Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Dayanılmaz Sevda

Dayanılmaz Sevda

Dördüncü Bölüm

ALEX

İki gün boyunca aralıksız yağan sağanak yağmurun ardından hava biraz açmış gibiydi.

Nihayet güneş ışınları ağaçların ve bitkilerin sırılsıklam yapraklarına vurabilmişti. Dallara konmuş kuşların sesi ormanı dolduruyordu.

Balkonumdan etrafa şöyle bir baktım.

Manzara oldukça güzeldi. Şehrin karmaşasına kıyasla dinlendirici ve sakinleştirici bir havası vardı.

Trafik desen yoktu, gökyüzünü kapatan gökdelenler, etrafta durmadan gürültü yapan insanlar yoktu. Gökdelenlerin yerine sadece ağaçlar, trafiğin yerine kuşlar ve hayvanlar, gürültünün yerine ise amansız bir sessizlik vardı.

Burayı çok sevmiştim. Her şeyden, şehrin koşuşturmasından uzaktı. Kafa dinlemek için birebirdi.

Ne yazık ki yakında buradan ayrılacak, şehir dediğimiz o beton ormanına geri dönecektim.

“Efendim, bavullarınız hazırlandı. Araba da sizi bekliyor,” diye haber verdi uşak.

“Geldi mi?” diye sordum, her zamanki duygusuz, ciddi bir tavırla.

Yaşlı uşak beyaz eldivenli ellerini önünde kavuşturup başını öne eğerek cevap verdi.

“Ungur Hanım yolda. Kendisiyle ön tarafta buluşmanızı istiyor. Gitmeye hazır olmadan önce biraz daha toparlanması gerektiğini söyledi.”

Baş selamı verdikten sonra arkasını dönüp konağa geri girdi.

Arabanın korna sesini duyduğumda tekrar dışarı baktım. Bizim için gelmişti. Şoför durup elinde bir bez parçasıyla arabadan indi. Benim izlediğimden habersiz ön camı silmeye başladı.

“Ah, ne kadar erken gidiyorsunuz.”

“Büyükanne.” Sesini duyar duymaz arkamı döndüm. Merdivenlerden iniyordu. Bana gelip kollarını sımsıkı bana sardı.

“Gitmeni istemiyorum,” dedi, bir çocuk edasıyla. Bana şefkat gösteren tek kişiydi. Öyle ki, ilginin ne olduğunu ondan öğrenmiştim.

“Yakında döneceğiz, canım.” Avuçlarını öpüp ona gülümsedim. O da gülümsememe karşılık vermeye çalışsa da başaramadı. Gözleri yaşarmaya başlamıştı. Elleriyle gözlerini ovuşturup bu son anımızı mahvetmemeye çalıştı.

“Büyükanne.” Onu kollarımın arasına aldım.

“Bizimle gel.” Kaçıncı kez gelip bizimle yaşaması için yalvarsam da bir kez daha kafasını sallayıp bana gülümsedi.

“Sorun yok. Burayı seviyorum. Hem büyükbabanı da yalnız bırakmak istemiyorum.” Bunun üzerine ona daha da sıkı sarıldım.

“Bizi yukarıdan izliyor olmalı. Emin ol, seni her seferinde böyle görmekten hoşlanmıyordur, büyükanne.”

“Öyle ya da böyle, buradan ayrılamam. Zaten gitmek de istemiyorum. Sanki deden burada yanımdaymış gibi. Kendimi yalnız hissetmiyorum.” İç çekerek bir adım geri çekilip bana baktı.

“İnsanlar bir kuş gibi; bugün burada, yarın orada.”

Hüzünle bakan gözleri yüreğime işliyordu. Tam söze görecekken birisinin bana seslendiğini duydum.

İşte oradaydı, verandada durmuş yüzünde bir gülümsemeyle bize doğru bakıyordu.

Etrafında esen rüzgârla simsiyah saçları yüzüne çarpıp duruyordu. Gülümseyerek elini saçlarının arasından geçirip bize doğru ilerledi.

“İstersen burada birkaç gün daha kalabilirim büyükanne.” Koşarak yanımıza gelip büyükanneme sarıldı.

“Ah, Ivona.” Büyükannem kollarını onun boynuna dolarken gülmeden edemedi.

“Sahi, bu mümkün mü?” diye sordu bana göz kırparak. İkisi de yalvarırcasına bana baktı.

“Olmaz, büyükanne. Konferansta hazır bulunmamız gerektiğini biliyorsun.”

“Lütfen Alex! Henüz buradan ayrılmak istemiyorum. En azından bir hafta burada kalmama izin ver. Söz veriyorum, konferansa zamanında geleceğim. Olur mu?” diye sordu Ivona.

“Ivona, sen bensiz hiç dışarı çıkmadın. Hem…”

“Yalnız olmayacak, Alex,” diye homurdandı büyükannem, bana kızarak. Anında konuşmayı bırakıp ona baktım.

“Burada onunla birlikte olacağım. Zaten bütün gün yanında olamazsın, değil mi?”

“Mesele onun burada, ormanın ortasında yalnız kalması değil, senin nişanlını bir saniye bile yalnız bırakmak istememen, değil mi Alex?”

Büyükannem kaşlarını oynattı. Yeşil gözleriyle bana bakarken muzip bir ifadeyle sırıtıyordu.

“Büyükanne, öyle bir şey değil…”

“Alex, lütfen.” dedi Ivona. Mavi gözleri onu şehre, normal halimize, işimize geri götürme kararımdan vazgeçmem için yalvarıyordu.

Bir an ona baktıktan sonra arkamı dönüp etrafıma baktım. Hiçliğin ortasında, büyükanneme ait bir yerleşkedeydik. Köşk ağaçlarla çevrili olduğu için görünürde başka hiçbir yapı yoktu.

Yakındaki limana sürat teknesiyle ulaşmak yaklaşık yirmi beş dakika sürüyordu. Büyükannem ile büyükbabam eskiden beri böyle yaşarlardı. Herkesten uzakta.

Sonunda onlara dönüp, “İyi,” diye mırıldandım.

“Gerçekten mi?” Ivona iri gözlerle yanıma geldi. Başımla onaylayınca bir hışımla üzerime atlayıp kollarını boynuma doladı.

“Çok teşekkür ederim Alex!” Mutluluktan havalara uçmuştu âdeta.

“İşte bu! Teşekkür ederim, bebeğim.” Büyükannem ikimizi de sımsıkı kucakladı. İkisi de aynı anda bana sarılınca sanki boğuluyormuşum gibi hissettim.

“Ne yapıyorsunuz? Bırakın beni!” diye çıkıştım, şakacı bir edayla.

İkisi de geri çekilip hep bir ağızdan, “Ah, çok üzgünüm!” dedi. Derin bir nefes alıp ciğerlerime oksijen çekmeye çalıştım.

“İyi! Bir hafta burada kalabilirsin. Şehre dönerken sana eşlik etmesi için Rica’yı göndereceğim. Ben şimdi gidiyorum,” dedikten sonra büyükannemin yanına gidip onu şakağından öptüm.

“Kendine iyi bak. Yakında seni ziyarete geleceğim, tamam mı?”

“Hı hı.” Bana sevgiyle gülümseyip yanağımı okşadı.

“Bir şeye ihtiyacın olursa beni ara,” dedim Ivona’ya. Bana sarılmak için kollarını uzatınca geri çekildim.

Nişanlım olmasından hâlâ rahatsızlık duyuyordum. Bu evlilik meselesi sinirlerimi bozmaya başlamıştı.

Kayıtsızca başını eğip yere baktı. Üzülmüş gibi görünüyordu. Aldırış etmeyerek saatime baktım. Çoktan sabahın dokuzu olmuştu.

Toplantım için ofisime ulaşmama iki saat daha vardı. Artık gitmem gerekiyordu. Beni tekneye götürecek araca doğru emin adımlarla yürüdüm.

***

Saat akşamın onu olmuştu.

Alnımı tutup şakaklarımı ovuşturarak kanepeye uzandım. Büyükannemde geçirdiğim bir haftalık tatilden yeni dönmüş olmama rağmen hâlâ yorgun hissediyordum.

Kanepede arkama yaslanmış, pencereden içinde bulunduğum binanın karşısındaki binaya bakıyordum. Tam bu sırada telefonumdan bildirim sesi geldi.

Kim olduğunu tahmin etmem uzun sürmedi.

Kesinlikle Ivona’dan başkası değildi.

Ondan gelen üç mesaj ve iki cevapsız arama vardı. Gün, üç toplantıya katılmam ve tatile çıkmadan önce yarım bıraktığım işleri tamamlamam nedeniyle yoğun geçmişti.

Sonuç olarak telefonumu kontrol edecek vaktim olmamıştı. Yine de eminim ki sözde nişanlım Ivona Ungur beni kontrol etmek, ağzımı aramak için sabırsızlanıyordu.

Konuşmak istemediğimi bilse de her gün beni aramayı alışkanlık edinmişti.

Beni daha iyi tanıyabilmek için onunla sosyalleşmemi istiyordu. Başlangıçta bundan nefret etsem de daha sonra alışmıştım. Mesajlarını aldığımı bildirmek için onu arıyor ya da mesaj atıyordum.

“Alex. Selam.” Sesi, tek nefeste onlarca cümle sıraladığı diğer günlere kıyasla daha kısıktı.

“İyi misin?” Sürahideki suyu bir bardağa doldurdum. Susadığımı anca şimdi fark etmiştim.

“Evet! Yani, evet, iyiyim.”

“Ne oldu? Orada kalmak için ısrar eden kişinin sen olduğunu hatırlıyorum. Bir gün boyunca orada tek başına kalmana rağmen sesin yorgun geliyor. Çok tuhaf.”

Kıkırdayarak gömleğimin ilk birkaç düğmesini açtım. Ardından arkama yaslanıp çatıyı izlemeye başladım.

“Hayır, yorgun değilim. Sadece başım ağrıyor.” Bunun üzerine inledi.

“Seyahat ettiğin için olmalı. Son aylarda sürekli hareket halindesin. Muhtemelen uykusuzluk yüzündendir.”

“Hım. Ben de aynı şeyi düşünüyorum,” dedi, öksürerek.

Derin derin nefes aldığını duyunca “İyi misin?” diye sordum.

“Evet! Şey...”

“Ivona?”

“Kahretsin! Neyim var bilmiyorum. Sabah alışveriş merkezinde o kadınla karşılaştığımdan beri başım çok ağrıyor. Dayanılacak gibi değil,” diye inledi.

Kaşlarımı kaldırıp doğrulduktan sonra ayakkabılarımdan kurtulmak için biraz eğildim.

“Kimdi ki o? Ne yapıyordu?” diye sordum, çorabımın tekini çıkarırken. Tam diğerini çıkarmak üzereydim ki cevap verdi.

“Bilmiyorum. Onunla daha önce tanıştığımı sanmıyorum. Büyükannemle bugün alışveriş merkezine gittiğimizde o kadınla karşılaştım. Peşimden koşup bağırdı!” diye haykırınca kıkırdamadan edemedim.

“Neden? Dükkanından bir şey mi çaldın?” diye şaka yapsam da buna karşılık sadece ofladı.

“Hayır, tabii ki! Dükkân sahibi ya da tezgâhtar da değildi. Bir müşteriye benziyordu. Birdenbire peşimden koşup Juliette diye bağırmaya başladı.”

Olduğum yerde kaskatı kesildim.

“Bu da neyin nesi?” diye sordum, oldukça duygusuz bir tavırla.

“Bilmiyorum. O kadın beni gördüğünde ayakkabı dükkanındaydım. ‘Juliette? Dur! Juliette! Ben Kiara’yım! Juliette, sen misin? Juliette!’ diye bağırıp durdu. Ona adımın Ivona olduğunu bile söyledim ama anlamamış gibiydi.”

“Sanırım beni başkasıyla karıştırdı. Onu tanımıyorum bile. Satıcı kadın ve korumalar beni kurtarmaya geldi. Ben de kaçıp büyükannem beni çağırana kadar alışveriş merkezinin tuvaletinde saklandım.”

“Ondan hemen sonra eve döndük.” İşte bu, hiç de hoşuma gitmemişti.

“Kadın cinli gibiydi. Ne gündü ama!” İç çekerek derin bir nefes aldı. Harekete geçme zamanım gelmişti.

“Ivona.”

“Evet?”

“Bavullarını topla. Bir saate gelip seni götürüyorum.”

Continue to the next chapter of Dayanılmaz Sevda

Discover Galatea

Aşk ÇağrısıYasak Deney AlevlerAnlaşmalı EvlilikEşim Benden Nefret Ediyor: Final

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi