
Mera kamp ateşinin başına oturdu. Dans eden alevleri seyrederken çatırdayan odunların sesine keyifle kulak verdi.
Pazar etkinliği eğlenceli geçmişti. Ruben’dan aldığı vazoyu odasında güzel bir yere yerleştirmişti ve Ruben vazonun yerini gördüğünde inanılmaz mutlu olmuştu.
Ardından akşam yemeği yemişlerdi ve şimdi Mera ateşin başındaydı.
Haziran ayında oldukları için hava hâlâ oldukça güzeldi. Norveç’in ortasındaki ormanlık alanda yaşıyorlardı.
Daha kuzeye giderlerse kuzey ışıklarını görebilirlerdi. Bunu kesinlikle yapacaktı.
Muhtemelen birden fazla kez.
Sadece bir gündür burada olmasına rağmen burayı şimdiden sevdiğini biliyordu. Utah’ın aksine, burada hiç olmadığı kadar evindeymiş gibi hissediyordu.
Başından beri buraya aitmiş de içinde bir şeyler uyanmış gibiydi.
Baykuş sesi duyunca gözleri karanlık ormana kaydı. Tüyleri diken diken olurken hemen gözlerini kaçırıp ateşe döndü.
Çocuklara ormana gitmeyi sevmediğini söylerken ciddiydi.
Saldırıdan bu yana ormana girmekten kaçınıyor, bu korkuyu yakın zamanda atlatamayacağını biliyordu.
“Mera!”
Mera oturduğu yerde hafifçe sıçrayarak şaşkınlıkla annesine baktı.
Annesi kızına bir fincan çay uzatırken, “Nereye dalıp gittin? Bir saattir sana sesleniyorum,” dedi.
“Özür dilerim, sadece düşüncelerime fazla kaptırmışım.”
“Muhtemelen belediye başkanının oğluna kaptırmışsındır.”
Çayını yudumlayan Mera öksürünce bardaktaki çayı pantolonunun üzerine döktü.
Annesi Mitch’e bakarak şakacı bir tavırla, “Dökül bakalım,” dedi.
“Hayır, dökülmeyecek çünkü anlatacak bir şey yok,” diye araya giren Mera, boş fincanı yere bırakıp ıslanmış bluzuyla çenesini kuruladı.
Mitch gülmeye başladı.
“Pislik.” Mera ters ters baktıktan sonra onu sandalyesinden itti.
“Belediye başkanının oğluyla ne oldu?”
Mera annesine döndü. “Hiçbir şey. Sadece karşılaştık ve neredeyse hiç konuşmadık. Her istediği yapılan şımarık veletlere benziyor ve bu tiplerden nefret ettiğimi biliyorsun, bu yüzden gerçekten anlatacak bir şey yok.”
Arka taraftan bir hırıltı duyunca hemen dönüp karanlık ormana baktı.
Biri onu izliyormuş gibi hissedince tepeden tırnağa ürperdi.
“Oğulları olduğunu bilmiyordum.”
Mera dikkatini tekrar annesine çevirdi.
“Belli ki varmış. Ben gidip üstümü değiştireceğim,” dedi ayağa kalkarken.
Nedense bir an önce eve girmek istiyordu.
Mitch tekrar sandalyesine otururken, “Neden?” diye sordu.
Mera onun yüzündeki sırıtışı görünce ona ters ters baktı.
Mera, “Çünkü pisliğin teki yüzünden çayımı üzerime döktüm ama hiç merak etmesin, onu buna pişman edeceğim,” dedikten sonra eve girdi.
Odasına girip kapıyı arkasından kilitledi. Ormana bakan penceresine doğru yürüdü.
Mera pencereden bakınca dışarıda hiçbir hareketlilik göremedi.
İç çekerek arkasını döndü. Pijamalarını kaptığı gibi hızlı bir duş için banyoya girdi.
Yıkanıp kurulandıktan sonra doğruca yatağına geçti. Uzanıp tekrar pencereye baktı.
Gerçekten Killian’la ilgili anlatabileceği hiçbir şey yoktu ama onu gördüğünde garip hissettiğini de inkâr edemezdi.
Killian ona doğru yürürken sanki evren onları bir araya getirmeye karar vermiş gibiydi.
Gözlerini kapatarak derin bir iç çekti.
Annesi ona bakarken, “Peki, git ona bir bak,” dedi.
Killian ona soru sorarcasına baktı.
“Döndüğüne sevindim canım ama Esmeralda’yı gördüğünden beri aramızda değilmişsin gibi.”
Synne, “Git ona bir bak ve geri gel, sonra ben de oğlumla konuşup aylardır neler yaptığını öğreneyim,” dedi.
Killian iç çekerek sandalyesinde arkasına yaslanıp şömineye baktı.
“Özür dilerim. Ben sadece…”
Homurdanarak yüzünü ovuşturdu.
“Eşim neden bir insan? Bu her şeyi çok daha zorlaştıracak.”
Synne ile Adrien kıkırdadı.
“O kadar da zor değil,” dedi Adrien.
Killian ona baktı. “Öyle mi? Peki Ruben ile Aksel’ın annesi nerede?”
Adrien iç çekerek Viggo’ya baktığında onunla göz göze geldi.
Killian da Viggo’ya dönünce yüzündeki kırgınlığı gördü. “Özür dilerim, Viggo.”
Viggo derin bir iç çekti. “Sorun değil. Zaten haklısın. Bizim gibi kurt adamlar için insan bir eşe sahip olmak daha zor.”
“Kurt adam olsun ya da olmasın, Mera onun eşi ve Killian’ın onu kabul etmekten başka yapabileceği bir şey yok.”
Adrien viskisinden bir yudum almadan önce, “Ayrıca Mera’nın kurt adam olmaması Killian için iyi bir şey olabilir,” dedi.
Killian başını oturduğu sandalyeye yaslarken, “Neden iyi bir şey olsun?” diye sordu.
Adrien, “Böylelikle kendini affettirebilirsin. Tanrılar senin Alfa olmanı istiyor, Lian. Sana insan bir eş bahşetmeleri de bunu gösteriyor,” dedi.
Killian iç çekerken aldığı cevaba inanamayarak başını iki yana salladı.
Babasının yalnızca bu yanından nefret etse de onun bu sayede harika bir Alfa olduğunu da biliyordu.
Killian bu konuda asla ona benzeyemeyecekti.
“Odin’in Alfa olup olmadığımı umursadığını sanmıyorum baba,” dedi gözlerini kapatıp iç çekerken.
“Bu arada, diğer adam kimdi?”
Killian gözlerini açıp diğerleri gibi Aksel’a baktı. Aynı soru onun da kafasını meşgul ediyordu.
Eşinin onu görür görmez yanına koştuğunu ve ona dokunduğunu gördüğünden beri o adamı öldürmek istiyordu.
Bunu düşünürken derinlerden bir hırıltı yükseldi.
Ken ile Edvin bakışarak kahkahalarını bastırmaya çalıştı.
Killian hızla onlara dönünce gözlerini kaçırdıklarını gördü. Ayağa kalkıp onların üzerine yürüdü.
“Konuşun,” diye emretti.
Edvin kıkırdayarak, “O onun erkek kardeşi dostum,” dedi.
Killian homurdanarak sandalyesine döndü.
Synne gülerek ayağa kalkıp oğlunun yanına gitti. Onun yüzünü ellerinin arasına alarak gözlerinin içine baktı.
“Ona git ama kendini gösterme. Onun nasıl biri olduğunu gözlemle ve gerisini bırak bağınız halletsin. Birbirinize yakın olursanız bağınız güçlenir.”
Annesi uzaklaşırken Killian ona gülümseyerek tekrar sandalyesinden kalktı.
Sürü evinden çıkıp biraz ormana doğru yürüdü. Soyunup kurduna dönüştü.
Mera’nın havaya yayılmış kokusunu takip ederek kasabanın biraz dışındaki kulübeye yürüdü.
Bir kamp ateşi görüp durduğunda ormanda gizlenmeye özen gösterdi.
“Özür dilerim, sadece düşüncelerime fazla kaptırmışım.”
Mera’nın sesi kulaklarına ulaştığı anda içinden koşup onu kucaklayarak işaretlemek geldi.
Ağaç sınırına biraz daha yaklaşınca Mera’yı, kardeşini ve annesini gördü. Tüm ailesini çoktandır tanıyormuş gibi hissetti.
Erkek kardeşinin, “Muhtemelen belediye başkanının oğluna kaptırmışsındır,” dediğini duydu ve Mera öksürürken boğularak çayını üzerine döktü.
Killian kısık ve yumuşak bir hırıltıya benzeyen sesiyle hafifçe kıkırdadı. Bunun Mera’nın üzerinde bıraktığı etkiyle ilgili olduğunu biliyordu.
Mera erkek kardeşini sandalyesinden ittikten sonra annesi, “Belediye başkanının oğluyla ne oldu?” diye sordu.
Killian onun kendisiyle ilgili ne söyleyeceğini acayip merak ediyordu.
“Hiçbir şey. Sadece karşılaştık ve neredeyse hiç konuşmadık. Her istediği yapılan şımarık veletlere benziyor ve bu tiplerden nefret ettiğimi biliyorsun, bu yüzden gerçekten anlatacak bir şey yok.”
Killian onun cevabını duyunca kendini tutamayıp hırladı.
Mera’nın ona doğru baktığını görünce hırladığı için kendine içinden küfretti.
Killian konuşma yerine eşine odaklandı. Bu mükemmel kadını kollarına almak için sabırsızlanıyordu.
Onun ayağa kalkıp odasına yürüdüğünü gördü.
Mera’nın kalp atışları hırlamayı duyduktan sonra hızlanınca Killian bunun eş bağından kaynaklandığını düşünse de onun odasına koşması başka bir şey olduğunu gösteriyordu.
Saklanarak yavaşça evin arka tarafına geçtiğinde onun pencereden baktığını gördü.
Mera’nın duşu açtığını duyduktan sonra çok geçmeden odasının ışığının söndüğünü gördü.
Killian iç çekerek sürü evine doğru koştu.
Verandada oturan Aksel, Killian’ın insan formuna dönüşüp ona doğru yürüdüğünü görünce ona bir eşofman altı fırlattı.
Killian homurdanarak gülerken eşofman altını giydi.
Aksel, Killian’la sürü evine girerlerken, “Evet? Onda istediğin her şey var mı?” diye sordu.
“Öyle olduğunu biliyorsun dostum.”
Aksel’ın ona verdiği şişeden bir yudum su alırken Killian, “Beni şımarık bir velet sanıyor, yanlışlıkla hırladığımda korkudan neye uğradığını şaşırdı ve odasına kaçar gibi gitti,” dedi.
“Kurtlardan korkuyor olabilir. Ayrıca ormana gitmeyi ve asla yalnız başına ormana girmediğini söyledi,” dedi Aksel.
Killian iç çekerek masaya yaslandı. “İşte insan bir eşe sahip olmanın başka bir zorluğu.”
Aksel güldü. “Frejya eşlerimizi kolay olsun diye seçmiyor. Onları birbirimize ait olduğumuz için seçiyor,” dedi Killian’ın sırtına vurup uzaklaşırken.
“Duşta iyi eğlenceler!” diye ekledi Aksel.
Killian gözlerini devirse de bunu yapmazsa gözüne uyku girmeyeceğini de biliyordu.
Düşüncelerle odasına doğru yürüdü.
Gözüne uyku girmeyen Mera yatakta dönüp duruyordu.
Aklı sürekli Killian’a gidiyor, bunun nedenini anlamıyordu.
Ayağa kalkıp mutfağa indi. Bir şişe su alıp birkaç yudum su içti.
Koluna bakarak derin bir iç çekti.
Bu defa uykularını kaçıran kâbusları değil, yalnızca bir defa karşılaştığı bir erkekti.
Koltuğa oturup televizyonu açtı. Haber kanalındaki kadın hâlâ öğrenmesi gereken dilde konuşuyordu.
Bir film bulana kadar kanalları geçmeye devam etti. Daha önce izlemediği eski bir filmdi.
Genelde bu tür filmleri izlemese de İngiliz oyuncuların oynadığı tek film bu olduğu için fazla seçeneği yoktu.
Battaniyeyi üzerine çekip boş gözlerle Norveççe altyazılı filmi izledi ama aklı sürekli ondaydı.