleri bana kilitlendi. “Benim için nasıl bir şey olduğunu kimsenin bilmesine izin vermedim.”

Yutkundum. “Bilmek istiyorum,” dedim ona açıkça. “Bana söylemeni istiyorum.”

Biraz da olsa gülümseyebildi. “Ben de bilmeni isterim,” dedi. “Önünde sonunda.”

Daha hafif konuları konuşmaya devam ettik. Ben çevre hakkında çok fazla konuştu. Yaptığı hemen hemen her şey bir şekilde ormanla ilgiliydi.

Bu kadar derin ve geniş bilgi haznesi olması beni etkilemişti. Bilinebilecek her tür kuş, balık ve bitki türünü biliyor gibiydi.

Ekosistemlerin nasıl çalıştığını kavramıştı ve avcı ile av arasındaki ilişkiyi mükemmel bir şekilde açıklayabiliyordu. Hayvanları nasıl izleyeceğini biliyordu.

Tüm fotoğrafçılık jargonum ve okul hikayelerimle onu sıkmaktan korkuyordum ama Ben birçok soru sordu ve dikkatle dinledi.

Hayatım boyunca konuşmaların temelinde karşı tarafın sözünün bitmesi ve kendi fikrinin belirtilmesi olduğunu düşündüm.

Ama Ben’le konuşurken durum farklıydı. Ben, bilgi vermektense toplamakla ilgileniyor gibiydi. Tepkileri yapmacık değildi. Saf, dürüst ve korkusuzdu.

Fikirlerimi, deneyimlerimi ve görüşlerimi önemsedi. Daima daha fazlasını bilmek istedi ama çok kişisel hale geldiğinde ya da bir şekilde ondan daha bilgisiz kaldığımda asla kibirlenmedi.

Bilgim olmayan konularda bana kendimi kötü hissettirmeden konuştu. Onunla konuşmak daha önce hiç tanışmadığım bir tarafımla sohbet etmek gibiydi.

Kolay, basit ve zahmetsizdi. Değerli, canlandırıcı ve canlıydı. Yumuşak, nazik ve güzeldi.

Seslerimiz kısılana ve orman sessizleşene kadar konuştuk. Çaylarımıza dokunmamıştık ve buz gibi olmuşlardı. Sonunda birbirimize alışınca bir şeyler yiyebildik.

Ben beni uzaklaştırmaya çalışsa da beni eve bırakmadan önce on dakika daha onunla vakit geçirmeyi umarak için masayı toparlamasına yardım ettim.

Tabakları ve fincanları aldım ve Ben de geri kalanları kucakladı. Bir yandan küçükken yaptığım sporları soruyordu.

Arka kapıdan mutfağa doğru giderken gülerek ufak lig hikayemi anlatıyordum ki kollarımdaki her şeyi yere düşürdüm.

Ben küfretti ama onu duyamıyordum çünkü mutfağın ortasında bir kurt duruyordu.

Continue to the next chapter of Batı'nın Kurtları: Av

Discover Galatea

Aşk Çağrısı 3. Kitap: Efsunlu LunaSavaşçıKomşu Komşunun Külüne 1. Kitap: Komşuluk ÖlmediLanetliYakın Tehlike

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi