Taş kalpli ve duygusuz ikinci sınıf öğrencisi Blaze Xander, naif birinci sınıf öğrencisi Harmony Skye'la tanıştığı ilk gün onu yatağa atmayı kafasına koyar. Bundan habersiz Harmony, Blaze'in büyülü cazibesine kapılarak karakterinin dışına çıkmaya başlar. Asıl amacı seks olan Blaze onu kolayca tavlasa da bir süre sonra Harmony'yle takılmasının sebebi değişir. Onunla olmaktan ve güzel sesini dinlemekten hoşlanınca en baştaki planını tekrar düşünür. Blaze yavaş yavaş onun etki alanına girerken Harmony, savruk Blaze Xander'a çoktan âşık olmuştur."
Yaş Sınırı: +18
Bölüm 1
BaşlangıçBölüm 2
Şeytan Melekle TanışırBölüm 3
Görüşürüz, Yeşil GözlüBölüm 4
Çizimler ve Utançlar"Kalbimi durduruyorsun. Hiçbir şeye odaklanamıyorum." Melanie Fiona.
Açılış Şarkısı: Melanie Fiona'dan, “You Stop My Heart".
BLAZE
“Gelmek üzereyim, Blaze.”
Duyduğum nefes nefese fısıltı üzerine tavana diktiğim boş gözlerimi, siyah gür saçları boynunun bir tarafından dökülürken kucağımda kalçasını kıvıran Melissa Jones’a çevirdim.
Krem rengi perdelerden süzülen altın rengi güneş ışığı terli teninde parıldarken, dolgun dudaklarını zevkle ısırdı.
Bana kendince baştan çıkarıcı bir edayla gülümsedikten hemen sonra arzu dolu bir ifadeyle boynuma eğilince yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. “Çok yaklaştım.”
Gözlerimi devirdim. Boşalacaksan boşal artık! Açlıktan ölüyordum ve okul yemekhanesinde öğleden sonra 13.00 gibi hamburger servisi bitiyordu. Böyle giderse yetişemeyecektim.
Ben sabırsızlıkla saatime bakarken, o kucağımda titriyor, inliyor ve boynuma ıslak, iç gıcıklayan öpücükler konduruyordu.
Gözleri artık kapalı olduğu için inlemelerimin onun poposu kadar sahte olduğunu bilmiyordu.
12.55!
Tısladığımda başını kaldırdı. Daha da hızlanmıştı ve böyle devam ederse göğüs kafesimi kırması işten değildi.
"Az önce tısladın mı bebeğim?”
Zorla gülümsedim. “Hayır, o bir inlemeydi.”
Gözlerinin içi parladı. “Mm, öyle mi?” Başını arkaya atarak profesyonel olduğu her hâlinden belli bir kıvraklıkla belini hareket ettirmeye devam etti.
Artık iyice sıkılmıştım ve midem guruldamaya başlamıştı. Tekrar saatime baktım.
13.00!
Hayır.
“Gitmeliyim,” diyerek çıplak kalçasını kavrayıp onu üzerimden attım. Yataktan yere ciyaklayarak düşünce kendimi tutamayıp bir kahkaha patlattım.
Kahretsin.
Yüzünü şaşkınlıkla buruşturup başının arkasını ovuşturarak yatağa döndü. Yataktan kalktığımı görünce yüzü düştü. “Nereye gidiyorsun, Blaze?”
Bacağımı kot pantolonumun içine sokup profesyonel bir akrobat gibi tek ayak üzerinde dengede dururken, “Yemekhaneye,” diye geçiştirircesine cevap verdim. “Acıktım.”
Cevabım üzerine apışıp kaldı.
Beyaz tişörtümü kollarımdan geçirip başımın üzerine çekerken yalandan, “Bir şey ister misin?” diye sordum.
Kolumdaki ruj lekesini görünce kaşlarımı çatıp tişörtün kenarını çekiştirerek lekeye yakından baktım. “Lanet olsun.”
Alt dudağını kemirirken yargılayan bir tavırla gözlerini bana dikti. “Az önce seks yaptığımıza ve tüm bu süre boyunca yemek düşündüğüne inanamıyorum. Söylenenler doğruymuş. Pisliğin tekisin.”
Kolumun lekeli kısmını kıvırırken çarpık bir ifadeyle sırıttım. “Oldu o zaman, sonra görüşürüz.”
O kaşlarını çatarken ben kapıya yöneldim. "Başka bir şey söylemeyecek misin?"
Ona dönüp geri geri yürümeye devam ederken ellerimle odanın etrafını işaret ettim.
“Başka bir şey mi? Fazla östrojene ve kadınların duygusal çıkışlarına gelemiyorum. Buna maruz kalmamak için hemen uzuyorum.”
“Göt herif.”
“Göt olmak amcık olmaktan iyidir.”
"Iy.”
Kıkırdayarak kapıya döndüğümde onun üzerine sardığı çarşafın hışırtısından yataktan kalkıp peşimden geldiğini anladım.
Çıplak vücudunu arkada tutarak kafasını kapıdan uzattı. “Bunu tekrarlayabilir miyiz?”
“Mm. Belki.” Omzumun üzerinden kısaca baktığımda kaşlarını çattığını ve erkek arkadaşının koridorda ilerlediğini görünce gözlerini fal taşı gibi açtığını gördüm.
Dönüp tamamen ona baksam da Melissa hızla içeri geçip kapıyı çarparak kapattı. Keşke bir dakika geç çıksaydım.
Leonardo DiCaprio ile uzaktan yakından alakası olmayan erkek arkadaşı Leo, alnı açılmaya başlamış ve çenesine pek erkeksi görünmeyen garip bir sakal bırakmış eski model bir tipti.
Neden sürekli beyaz-gri baklava desenli çoraplarıyla sahte mokasen ayakkabılarını giydiğini anlamıyordum.
90'lı yılların filmlerinde sırf sahne dolu görünsün diye seçilmiş alelade bir arka plan figüranına benziyordu.
Onun kız arkadaşıyla yatmamın tek sebebi kız arkadaşının ilk yıldan beri beni gizliden gizliye kesiyor olması değildi.
Erkek arkadaşının sadece kendi bildiği sebeplerden benden nefret ediyor olmasıydı. Okuldaki tüm kızlar avucumun içinde olduğu için benden nefret ediyor olabilirdi.
Ama o sırf biriyle yatabilmek için tüm harçlığını güllere, buketlere, Prada çantalara ve Gucci ayakkabılara harcamak zorundaydı.
Hem tatlı dilimle kadınları baştan çıkarabildiğim için özür dilemeyecektim hem de onun yirmi birinci yüzyılda olduğumuzun farkında olmamasıyla ilgili kendimi suçlayacaktım.
“Selam Leo.” Ona zafer kazanmışçasına sırıtarak yanından geçip giderken Leo aldığı tekinsiz selam karşısında gözlerini kıstı.
Artık kız arkadaşının ne tür iç çamaşırlar giydiğini bilerek koridorda yoluma devam ederken içimden keyifli bir melodi mırıldanmaya başladım. Bundan daha iyi bir intikam olabilir miydi?
Çoğu zaman kindar ve son derecede manipülatif olabiliyordum.
Böyle davranmadığım zamanlar ise birinden bir şey istediğim ve istediğim şeyi elde etmek için en iyi davranışımı sergilemem gereken zamanlar olurdu.
Her istediğimi elde ederek büyüdüğüm için bir istisna yaşama ihtimalime karşı kapsamlı önlemler alırdım. Kapsamlı önlemler kurnazlıktan şeytanlığa, şeytanlıktan riske kadar değişebiliyordu.
Kontrol ve gözüme kestirdiğim her şeyi elde etme konusunda takıntılıydım. Eğer çok nadir de olsa bir şeyi elde edemezsem işte o zaman içimdeki Lucifer korunaksız kafesinden kurtulurdu.
Ruh hastasının teki olduğumun farkındaydım.
Leo durup başını çevirerek kahverengi gözlerini üzerime diktiğini hissettiğimde dudaklarımda bir sırıtış belirdi.
Demek bela arıyor, ha? Ona istediğini vereceğim.
Ona doğru el salladım. “Kız arkadaşına seks için teşekkür ettiğimi ilet!”
Onun elektrik çarpmış gibi göründüğünü hayal edebiliyordum. Öfkeyle küfretmeye başlasa da katıla katıla güldüğüm için onu duyamıyordum.
Eğer alacağım tepki her zaman bu kadar eğlenceli olacaksa onun kız arkadaşıyla her gün yatabilirdim.
“Seni küçük piç kurusu, bu yanına kalmayacak! Sevgilime elini sürmenin bedelini ödeyeceksin, psikopat orospu çocuğu!”
Gülmeye devam ederken arkamı dönüp boğazımı işaret ettim. “Boğazına zarar vereceksin. Sakin ol.”
Öfkeden kuduran Leo’nun kulaklarından çıkan kırmızı dumanı görebiliyordum. Onun bu hâli hem komik hem de keyifliydi. Başımı iki yana sallayıp arkamı dönerek koridorda gözden kayboldum.
HARMONY
“İşte geldik, burası. Homewood Üniversitesi. Seninle inanılmaz gurur duyuyorum, Harmony.” Annem uzanıp başıma bir öpücük kondurduğunda usulca gülümsedim.
Lise bitmişti ve yeni bir yolun başlangıcındaydım. Hayatımın yarısını bugünü yaşayabilmek için çalışarak geçirmiş olsam da üniversiteye henüz zihinsel olarak hazır değildim.
Değişikliklerden nefret ediyordum ve değişikliklerin kaçınılmaz olduğunu bilmeme rağmen, içimi saran devasa endişe ağından kurtulamıyordum.
Homewood Üniversitesi devasa bir kampüse sahipti. Kırmızı tuğlalı duvarlarıyla garip bir şekilde büyük bir parka benziyordu.
Çimenler yemyeşildi ama ortadaki büyük çeşme, Magdalalı Meryem’e benzeyen heykeliyle kutsaldan çok ürkütücü görünüyordu.
Kampüste eski krallık havası olsa da modern görünüyordu. Kampüs büyüleyici yapılara sahipti, belki de annemin buraya gelmem için ısrar etmesinin sebeplerinden biri de buydu.
“Çok akıllısın, zekisin.” Yanaklarımı çimdiklediğinde ben acıdan yüzümü buruştururken annem hüzünlü gözlerle kıkırdadı.
İç geçirerek alyansıyla oynadı. “Şimdi kim benimle Girlfriends ~izleyecek?”~
O durum komedisini onunla sadece bir kez izlemiştim, yani abartıyordu. Bir kez!
“Eli izleyebilir,” dedim gülümseyerek.
Annem sert bir nefes verince esprimin güme gittiğini anladım.
“Eli daha altı yaşında, Harmony.” İnce parmaklarıyla başımın yanını okşadı. “Hafta sonları ziyarete gel.”
"Anlaştık.”
"Ayrıca içki, seks ve erkek yok.”
‘Seks’ kelimesini duyunca yüzümü buruşturarak, “Biliyorum anne,” diye sözünü kestim.
Hiç erkek arkadaşım olmamıştı ve doğruyu söylemek gerekirse bu mesele beni hiç heyecanlandırmıyordu. Aşk acısı çeken bir sürü genç kız görmüş ve onlardan biri olmak istemediğime karar vermiştim.
Annem iç geçirip suratını asarak başını yana eğdi.
Bu ağır havayı dağıtmak umuduyla usulca gülümsedim. “Üniversiteye gidiyorum anne, askere değil. Merak etme.”
Beni başıyla onayladı. “Biliyorum.” Annem yanağıma bir buse kondurduktan sonra yavaşça geri çekildim. Aşırı anaç davranışları yüzünden beni anaokuluna bırakıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım.
Arabanın kapısını açıp sıcak kaldırıma ayak bastığımda esen rüzgâr siyah saçlarımı savurdu.
Öğleden sonranın güneşinde gözlerimi kısarak bagajı açarken annem de yanıma geldi.
“İhtiyaç duyabileceğin her şeyi koydum. Diş fırçası, tarak…”
Küçük ellerimle bavulu kaldırdığım anda öne doğru tökezleyince yüzümü buruşturdum.
Tanrı aşkına, annem bavulumun içine taş falan mı koydu acaba? Annemi biraz tanıyorsam evde ne var ne yoksa bavuluma teptiğinden emindim.
Annem bagaj kapısını kapatırken el valizimi alıp omzuma attım. “Her şeyi koymaya çalıştım ama eksik bir şeyin varsa…”
“Eksik bir şeyim varsa alabilirim. Biraz ileride alışveriş merkezi var.”
“Hayır, bir şeye ihtiyacın olursa beni aramalısın.” Başını iki yana salladı. “Tek başına dışarı çıkmanı istemiyorum. Burada kimseyi tanımıyorsun.”
Annem on sekiz yaşında olduğumu sürekli unutuyor.
“Evet anne ama alt tarafı alışveriş merkezine gideceğim. Ayrıca birinden bana eşlik etmesini isteyebilirim.”
Elini beline koyup başını yana eğerek gözlerini kaçırdı. Elimde olmadan kıkırdadım.
Kimseden böyle bir şey isteyemeyeceğimi ikimiz de biliyorduk. Son derece asosyal biriydim ve annemin aşırı korumacı tavrı da buna tuz biber oluyordu.
“Tamam, kendine dikkat et. Üniversite korkutucu bir yer,” diye öğüt verince ona başımı sallayarak karşılık verdim.
Henüz on iki yaşındayken babamı kaybettiğim için annemle büyüdüğüm söylenebilirdi. Üniversiteye gitmek için evden ayrılıyor olmam annemin hoşuna gitmiyordu.
Evimizde yalnız kalmak onun her zaman en büyük korkusuydu ama neyse ki küçük kardeşim Elijah onun yanındaydı. Bu konuda içim rahattı.
“Bol şans. Seninle gelmemi ister misin?”
Başımı reddedercesine iki yana salladım. “Hayır. Böyle iyiyim. Seni sonra ararım.”
Başını sallayarak karşılık verirken zümrüt gözlerinin bir kez daha dolduğunu gördüm. Çok duygusaldı. “Peki Harmony.”
Ona gülümsedikten sonra ağır bavulumu büyük binaya doğru sürüklemeye başladım. Arabayı çalıştırıp uzaklaşmadan önce kornayı çalınca ona son bir el sallamak için arkama baktım.
Annem görüş açımdan çıktığı anda endişeyle iç çektim. Hiç bilmediğim bir yerde, hiç tanımadığım insanlarla olma fikri oldukça korkutucuydu.
Kendimi bildim bileli bir fanusun içindeydim, hatta anaokulundan sonra annem bana evde eğitim aldırmayı bile düşünmüştü.
Ama babam bir çocuğun toy yetişmesinin özgürce büyümesinden çok daha sakıncalı olduğunu söyleyerek buna karşı çıkmıştı.
Şimdi özgürce uçabilecekken sıcak kozama geri dönmekten başka bir şey istemiyordum.
Bu kocaman yerde, kendimi kurtların arasındaki kuzu gibi hissediyordum. Ben minyon biriydim ve bu çocuklar da sıradan ergenlerden çok daha cüsseliydi.
Bunları bana muhtemelen anksiyetem düşündürüyordu. Nefes alıp verirken çantamın küçük gözünden astım ilacımı almak için çantamın fermuarını açtım.
Ağızlığı ağzıma yerleştirip pompadan hava çekerek burnumdan nefes verdim.
Astım ilacımı yerine koyarken yanımdan geçen bir çocuğun bana aval aval baktığını gördüm.
Utançtan yüzüm kızardığı için başımı öne eğdiğimde kıvırcık gür saçlarım yüzüme düştü.
Eve gitmek istiyorum!
Dik durmaya çalışarak bavulumu kaldırıma sürüklemeye başladım. Anksiyete şeytanlarım bana tüm gözlerin şu anda üzerimde olduğunu fısıldıyordu.
Hâlbuki çocuklar tıpkı normal öğrenciler gibi çimenlerin üzerine oturmuş konuşuyor ve gülüşüyordu.
Saçlarımın korumasına saklanarak dar alana küçük bir bakış attığımda bana kimsenin bakmadığını gördüm.
Harika, demek ki her şeyi kafamda kuruyordum. Rahat bir nefes alabilirdim.
Neyse ki Grayson Yurdu’na yolda kimseyle konuşmak zorunda kalmadan ulaşabildim.
Göz önünde olmayı sevmediğim için lisede sadece bir arkadaş edinmiştim. Callum Gale.
Dokuzuncu sınıfta bir kimya projesi için eşleştirildiğimizde arkadaş olmuştuk. Atom konusuna olan ilgimiz sayesinde kolayca yakın arkadaş olmuştuk ama artık farklı okullarda olmamız çok üzücüydü.
Okumak istediği bölüm Homewood’da yoktu, bu yüzden başka bir üniversiteye gidiyordu.
Homewood’un cep telefonuma gönderdiği kabul e-postasındaki yurt numaramı kontrol ettiğim sırada, bir grup neşeli beşinci sınıf öğrencisi olduğum yere doğru koşuştururken tok sesleri duvarlarda yankılanıyordu.
Acayip cüsselilerdi.
Neredeyse beni devireceklerdi, bu yüzden çekinerek duvara yaklaşıp onlara daha fazla alan açtığımda içlerinden biri bana özür dilercesine gülümsedi.
Onlar koridorda ilerlemeye devam ederken çocuk gibi bağrışmaya ve itişip kakışmaya devam ettiler. Ben de farkında olmadan tuttuğum nefesimi bıraktım.
Tüm üniversiteli erkekler böyle haşarı mıydı? Neyse ki erkeklerle ilgilenen bir tip değildim, aksi takdirde büyük hayal kırıklığına uğrardım.
Sonunda bana tahsis edilen 805 numaralı yurt odasını bulduğumda çocuk gibi mutlu oldum. Mutlu olma sebeplerim her zaman insanların kafasını karıştırırdı.
İnsanlardan kastım annem, kardeşim Elijah, rahmetli babam ve Callum idi. Ne eksik ne de fazla, beni tanıyan yalnızca onlardı.
Kapıyı açıp neredeyse boş bir odaya adım attım. Üzerinde bir yığın eski kitap bulunan küçük bir masa, köşede iki kapılı küçük bir dolap ve muhtemelen banyoya açılan bir kapı vardı.
Üzerinde küçük bir pencere bulunan ranzayı görünce oda arkadaşımın henüz gelmediğini fark ettim.
Akşama kadar gelmeyeceğini umuyordum, böylelikle uyuyor olacağım için herhangi bir etkileşime mecbur kalmayacaktım.
Bavulumu ranzanın alt kısmına yerleştirip saçlarımı hızlıca dağınık topuz yaptım. Kalan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp köşedeki eski püskü süpürgeye uzandım.
Homewood Üniversitesi dışarıdan enfes görünse de içi tamamen farklı bir hikâyeydi.
Tavanların boyası dökülmüş, duvarların bazı bölümlerinde uzun çatlaklar oluşmuştu. İç mekânın acilen yenilenmesi gerekiyordu.
Astımım olduğu için el valizimden bir yüz maskesi çıkarıp ağzıma taktım. Annem her şeyi düşünen OKB hastası bir mükemmeliyetçi olmasa bunu yanıma almayı unutabilirdim.
Süpürgeyi elime alıp toz yüzünden gözlerimi kısarak odayı süpürmeye başladım. Dört yıl boyunca zamanımın çoğunu burada geçireceğim için etraf temiz olmazsa kafayı yerdim.
Odanın kapısının aniden açılmasıyla biri aceleyle içeri girip süpürgeyi elimden çekince kalakaldım. “Hayır, ben yapayım.”
Başımı kaldırdığımda içten bir ifadeyle gülümseyen esmer bir kızla karşılaştım. Pürüzsüz bir teni, eşsiz mavi gözleri ve küçük gri-yeşil noktaların süslediği göz bebekleri vardı. Hayatımda böyle göz görmemiştim.
İnci gibi beyaz dişlerini göstererek ışıl ışıl gülümsedi. “Kusura bakma, senden önce geldim, temizliği halletmeliydim ama gıcık kuzenim onunla yemek yemem için ısrar etti.”
Yüz maskesi küçük gülümsememi gizlediği için maskemi çıkarıp o benim yerime süpürmeye başlarken yatağa doğru ilerledim. Maskeyi çantama koyarken o da kıyafetlerimin arasındaki astım ilacımı gördü.
“Astımın mı var?”
Başımı onaylarcasına salladığımda iç geçirdi. “Altta yatan bir sorununun olmasının nasıl bir şey olduğunu bilirim. Seninkine benzer sorunları olan tanıdıklarım var… Yani, tabii aynı sorun değil ama ne demek istediğimi anlamışsındır.”
Galiba anladım.
Çantamın fermuarını kapatırken ne diyeceğimi bilemediğim için bakışlarımı kaçırdım. Onu tanımadığım için onunla bir sağlık sorunumu konuşmak biraz garip gelmişti.
Cevap vermediğimi fark edince elini alnına götürüp mahcubiyetle bana baktı. “Çok özür dilerim, burnumu sokmuş oldum, değil mi?”
Başımı iki yana salladım. Benim garip tavrımdan dolayı kırılmasını istemiyordum. Bir sohbeti sürdüremeyen, sosyal açıdan yetersiz biri olmam kesinlikle onun suçu değildi.
Tekrar gülümsediğinde rahatlayarak omuzlarımı gevşettim.
“Sanırım pek konuşkan değilsin.” Süpürgeyi duvarın köşesine koyup bana döndü. “Bir hafta sonra bu hâlinden eser kalmayacağına seni temin ederim,” diyerek güldü.
Sırf meşgulmüşüm gibi görünmek için katlanmış kıyafetlerimi tekrar katlayıp el valizime geri koyarken hafifçe gülümsedim. Çok tuhaf biriyim.
Yatağın alt katına otururken kaşlarını çatarak, “İlk senen, değil mi?” diye sordu.
Yatağın gıcırdadığını duyunca bu yatakta benden önce kaç kişinin yattığını düşündüm. Belki de üst katı almalıydım.
“Evet, senin?”
Başını iki yana salladı. “Ben ikinci sınıfım. Oda arkadaşım yeni bir yurt buldu. Seni de buraya vermişler,” diyerek sırıttı.
“Anladım,” dedim.
“Ay tamamen aklımdan çıktı!” Heyecanla ayağa fırladığında başımı kaldırıp bakınca kocaman sırıttığını gördüm. “Bu akşam dışarıda bir oryantasyon etkinliği yapacağız.”
“İkinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar birkaç öğrenci birinci sınıflara okulla ilgili bazı bilgilendirmeler yapacak. Hayatta kalma rehberi gibi düşünebilirsin. Mutlaka katılmalısın. Birlikte gidebiliriz.”
Ya da gitmeyiz.
“Sosyal etkinlikler pek benlik değil,” diye kibarca geri çevirdim.
Daha da geniş sırıtınca teklifini yanlışlıkla kabul ettiğimi düşündüm.
Ağzı şaşkınlıkla bir karış açılırken ellerini pürüzsüz yanaklarına götürdü. “Vay be, sonunda ağzından tam bir cümle duyabildik.”
Başımı iki yana sallayıp esprisine usulca gülerken o da saçlarını gözünden çekerek kıkırdadı. “Takılıyorum. Gelecek misin?”
“Çok kalabalık olur mu?”
Düşünceli bir ifadeyle yüzünü buruşturup dudağını yan tarafa bükünce bunu evet olarak aldım. “Belki.”
Yanağımın içini kemirirken gözlerimi kısarak düşündüm. Kalabalık bir ortamda bulunma düşüncesi bile tüylerimi ürpertiyordu.
“Erkek kuzenim de orada olacak,” diye hızlıca ekledi. “O da ikinci sınıfta, yani bu deneyimi çok daha az garip hâle getirecek. Güven bana.”
Kendimi gitmeye bir türlü ikna edemiyordum. İnsanların arasında olmaktan nefret ediyor, yalnız başıma kalmayı tercih ediyordum. Mağarada yaşayabilseydim çok mutlu olurdum.
Ama artık üniversitedeydim. Buna mutlaka katılmam gerektiğini söylüyordu. Sırf içe dönük bir karakterim olduğu için üniversite yaşamıyla ilgili hayati bilgileri kaçırmak istemiyordum.
Sessiz mizacım yüzünden eğitimimin sekteye uğramasına izin vermeyecektim. Hem ortama katlanamazsam istediğim zaman yurda dönebilirdim.
“Pekâlâ, geleceğim,” diye cevap verdiğim anda gözlerinin içi parladı.
“Harika. Bu arada, adım April.” Ayağa kalkıp bana manikürlü elini uzattı.
Pembe ojelerinin üzerinde gümüş rengi küçük elmas desenleri vardı. Onunla tokalaşırken tırnaklarını hayranlıkla inceledim.
“Ben de Harmony Skye."
Gözleri fal taşı gibi açılınca adıma neden böyle bir tepki verdiğini anlamaya çalıştım.
"Gerçekten mi?" diye sordu.
Utanacağımı hissederek başımı onaylarcasına salladım.
“Çok havalı adın varmış. Çok beğendim. Harmony Skye.” Hayranlıkla gülümseyerek adımı tekrar etti. “Çok iyiymiş.”
İçtenlikle gülümsedim. "Teşekkür ederim."
Hayatımda ilk defa birisi ismimi beğendiğini söylemiş, iltifat beni âdeta bulutların üzerine çıkarmıştı. Callum’ın her zaman söylediği gibi, hiç olmayacak şeylerden mutlu oluyordum.
Belki de oda arkadaşım olması o kadar da kötü bir şey değildi.
“O zaman bu akşam çıkıyoruz!” dedi heyecanla.
Tepkisi beni şaşırttı. Oryantasyon etkinliğinin nesi heyecan vericiydi?
“Bazen doğru yönü ancak değişim rüzgârına kapılarak bulabiliriz.” Mimi Novic.