
Şu anda yapmak istediğim son şey Ryder'la konuşmaktı. Onunla konuşmaktansa gözlerime iğne batırıp dilimi kesmeyi tercih ederdim.
Ama işte buradaydık, gecenin bir yarısı.
"Bak, gerçekten yorgunum. Sana ve arkadaşlarına biraz kızgınım. O yüzden söyleyeceklerini söyle ve beni rahat bırak."
Umarım benimle bir daha konuşmak zorunda kalmaz diye düşündüm.
"Dün gece sana ne oldu?" diye sordu.
Fırsatım varken hareket etmeliydim çünkü o an göğüslerim göğsüne çok yaklaşmaya başlamıştı.
"Kesinlikle hiçbir şey. Her neyse, sana bir açıklama borçlu değilim."
Ryder beni iyice köşeye sıkıştırdı ve iki elini de kafamın iki tarafına koydu. "Seni o lokantada görmediğimi mi sanıyorsun? Hepimiz gördük! Bu yüzden dün gece sana ne olduğunu bilmeliyim."
"Bilmek senin için neden bu kadar önemli?" Kolunun altına eğildim ve uzaklaşmaya başladım.
"Alice! Beni dinlemen gerek."
Farkına bile varmadan Ryder bileğimi tuttu ve beni döndürdü, yüz yüzeydik. "Bana inanmayabilirsin ama sana yardım etmeye çalışıyorum."
"Yardım mı?"
"Neler yaşadığını anlamana yardım etmeye çalışıyorum."
"Peki bu ne olabilir?" Elimi geri çektim ve cevap beklercesine ellerimi kalçalarımın iki yanına koydum.
"Şaka yaptığımı düşünebilirsin ama inan bana yapmıyorum." Ryder bana sırtını döndü, ellerini cebine soktu ve pes etmişçesine iç çekti. "Birkaç gün içinde değişimi gözden geçirirsin."
Kaşlarımı çattım. "Değişiklik mi?"
"Çok yakında değişimi yaşayacaksın. Bir kurt olmanın değişimi."
Şaşkınlık içinde ona baktım ve kahkaha attım.
Arkasını döndü ve burnundan alev çıkarcasına nefes aldı. "Gülmeyi bırak. Bu bir şaka değil. Böyle şeyler hakkında şaka yapmam. Görünüşe göre çok yakında olacak."
Eminim kurt olacağımı kastetmiyordu çünkü bu delilikti.
Gözlerimi devirdim, "Tamam, iş birliği yapacağım. Bu değişim sırasında ne olacak?"
"Acı. Fazlasıyla acı."
İç çektim. "Daha önce de acı çektim."
"Bu tür bir acı değil. Çok terlemeye başlayacaksın ve kendini çok sıcak hissedeceksin. Ayrıca miden bulanmaya başlayacak ve yanlış hatırlamıyorsam başın ağrıyacak. Sadece kötü bir ateş olarak düşün, çünkü en kötü kısmı bu değil."
Dalga geçtim. "Canavara dönüşmekten daha kötü ne olabilir ki?"
Sorumu görmezden geldi ve devam etti. "Vücudun patlayacak gibi olacak ve yapmak isteyeceğin son şey onunla savaşmak olur doğrusu."
İç çekti. "Vücudun sana içindeki kurdun devralmaya hazır olduğunu söyleyecek ve bir kere savaşırsan bir sonraki değişiklikte hayatta kalamazsın. Bu yüzden ne yaparsan yap, onunla savaşma."
"Bütün bunları nereden biliyorsun? Sen kurt musun?"
Ryder omuz silkti. "Hepimiz öyleyiz."
"‘Hepimiz’ de kim?"
Ryder bana cevap vermedi. Bana sadece o bilinen bakışını attı ve ifadesinden ne demek istediğini bilmem gerektiğini fark ettim.
"Bane, Silver ve Kellan'ın kurt olduğunu mu söylüyorsun? Hadi, biraz ciddileş."
"Bizden biri olmasaydın sana yardım edeceğimi mi sanıyorsun? Herhangi bir kurdun kolayca alabileceği kokun o lokantanın her yerindeydi."
Ryder'ın elleri yumruk gibiydi. Gözlerinde karanlık, şeytani bir parıltıyla bana bakıyordu.
Bana kızgın ya da sinirli olması umurumda değildi. Sadece eve gidip bu konuşmayı unutmak istiyordum.
İnanmamışçasına alay ediyordum. "Sizden biri olmayacağım! Böyle şeyler insanların başına gelmez."
"Bay Daniels'a ne olduğunu bilmek ister misin? Cesedinin kendi evinde nasıl parçalanmış olarak bulunduğunu mesela?" Ryder hırlamaya başlamıştı.
Buna daha fazla dayanamayacağımı hissettim. Ryder'ın sesini engellemek için aklıma gelen tek şeyi yaptım. Kulaklarımı kapatıp durması için dua ediyordum.
"Kes şunu!"
Durması için deli gibi yalvarıyordum ama o devam ediyordu.
"Burada neler oluyor?" diye bir ses duyuldu.
Ryder sadece bağırmayı bırakmakla kalmadı, Terry'nin elinde el feneriyle durduğunu fark edince tüm vücudu da sertleşti.
"Sana sorun mu çıkarıyor, Alice?"
Ellerimi kulaklarımdan çekip kafamı sallıyordum. "Hayır, tam da gidiyordu."
Ryder gözlerinde çaresizlikle bana baktı ama söyleyecek başka bir kelimesini bile dinleyemezdim.
"İyi geceler Terry." İki adamı da karanlıkta yalnız bırakarak uzaklaştım.
Evime yürüyüş şaşırtıcı derecede huzurluydu. Ryder'la ya da bir kurtla karşılaşmak gibi şeyler yoktu. Sadece ben ve doğanın sesleri.
Vahşi bir tilkinin çığlıklarını ve bir kızıl geyiğin yüksek sesle geğirmesini duyuyordum.
Eve kestirmeden gittim ve evimle aramda duran ormanla karşılaştım.
Bu ormanda birçok sırrın olduğuna inanıyordum ama hiçbir tehdit hissetmiyordum ve içinde ne saklandığını bilmekten de korkmuyordum.
Açıklıkta dururken güçten başka bir şey hissetmiyordum. Ölüme yakın olmayı hissettim içimde, kendimi daha canlı hissedemezdim.
Ormanın içinden geçip ince dolambaçlı derelerin ve kaygan kayaların üzerinden atlıyorum. Çürüyen meşe ağaçlarını ve alçaltılmış dalların altından öyle böyle sıyrılıp yoluma devam ettim.
Böcekler kulaklarımın etrafında vızıldıyorlardı, küçük şarkılarını mırıldanıyor, uğultu yapıyorlardı.
Yeşil, sarı ve kırmızı yapraklar; zengin, sonbahar renklerinden oluşan bir gökkuşağı gibi yere saçılmıştı. İleride, ormanın ağaçları seyrekleşti.
Eve yakındım artık.
Yaklaştıkça, evimin karşısındaki yola doğru uzanan giden eski, yıpranmış köprüyü görüyordum.
Annemle sessiz, insanların yaşadığı bir bölgede; güzel, müstakil bir evde yaşıyordum.
Hayatımda yaşama fırsatı bulduğum tek evdi; evin sağladığı sessizlik ve huzur yüzünden dünyada olmak istediğim başka hiçbir yer yoktu.
Evde güzel ağaçlar, bitkiler ve hatta yüzme havuzlu büyük bir bahçe vardı.
Sadece ikimiz yaşadığımız için oldukça geniş geliyordu; iki katın yanı sıra büyük pencerelere sahip daha küçük, üçüncü bir katı vardı.
Ön kapı; büyük salonun iki konforlu, havadar oturma odasının olduğu, bir banyo ve evin kalbine yerleştirilmiş modern büyük bir mutfakla buluştuğu zemin kattaydı.
Oturma odalarından birinde bahçeye bakan terasa açılan bir kapı vardı.
Birinci katta iki banyo ile birlikte iki çift kişilik ve iki tek kişilik dört oda bulunmaktaydı.
Annem kendi banyosu ve balkonuna sahip ana yatak odasında uyuyordu.
Yolun karşısına geçip evin önündeki verandaya ulaştım ve kapı kolunu çevirdim, kilitliydi.
Annem şimdiye kadar evde olmalıydı.
Eskice cam kapıya parmak uçlarımla vurdum ve herhangi bir hareket belirtisi var mı diye beklemeye başladım.
Sonra tekrar tıklatıp birkaç dakika daha bekledim.
Hiçbir ses yoktu.
Paspasın altını kontrol etmek için eğildim, gümüş anahtar oradaydı.
Sanırım evde değil diye düşündüm.
Anahtarı alıp eve giriyordum. "Anne? Evde misin?"
Cevap yoktu.
Belki bu gece randevusu vardı?
Merdivenlerden mutfağa indim ve buzdolabına yapışmış bir kağıt parçası fark ettim.
"Alice, hastaneye çağrıldım. Muhtemelen sabaha kadar evde olmayacağım, akşam yemeği mikrodalgada. Seni seviyorum, Annen x"
Sanırım bu bana nerede olduğunu söylüyordu.
Mikrodalgayı açtım ve pepperonili pizzanın tatlı aromasını koklarken tatmin içinde inledim.
Annem beni çok iyi tanırdı.
Kıyafetlerimi değiştirip geceliklerimi giymeden önce pizzayı ısıtıp kendime bir kutu kola aldım.
Merdivenden indiğimde pizza ve kolayı televizyonun önündeki kanepeye götürüp Game of Thrones’un sezon finalini indirmeye koyuldum.
Yine, sorular kafamı doldurmaya başladı.
Ya Ryder'ın söyledikleri doğruysa? İnsanlar tarafından bilinen en tehlikeli yırtıcılardan birine dönüşüyorsam?
Bana ne olursa olsun, yapmak istediğim son şey birini incitmekti.
İncitseydim kendimi asla affetmezdim.
Boş boş dururken filmin açılış kısmına odaklanıyordum ki aniden odadaki her şey bulanıklaşmaya başladı. Hiçbir şey göremiyordum.
Gözlerimi avuçlarımla siliyordum ve yüzümün yandığını hissediyordum.
Kalbimin göğsümde hızla attığını duyabiliyordum, düzgün nefes almakta zorlandığımı fark etmeye başlamıştım.
Ayağa kalkıp banyoya doğru ilerledim ve birden karnımda bıçaklanmış gibi bir ağrı hissettim. Sanki içim eğilip bükülüyor gibiydi.
Banyo kapısını açıp lavaboya tutunarak dengemi sağladım.
Ayna baktığımda ter içinde olduğumu gördüm.
Midemdeki ağrı baş edemeyecek kadar dayanılmaz hale geldikçe başım zonklamaya başladı.
Bu kahredici acıyı durdurmaya çalıştıkça sırtıma doğru inen ıstıraplı ağrıyı hissediyordum ve tek yapabileceğim şey çığlık atmaktı.
Onunla savaşmaya çalıştığımda ağrı daha da kötüleşiyor ve hemen midem bulanıyordu.
Tuvaletin kenarlarını kaplayan siyah sıvıyı görünce iki kat daha şiddetli bir şekilde kustum.
Kaç kere kustuğumu hatırlayamıyordum ama karşılık vermemeyi reddediyordum.
Değişmeyi reddediyordum.
Acının ne kadar süreceği umurumda değildi.
Değişime boyun eğmeyecektim.
Bin yoğun saat gibi hissettiren bu olaydan sonra elmacık kemiğimi tuvaletin soğuk yüzeyine koymuş şekilde rahat rahat iç çektim.
Görüşüm yavaş yavaş netleşmeye başladı. Midemdeki ve belimdeki ağrı azaldı ve sonunda tekrar nefes almaya başladım.
Kalbim normal ritmine göre atıyordu ve başım zonklamıyordu.
Titreyen bacaklarımla, tuvaletin yanındaki pozisyonumdan kalktım ve banyoyu baştan aşağı temizledim.
Temizliği bitirdikten sonra yere oturdum ve gözlerimi sadece birkaç dakika dinlendireceğime söz vererek kapadım.
Ne kapının açıldığını duymuştum ne de annemin adımı birkaç kez söylediğini.
Beni tam olarak olduğum gibi buldu, yerde oturmuş başım tuvaletin üstünde öylece duruyordum. Gözlerimi açıp ona baktım.
"Alice, tatlım yerde ne yapıyorsun?" Pembe önlükleriyle banyo kapısının yanında durup siyah, örme hırkasını kollarında tutarken gözlerinde endişeyle bana bakıyordu.
"Hastalandım," dedim basitçe.
Annem önümde yerde diz çöktü ve elini alnıma koydu.
"Ateşin falan mı var?"
"Evet, belki."
“Bence dinlenmelisin ve bol bol su içmelisin. Yarın işe gitmeden önce doktoru arayacağım, tamam mı tatlım? Yarın sana okul yok."
Alnımdan öptü ve yavaşça yerden kalkmama yardım etti.
"İş nasıldı?" Annemi mutfağa kadar takip ediyordum, o televizyonu kapatırken bar taburesine oturdum.
Game of Thrones’u kaçırmıştım. Yine.
"İş biraz telaşlıydı ama evde olduğum için mutluyum. Okulda her şey yolunda mı?"
Yenmemiş pizzayı ve açılmamış kola kutularını mutfağa getirip tezgaha koyuyordu.
"Okul iyiydi, sanırım. Yeni bir İngilizce öğretmenimiz var."
"Yeni bir öğretmen mi? Bay Daniels'a ne oldu?"
"Bilmiyorum. Belki de istifa etmiştir?"
Anneme neden Bay Daniels'dan bahsetmedim bilmiyorum ama ona evinde parçalanmış halde bulunduğunu söylemenin iyi bir fikir olmayacağını düşündüm.
Ayrıca, kim bilir? Belki de Ryder bunu beni korkutmak için söylemiştir.
"Çok yazık oldu. Çok iyi bir öğretmendi, seni çok severdi."
"Biliyorum, ama..." Omuzlarımı silktim ve anneme sarılmak için ayakta durdum. "İyi geceler anne."
Bana sıkıca sarıldı ve başımın üst kısmını öptü. "İyi geceler, tatlım. Seni seviyorum."
"Ben de seni seviyorum."
Merdivenlerden yatak odama doğru yürüdüm ve kafamı kapıya yaslandım.
Gerçekten başarmıştım, kurda dönüşmemiştim.
Kendime histerik bir şekilde gülüyordum, büyük bir zafer kazanmış gibiydim.
Dün ve bu gece olan olaylardan sonra inanılmaz derecede zayıf ve bitkin hissediyordum ama en azından kusma durmuştu.
Bir parçam yarın Ryder'la yüzleşmek zorunda kalmayacağım için rahatlamış hissetse de diğer yanım ona bu gece burada neler olduğunu anlatmak istiyordu.
Fakat o bana eğer ilk seferindeki ile savaşırsam ikincide hayatta kalma şansımın daha az olduğunu söylemişti.