
Bacaklarımı bir o tarafa, bir bu tarafa çapraz yapıp beni alışverişe götüreceğini söyleyen Hunter’ı bekliyorum.
Beni yanlış anlamayın, hafta sonu boş zamanımda bir günü böyle geçirmeyi umursamıyorum. Salak olmadığım için okulda gördüğüm zorbalık yetiyor zaten.
Hafta sonları da itilip kakılmaya ihtiyacım yok ama Hunter’la da olsa dışarı çıkacak olmak endişelerimi körüklüyor.
Ne de olsa Hunter’dan bahsediyoruz, kendilerini ona yamamaya çalışan bir sürü kızla istediğini yapan okulun kötü çocuğu. Herhangi bir istediğini yapmak için beni herhangi bir yere götürüyor olabilir.
Ne olur ne olmaz diye çantama bir tane biber gazı atıyorum.
Dizlerinde yırtıklar olan siyah kot pantolon ve rengi solmaya başlayan, Sünger Bob baskılı gri bir üst giymeye karar veriyorum.
Bu benim en iyi kıyafetlerimden biri. Normalde kot giymem ama Hunter’ın yanında daha iyi görünmek istiyorum çünkü çok şık ve seksi görünüyor. Onun yanında çöp gibi görüneceğim.
Herkesin gözünde adeta bir ilah ve herkes onun kim olduğunu biliyor. O yüzden bari elimden geleni yapayım da yanında çıban gibi göze batmayayım.
Telefonuma tekrar bakıyorum. Neden ondan bu kadar rahatsız oluyorum ki? O aptal çapkının teki. Belki de asıl niyetinin ne olduğunu merak ettiğimden ve neden okuldaki en popülerlikten uzak kız olan bana ihtiyaç duyduğunu anlamadığımdan.
Yeni mesajlarım var mı diye telefonuma bakıyorum.
Yok.
Ayağa kalkıp içinde çok fazla şey olmamasına rağmen çantam da dahil olmak üzere ihtiyacım olan her şeyi alıp almadığımı kontrol ediyorum. Yaz boyunca çalışarak kazandığım ve harcamadığım otuz sterline bakıyorum.
Zamanımı gönüllü bir iş olması gereken bir kütüphanede çalışarak geçirdim ama oradaki kadın yaptığım birkaç gün için olabilecek en az parayı ödedi. İç çekerek çantama geri koyarken telefonum çalıyor.
Ekrana bakıyorum.
Mesajına gözlerimi yuvarlıyorum ama yine de kapıdan dışarı çıkıyorum. Evdeki her şeyi son bir kere kontrol ediyorum. Annem çoktan işe gittiği için kapının yanından anahtarlarımı alıp kapıyı kilitlemeyi unutmuyorum.
Dışarı çıktığımda turuncu bir Aston Martin Vanquish beni bekliyor. Böylesi güzel bir araba garaj yolumda. Benim evimde! Ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Bu arabayı almak için gereken parayla çok şey yapabilirim.
Arabaya hasretle bakıyorum. Kesinlikle favori arabalarımı sıralasam listemde ilk beşe girer. Araba kornası beni kendime getirmeden önce iç çekerek bakıyorum ve dikkatim direksiyon arkasındaki adama dönüyor.
Yanaklarımın hafifçe ısındığını hissederek kapıya doğru yürüyorum ve içeri atlıyorum. Arabanın içi de dışı kadar güzel.
Arabanın içine göz gezdirdikten sonra henüz yola çıkmadığımız için gözlerimi Hunter'a çeviriyorum ve ona sorarcasına bakıyorum. Beni o çok seksi sesiyle selamlamadan önce bana sırıtıyor.
Gerçekten az önce böyle mi düşündüm?
"Ee prenses, gördüğün şey hoşuna gitti mi?" Kafamı sallarken bana göz kırpıyor.
"Evet, araba muhteşem. En sevdiklerimde ilk beşe girer." Başını sallıyor ama yola çıkarken başka bir şey demiyor bana.
Birkaç dakika sonra neler olduğunun farkına bile varmadan kelimelerin ağzımdan yuvarlandığını hissediyorum.
"Bana prenses demekten kaçınmak isteyebilirsin, öküz."
Direksiyonu kavrayan elinin eklem yerleri kavrayışını genişletirken beyaza dönerken hafifçe sırıttığını görüyorum.
Bana dönüp yan yan gülümsemeden önce birkaç kere nefes alıyor.
"Peki sana ne diye seslenmemi istersin, Prenses?”
Bunu söylerken sesindeki tüm kendini beğenmişliği hissedebiliyorum ve bu da onun o yakışıklı suratına bir yumruk atmak istememe neden oluyor.
Bu şiddetin nereden geldiğini bilmiyorum. Sanki içimdeki en kötü yanları ortaya çıkarıyor.
"Sadece adımla seslensen nasıl olur?" Sesim istediğimden daha sert çıkıyor ama bu öküze bir şekilde derdimi anlatmam lazım.
"Elbette, Prenses."
Yanıtına gözlerimi deviriyorum ve yolculuğun geri kalanında onu görmezden gelerek pencereden dışarı bakmaya devam ediyorum.
Yolculuk garip geçmiyor. Ufak atışmamızdan sonraki sessizlik rahat geliyor. Yaklaşık yirmi dakikalık bir sürüş sonunda alışveriş merkezine varıyoruz. Yirmi dakika deyince kulağa merkez yakındaymış gibi geliyor.
Öyle değil işte. Aslında yarım saatlik bir mesafe ama bu muhteşem araba ve Hunter'ın kötü sürüş yetenekleriyle yolda harcanan toplam süreden on dakika çıkıyor.
Hunter park eder etmez arabadan minnetle atlıyorum. Yolda manyak gibi giderken canhıraş bir şekilde tutunduğum koltuk arkasında hasar bırakmamaya dua ederek geldim çünkü olur da bir zarar versem onarım parasını karşılamak için kol, bacak ve böbrek satmadan kurtulamam. Neyse ki her şey yolunda görünüyor.
Alışveriş merkezine girerken bize yöneltilen birkaç tuhaf bakış fark ediyorum.
Tahmin edebileceğiniz gibi Hunter uzun boylu, sıska ve çok daha güzel bir sürü kızla görülüyor (çoğu sahte güzellikte olsa bile). Böylece benim gibi biriyle görüldüğünde şaşkınlıklarını hayal edebilirsiniz. Benim gibi vasat biriyle.
Bu bir iltifat. Vasat altındayım.
Gergin bir şekilde yürürken endişeyle parmaklarımla oynuyorum.
Bize attıkları bakışlar artık görünmez olamayacak ve beni dünyanın tehlikelerinden koruması için kendime yarattığım kabuğun içine saklanamayacağımın kanıtı oluyor.
Alışveriş merkezine girdiğim andan itibaren artık benim için bundan dönüş yok.
Artık okuldaki dolaplara ya da öğretmenler geçerken duvarlara kamufle olamayacak ve Jessica birinin hayatında, genellikle benim hayatımda terör estirmek için gelirken saklanamayacağım.
Alışveriş merkezinde dolanmak harika geliyor. Çok paramız olmadığı için sadece birkaç kere gelmişliğim var. Kıyafetlerimin çoğu hayır dükkanlarından geliyor ve burada o tip dükkanlardan çok yok çünkü bu etraftaki daha büyük alışveriş merkezlerinden biri ve bu da daha fazla müşteri çekmek için daha büyük ve daha iyi dükkanlara yer verdikleri anlamına geliyor.
Etrafa bakarken buraya uzun zaman önce gelmediğimi hisseden Hunter'ı verdiğim tepki için beni izlerken görüyorum. Yürümeye başlarken ona gülümsüyorum.
Yürürken daha fazla para harcamaları umuduyla daha fazla insanı çekmek ve onları dükkana sokmak için vitrinlere koyulan güzel kıyafetleri ve yaz indirimlerinin tanıtımlarını görüyorum.
İndirimlerin devam etmesine seviniyorum. En azından bir şeyler alabileceğim. Kuaförlerin önüne gelene kadar yürümeye devam ediyoruz.
Dışarısı soluk pembe bir arka plan ve el yazısı ile Kathryn'in güzellik salonu yazan bir yazı ile dekore edilen bir yere gelince kalp atışımın hızlandığını hissediyorum. Saçımın kesilmesini istemem. Babam ve ben her zaman saçımın uzun kalmasını tercih ettik.
Kendimi küt kesim ile hayal ile düşününce kalbime salınan korku ile karışık bir üzüntü duyuyorum.
Dükkana girince duruyorum.
Saç yıkamak için iki lavabosu ve saçı kesmek için üç istasyonu olan sevimli bir dükkan ki bu bana mantıklı gelmiyor çünkü yıkama lavabolarının sayısı kesim istasyonu miktarıyla eşit değil.
Uzun zamandır saçımı yaptırmamıştım, saçımı en son babam ölmeden önce kestirmiştim ve bu iki yıl önceydi.
Onun düşüncesi gözlerimi yaşartıyor ama Hunter yanımda dururken bir dükkanın ortasında ağlamak istemediğim için onları tutuyorum.
Dikkatimi dükkana çevirirken, dükkanın ortasında genç bir hanım olduğunu fark ediyorum.
Hunter ile aynı zümrüt yeşili sahip gözlere sahip kalp şeklindeki yüzünü çerçeveleyen ve omzuna inen kısa siyah saçları var.
Teni oldukça solgun, onu neşeli ve sıcak bir insan gibi gösteren açık pembe yanakları var. Ayrıca benim boylarımda, belki birkaç santim daha uzun. Bir altmış veya bir altmış iki uzunluğunda olabilir gibi duruyor.
Yaklaştığımızı duyunca suratı Noel'deki bir çocuk gibi yüzü aydınlanıp gözlerine muzip bir ışık yerleşiyor.
"Hunter!" Adını neredeyse çığlık atarcasına söyleyip ona koşarak kocaman sarılıyor. Hunter da kucaklamaya yanıt veriyor ama gözlerinin önündeki bu neşeli kadınla ben arasında gidip geldiğini görüyorum.
Nihayet bana döndüğünde çarpıcı gözleri adeta delip geçercesine benimkilere kilitleniyor.
"Merhaba, sen Ava olmalısın, ben Kathryn. Hunter'ın kuzeniyim." Durumu kavrayarak başımı sallıyorum. Bu yüzden Hunter’la aynı gözlere sahipler.
Kathryn daha canlı ve daha ateşli görünürken Hunter soğuk ve kapalı görünüyor.
Saçımın yapılmasını isteyip istemediğimi daha sormadan beni sandalyelerden birine sürüklerken gülümsüyorum.
"Aklında bir fikir var mı?" Saçımı değiştirme zahmetine hiç girmediğim için kafamı sallamadan önce birkaç saniye düşünüyorum. Saçım kendi rengi olan kahverengide kalsa iyi.
"Saçımı çok fazla kestirmek istemiyorum. Bunun dışında istediğini yapabilirsin" diyorum net bir şekilde. Başını sallayıp işe girişiyor.
Güzelim tellerimi kesmeye başlamadan önce saçımı yıkayıp kurutuyor. Babamın anıları kafamda dans ederken saçların bir kısmının yere düşmesinin karşısında ağlamamak için kendimi tutuyorum.
İki saat sonra işi bittiğinde buna seviniyorum. Bu kadar uzun süre oturunca popom uyuşuyor ve hareket etmeden bunca zaman durmak saçma geliyor.
Saçıma ne yaptığını izlediğimi fark ettikten sonra aynaya bakmama izin verilmediği için saçıma ne yaptığı hakkında hiçbir fikrim yok. Sonunda aynayı ortaya çıkardığında nefesim kesiliyor.
İstediğimden daha fazla kesmeden sırtıma dökülecek şekilde saçımı kısaltmış, araya balyaj atarak saçımın donuk ve ölü görünümünü yok etmiş.
Üstüne bir de saçıma kumsal dalgaları ile şekil vermiş. Sanki dergiden fırlamış gibi canlı ve hareketli görünmesi için.
O kadar canlı ve parlak görünüyor ki saçlarıma aşık oldum, tek istediğim ellerimi içinden geçirmek ama onun benim için yarattığı şaheseri bozmak istemiyorum.
Ek olarak hafif makyaj bile yapmış. Şeftali pembesi dudaklarım, hafif bir allık, göz kapaklarımda ten rengi tonlarında bir far ve ne olduğunu anlayamadığım için tarif edemeyeceğim bir şeyler yapmış. Ortaya çıkan durum adeta beni kendimden geçiriyor.
Kendime benzemiyorum bile. Yanak kemiklerim daha belirgin görünüyor ve yüzümde hiç makyaj yapmadığım zamanlara kıyasla daha fazla renk var.
Doğal olduğu için tüm görünümü sevdim ve beni iyi anlamda farklı biri gibi gösteriyor.
Makyaj yüzüme gelişigüzel sürülmemiş. Yüzümle boynumu farklı tonlarda gösteren çizgiler yok.
Hunter saçım yapılmaya başlandıktan yarım saat çıkmıştı ve iş bitince de henüz geri dönmüyor.
İç çekerek ona mesaj gönderirken uzayan süreçten doğan sıkıntısını gidermek için kızın tekiyle yiyiştiğini düşünüyorum.
Tepkimi ölçmeye çalışırken endişeyle yüzüme bakan Kathryn'e dönüyorum. "Beğendin mi?" Sesi gergin bir şekilde, sonuçtan nefret ettiğimi söyleyeceğimden korkarcasına çıkıyor.
Konuşurken bir gülümseme yüzümü ele geçiriyor. "Bayıldım Kathryn, çok teşekkür ederim!
"Ama makyajı nasıl yaptığını ve saçlarımı böyle zahmetsizmiş gibi görünecek şekilde nasıl şekil verdiğini bana tarif etmen gerek.
"Bu tür şeylerle hiç ilgilenmediğimden değil ama sanırım bana nasıl yapılacağını öğretecek kimsem olmadı.
"Sonra okuldaki altıncı sınıftaki kızları görünce onların hali hevesimi kırmaya yetti." Okulumdaki kızlar hakkındaki küçük laflarıma kıkırdıyor ama yine de bana yardım etmeyi kabul ediyor.
Dükkanın kapı zili çalıyor. Arkamı döndüğümde ağzı hafif açık bir şekilde kapı girişinde bana bakan Hunter'ı buluyorum.
Kendini çabucak toplayıp kurt gibi sırıtışıyla bana gülümsüyor. "Çeki düzen verilince bayağı iyi oluyorsun, prenses." Yüzüm kızarıyor ama Kathryn'e dönmeden önce Hunter'a hemencecik teşekkür ediyorum.
"Borcum nedir?" Bana başını sallamadan önce gülümsüyor. Gözlerinde neşe var.
"Hunter sana söylememiş miydi; parasını çoktan ödedi." Kafamı sallıyorum ama Hunter arkamdayken dükkandan ayrılmadan önce kıza sarılıp bir kez daha teşekkür ediyorum.
Dükkandan çıkarken gözlerini üzerimde hissedebiliyorum ama Kathryn'in söylediklerini düşünürken onu görmezden gelmek için elimden geleni yapıyorum.
Hunter beni sırtımdan yazlık kıyafetlerle dolu bir dükkana yönlendirirken düşüncelerim dağılmadan önce neden benim için para ödediğini merak ediyorum.
Bunu başarabilirim diyorum kendi kendime. Ama cehennem kapılarından içeri bakarken yalan söylediğimin farkındayım.