Charlotte Moore
3 Ay Sonra
Jayce
O lanet olası kız hep aklımdaydı. Ne yapıyor olduğum önemli değildi, her zaman aklımdaydı, zihnimin arkasındaydı, bana dırdır ediyor, uzun kızıl saçları ve tatlı kıvrımlarıyla beni cezbediyordu.
Bir günlüğüne kendimi meşgul edebilsem ve onun hakkındaki tüm düşünceleri görmezden gelebilsem bile, rüyalarımda beni ziyaret ediyordu.
Ne yazık ki, gördüğüm rüyalar ıslak rüyalar da olmuyordu... Onu her rüyamda gördüğümde, onu evine bıraktığım sabaha geri dönüyordum.
Ve kapıyı yüzüme çarpmadan önce ağzından çıkan o sert sözleri duyuyordum: “Sana hiç bağlanmamış olmama sevindim.”
Zihnimde o sahne tekrar tekrar oynatılmaya devam edecek, uyuduğum her gece bana işkence edecekti. Ama bu gece bir şekilde farklıydı. Rüya, bu sözleri söyledikten sonra arabanın kapısını çarptığı yerden başladı.
Ama sonra, başka bir sahneye geçti. Beklenmedik bir şekilde onunla tekrar karşılaşıyordum. Onu bir duvara dayıyordum, ellerimin arasına yüzünü alıyordum.
Bakışlarım altında bana nasıl davrandığına çok dikkat ediyordum. Göğsü yükselip iniyor, dudaklarını ısırıyor, yüzü kızarıyordu. Hamle yapmamı bekliyordu.
Yine, zihnimde bu rüya tekrar tekrar oynamaya devam etti, uyanınca biraz sersemlemiş hissettim. Uyandıktan sonra bile, sahneyi kafamda tekrar tekrar oynadım. Pembe, şişmiş dudaklarını nasıl ısırdığını, beni kolayca baştan çıkardığını hayal ettim.
Tamamen uyandığımda, uyluklarımın arasında bir erekte olmuş olan penisimi fark ettim. “Ah, lanet olsun,” diye mırıldandım, “Nesin sen? On beş yaşında bir çocuk mu?”
Yataktan fırladım, aklımdaki tüm düşünceleri dağıtmaya çalıştım ve banyoya yöneldim. Ereksiyonumdan çabucak kurtulmayı umarak uzun, soğuk bir duş aldım.
Onu duşta ne kadar çok siktiğimi düşünmeden edemediğim gerçeğine rağmen şanslıydım.
Daha dün buradaymış gibi hissediyordum, altımda titriyor ve inliyordu.
“Jayce, siktir et artık,” dedim kendi kendime gerçekliğe dönmeye çalışarak.
Sonunda duştan çıkıp aşağı indim. Birkaç dakika içinde giyindim ve artık güne başlamaya hazırdım. Yine de önce kendimi kontrol etmem gerekiyordu.
Sırıtarak, aynadaki yansımama baktım.
Saçlarım önüme düşen birkaç tel dışında düzgün görünüyordu, yeni kestirmiştim. Saçlarımı jöleledim, böylece kafamdan filizlenen küçük sivri saçlar düzgün duracaktı.
Ayrıca saçlarım şu an daha koyu renkteydi, hava soğuduğu için güneş ışınları rengini açmamıştı. Her iki durumda da hiç olmadığım kadar seksiydim.
Sırıtarak aceleyle arabama gittim ve hızla uzaklaştım. Üniversitenin ilk günü için düzgün bir görünüme sahip olmalıydım. Hatta birkaç kalbi bile kırabilirdim. Okula yaklaşırken şeytani bir şekilde sırıttım.
Bugün kendimi seksi ve ukala hissettim. Gerçi ben de derinlerde bir gerginlik hissediyordum, sanki bir şey hayatımı mahvedebilirmiş gibi.
Aradan birkaç saat geçmişti ve ofisimde oturup, kendi kendime mırıldanıyordum.
Öğrencilerime hemen çılgınca bir ödev vermek istemedim, bu yüzden İngilizce ders kitabında gerekli bölümleri gözden geçirdik. Her ders yapacağımız bir rutin olacaktı bu.
Bayanların canını yakma konusundaki orijinal düşünceme rağmen bunu yapmak istemediğimi fark ettim. Kendimi Tuli'yi düşünmekten alıkoyamıyordum.
Onu kollarımda tuttuğum o geceyi tekrar düşündüm. Utangaçlığını düşünüp kıkırdadım.
Ne yazık ki bunu düşünmek ona daha yakın hissetmeme sebep oldu. Ah, diye düşündüm kendi kendime, sonra sınıfıma öğretmek için kullanmam gereken ders kitabının daha fazlasını okuyarak kendimi meşgul etmeye çalıştım.
Ofis telefonum çalmaya başladı. Çabucak toparlandım, dikkatimin dağılmasına sevindim.
“Jayce Mitchell’le görüşüyorsunuz,” diye yanıtladım.
“Merhaba Bay Mitchell, ben Bay Connor,” diye cevap verdi yaşlı bir ses. Bu, başka bir İngilizce öğretmeniydi, bana biraz yardım etmekten çekinmiyor gibi duruyordu.
Kendisi önümüzdeki ay içinde emekli olacağı ve beni Kompozisyon 101'i öğreten tek kişi olarak bırakacağı için her şeyi bilmemi istiyordu. Adam mükemmeliyetçiydi. Bu yüzden bana yardım edecek kadar nazik olmasına rağmen, bunu beni iyi olmaya zorlamak için yapıyordu.
“Ah, evet. Benden istediğiniz bir şey mi vardı efendim?” diye sordum.
“Evet, sınıfıma uğramanı ve bazı kağıtları almanı istiyorum. O kağıtların vermeyi planladığın ilk ödevde sana yardımcı olacaklarını düşünüyorum.”
“Tabii ki efendim. Çabanız için teşekkür ederim. Ne zaman uğrayayım?”
“Ne zaman olursa olsun gel. Ders verirken bölünmekten nefret eden biri değilim,” dedi gülerek...
Yaptığı minik şakaya gülümsedim, sonra telefonu kapattım. Kafamın dağılmasını umarak ofisimden ayrıldım ve sınıfa gittim.
Yürürken yanımdan geçen bazı kızları gülümseyerek selamladım. Yaklaşık yirmi metre uzaktayken bile cıyaklamalarını duyabiliyordum. Gözlerimi devirdim.
Üniversitenin ilk günüydü ve ben şimdiden göz görüntümle dikkat çekiyordum.
Birkaç dakika sonra kendimi Bay Connor'ın sınıf kapısının dışında buldum. Kapıyı açıp içeri girdim. Tıpkı öğrencilerin yaptığı gibi, onun da gözleri üzerime yöneldi.
Onları görmezden geldim ve Bay Connor'a seslendim.
Konuşmaya başladım. “Yapmamı istediği…”
“Siktir!”
Şaşkınlığa uğrayarak kimin konuştuğunu görmek için arkamı döndüm. Ön sırada, bir çift tanıdık mavi göz ile uzun kızıl saç gördüm. Ve bir keresinde öptüğüm pembe, dolgun dudakları.
Şok içinde ona baktım.
Tuli.
Zihnimin içindeki ses susmuyordu. Siktir, hassiktir, hassiktiiiir!
Bay Connor ona doğru dönüp karşılık vermeden önce birkaç saniye boyunca ona baktım. “Bayan D'Amore, söylemek istediğiniz bir şey mi var?”
Bakışlarını benden ayırdı ve sessizce, “Hayır, Bay Connor. Özür dilerim.”
“Güzel,” diye yanıtladı, “Ben Bay Mitchell'le konuşurken geri kalanınızın bir taşkınlık yapmamasını bekliyorum sizden.”
Bana döndü. “Ne diyordunuz?”
Kendime çeki düzen verdim. “Böldüğüm için özür dilerim, Bay Connor ve sevgili öğrenciler. Sadece telefonda bahsettiğiniz kağıtları almak için geldim efendim.”
Koltuğunda kıpırdanan Tuli'ye dönüp baktım.
Bu ilginç bir dönem olacaktı.