
Eve girince babamı yemek masasında otururken buluyorum.
Biraz kel olmasına ve koyu renk bir sakalına rağmen birbirimize benziyoruz.
Herkes burunlarımızın tıpatıp aynı olduğunu söylüyor. Gözlerimizin etrafında aynı koyu gölgeler var.
Gülümseyip gazetesini masaya bırakıyor.
Ön sayfada Jessica'nın kocaman bir resmi var. Üstüne de korkunç bir manşet atılmış. Büyük ihtimalle depresyona girip intihar ettiğini anlatan aşağılayıcı bir yazı.
Güya kasaba halkı buna inanırsa hiçbir propaganda ortaya çıkmayacak, her şey güllük gülistanlık olacak…
Babam okuma gözlüğünü hafifçe kaldırıp “Selam, tatlım,” diyor. Sıcak bir gülümseme verdikten sonra sırt çantamı sandalyelerden birine koyup karşısına oturuyorum.
“June'un yanındaydım,” diye yalan söylüyorum. Casper'ın konusunu açmanın bir anlamı yok.
Babam gazetesini kolunun altına sıkıştırıp mutfağa gidiyor. “Üşümüş gibisin. Bir şeyler içmek ister misin?”
“Olur, tabii,” diyorum, ellerimi ovuşturarak. Eve yürüyerek değil de bir başkasının arabasıyla geldiğimi bilmiyor.
Hayalet Orman'ın dibindeki yoldan yürümemi istemediğini biliyorum.
Babam su kaynatıp çay hazırlarken, ben de ayakkabılarımı çıkarıp ceketimi asıyorum.
“Bugün biri daha kayboldu,” diye seslendiğini duyunca kaskatı kesiliyorum. “Bu sefer genç bir erkek.”
Kasabadan kaybolan üçüncü kişi… Tüm bunlar tesadüf olabilir mi. “Kim?”
“Ryan Connolly,” diyor. Gözlerimi kapatıp genç çocuğu düşünüyorum. Onunla aynı dönemde okumuştuk.
En iyi şeylere sahip olmasını sağlayan zengin bir ailesi vardı. Evleri kasabanın en güzel mahallesindeydi. Pek havalı biri olmasa da zenginliği sayesinde oldukça popülerdi. Kızlar ona bayılıyordu.
“Ailesi ne diyor?” diye soruyorum. Ryan’ın ailesi kasaba sosyetesinin önde gelen isimlerinden. Kasabanın yularını ellerinde tuttuklarını herkes bilir.
Jasper'ın babasından sonra kimse alfa olmaya yanaşmadığı için Ryan’ın babasının kendisi vekil alfa olarak gördüğünü düşünüyoruz.
Babam kıkırdıyor. “Erkek arkadaşın ile babası kasabanın yarısıyla birlikte onu arıyorlar.”
Beni Luca ile tanıştıran oydu. Önceden hoşlandığım erkeklerin aksine hemen çıkmamıza izin vermişti.
Çayımdan bir yudum alıp, “Sanırım tek ipucu bu,” diyorum.
Çayın buruk bir tadı olduğunu fark edince bardağa bakıyorum. Alışık olduğum ferahlatıcı çay tadı yok...
Çay boğazımdan inerken kalbim sıkışıyor. Bardağın içinde ne olduğunu anlıyorum...
Yoğun, siyah, mazot gibi bir sıvı.
Çığlığımı bastırıp yavaşça bardağı bırakıyorum. Casper beni uyarmıştı. Ama bu benim babam… Beni nasıl zehirleyebilir?
“Çayı beğendin mi? Yeni bir çay, insanı yatıştırıyormuş,” deyince beynimden vurulmuşa dönüyorum. Kahveden sararmış dişlerinin arasından dökülen kelimeler yalan…
Öz babam beni uyuşturmaya çalışıyor. Üstelik bunu yaptığını kabul etmiyor.
Sadece “Sanırım uyuyacağım,” diyorum. Dilim pelte gibi…
Bunu gerçekten yaptı. Öz kızına ilaç verdi.
Gözlerime bakıp masum bir sesle, “Yorgun musun?” diye soruyor. Masadan yavaşça kalkarken başımı sallıyorum.
Verdiği madde her ne ise çok çabuk etki ediyor. Vücudum ayaklarımdan başlayarak uyuşmaya başlıyor.
“İyi geceler,” dediğini duysam da cevap vermiyorum. Tek düşünebildiğim bunu neden yaptığı. Neden bana ilaç verdi? Amacı ne?
Bu sorular ben farkına bile varmadan cevaplanmadan önce buradan çıkmalıyım.
Yatak odamın kapısını kapatıp, bir bataklığın içindeymişim gibi düşe kalka yürüyorum.
Kendimi yatağa atıp telefonuma uzanmaya çalışıyorum.
Luca gelecek... Beni kurtaracak…
Mesaj atmaya çalışırken gözlerim kararıyor. Parmaklarım hareket etmeyi reddediyor, beynim vücudumla bağını kaybetmiş gibi.
Dizlerimin üstünde sürünerek banyoya gitmek zorunda kalıyorum. Parmağımı boğazıma sokup kusmam lazım.
Ağzımı dört kez yıkadıktan sonra uyuşmuş bacaklarımı sürüye sürüye odaya dönüyorum. Derken gözlerim kararıyor…
Bir süre sonra ayılıyorum. Zihnimdeki sis bulutunun içinden zar zor iki tanıdık ses duyuyorum. Hâlâ yatağımdayım. Odamın kapısındaki çatlaktan dışarıyı izliyorum.
Luca ve babam hararetle konuşuyorlar.
“Şimdi mi?”
“Başka seçeneğim yoktu.”
“Neden? Bir sonraki aşamayı neden bu kadar aceleye getiriyorsun?”
“Lanet herif burada. Onu bulursa her şeyi mahvedecek. Onu bizden alacak çünkü o, ona ait.”
Daha fazlasını duymama gerek yok. Buradan çıkmam lazım. Sanırım pencere tek seçeneğim.
Pencereyi açmaya çalışırken normale döndüğümü hissediyorum. Sanırım çaydan sadece tek bir yudum aldığım için etkisi kısa sürüyor.
Hâlâ konuşmakla meşgul olan Luca ile babam kaçma teşebbüsümün farkında bile değiller.
Yüzüstü yere düşüyorum. Odada olmadığımı fark ettikleri an peşime düşecekler. Beni bulurlarsa ne yapacaklarını düşünmek bile istemiyorum.
Kendimi toplayıp ayağa kalkıyorum. Damarlarımda gezinen ilaç etkisini kaybetmeye başlıyor. Sonunda özgürüm. Peki, nereye gideceğim?
Hem erkek arkadaşımın hem de babamın ihanetine uğradım. Hangisi daha kötü bilmiyorum.
June'a gidebilirim. Ona güveniyorum. Evin etrafından dolanıp evine giden yolu bulurum. Sonra da arkama bakmadan koşmaya başlarım.
Sabah olunca da polise… Gerçi olayların arkasında zaten polis var. En azından yarısı.
Gözümden istemsizce yaşlar akmaya başlıyor. Beynim olan biten hiçbir şeyi algılayamıyor. Tek bir şey hariç: Casper! Birinin böyle bir çay verebileceğini söylemişti.
Hatta beni test etmişti.
Birden başım dönmeye başlıyor. İlaç vücuduma ikinci bir darbe vurmaya hazırlanıyor gibi görünüyor.
Yolun ortasında dizlerimin üstüne çöküyorum. Kafam her saniye daha da karışıyor.
Sonra onu görüyorum.
Ağaçların arasındaki gölgelerin içinde duruyor. Gözleri hiç olmadığı kadar parlak. Oldukça gerçek dışı görünüyor. Sanki büyünün cisimleşmiş hâli…
Gecenin karanlık filizleri onun bedeninden yayılıyor gibi…
Casper…
Beni gecenin bir vakti ormanın ortasında gördüğü için neredeyse hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyor. Hızlı adımlarla yanıma gelip diz çöküyor.
Dirseklerine kadar uzanan parlak, deri eldivenleri var. Gecenin bir yarısı neden bu kadar şık görünüyor?
Dur bir dakika...”Neden buradasın?”
Sesim gecenin nazik seslerine kıyasla oldukça cırtlak çıkıyor. Hele Casper'ın kadife gibi sesinin yanında tamamen deli saçması kalıyor.
“Neden içtin? Seni uyarmıştım,” diyor, deri eldivenli eliyle saçlarımı okşayarak. Titriyorum. Neden burada olduğunu söylemese de bu konuda daha fazla üstelememem gerektiğini hissediyorum.
“Bunu beklemiyordum,” diyorum menekşe gözlerine bakarak.
Casper ayağa kalkıp, arkamdaki ormana bakarak iç çekiyor. Ona katılmak için ayağa kalkmaya çalışırken dengemi kaybediyorum.
Neyse ki omuzlarımdan tutarak kıçüstü düşmeme engel oluyor.
“Neden o?” diye soruyorum titrek bir sesle. “Neden öz babam?”
Casper’ın yüzü ciddileşiyor. Geçen gece benimle aynı anda ormanda dolaştıysa babamın neden bana ilaç verdiğini, hatta Luca’nın neden bu işin bir parçası olduğunu da biliyor olabilir.
“Benim yüzümden,” diyor. “Seni öyle ıssız, öyle uzak bir yere götürecekti ki ne kaçabilecek ne de bir daha güneş yüzü görebilecektin.”
Duyduklarım karşısında afallıyorum. Tüm bunları büyük bir ciddiyetle, hiç çekinmeden söylüyor. Beni asıl korkutan şeyse bunları bir çırpıda söylemiş olması. Yani, doğruyu söylüyor olması…
“Neden senin yüzünden? Ona ne yaptın?” Yürümeye başladığını görünce bir an için soruma cevap vermeyecek sanıyorum.
“Ona hiçbir şey yapmadım. Sorun ona ne yapacağım,” şeklinde gizemli bir cevap veriyor. Dediklerinden hiçbir şey anlamayınca kaşlarımı çatıyorum.
Bana bakarak yürüyor. “Sana birkaç konuda yalan söyledim.”
“Ne gibi?”
Bana bugüne kadar pek çok yalan söylendi. Öz babam ve erkek arkadaşım bile yalan söylediler. Artık kime inanacağımı bilmiyorum.
Sevdiğim, değer verdiğim herkes bana cephe almış gibi. Üstelik nedenini bile bilmiyorum.
Aniden bir bağırtı kopunca birbirimize bakıyoruz. İkimiz de sesin kime ait olduğunu tahmin edebiliyoruz.
“Gitmemiz lazım,” diyor Casper ya da adı her ne ise. Deri eldivenli eliyle elimi tuttuğunda garip hissediyorum.
Hızla uzaklaşmaya başlıyoruz.
Bu ani yön değişikliği ve hız başımı döndürüyor. Damarlarımda gezinen ilaç tekrar kendini gösteriyor.
“Yapamam,” diyorum nefes nefese. Ayaklarım gitmiyor. “Tekrar bayılabilirim.”
Haklı çıkıyorum. Çünkü Casper bana döndüğü an gözlerimin önüne bir perde iniyor. Kendimden geçmek üzereyim…
Her şey kararmadan önce hatırladığım son şey beni kucağına alması oluyor.
“Sana hiçbir şey olmasına izin vermeyeceğim. Seni koruyacağıma söz veriyorum...”