
Sessizliği korumak kolay değil ama her şeyi duymanın tek yolu bu.
Herkes sessiz olduğumu düşünüyor. Muhtemelen ağzımdan fazla kelime çıkmasa da kulaklarımın herkesin konuşmalarını duyduğunun farkında değiller.
Duyuları çok kötü.
İnsanlardan nefret ediyorum. Herkesten nefret ediyorum. Kimsenin arkadaşlığından hoşlanmıyorum. Annemi bile sevmiyorum.
Kulağa ters mi geliyor? Kim, gece gündüz boynunda bir tasmayla eşinin peşinden koşturmaktan hoşlanan bir anne ister ki?
Neden sessizlik kavramı üstüne bu kadar çok düşündüğümü merak ederken, birden sahnede çalan grubun ara vermiş olduğunu fark ediyorum.
Derin Mağara'da, bir çıkıntıda saklanırken çenem ellerimin üzerinde ve karnımın üzerine yatmış bir halde, dinleniyorum.
Bir zamanlar hazine dolu olan bu devasa mağara artık bir sanat ve performans merkezi.
Bildiğim kadarıyla, Mason Amca’mın fikriydi bu. Requiem Sürüsü'nün kölelerini eğitmek ve onlara babamın yönetimi altında daha tutkulu çalışmaları için bir neden vermek istiyor.
Hael ve Lochness benim babalarım. Onlar ikiz ama ikisi de Madeline yani annemle çiftleşti.
Grup başka bir şarkı çalmaya başlıyor. İç çekiyorum. Ellerimin üzerinde daha fazla gevşerken, siyah saçlarım kayanın üzerinde sallanıyor.
Köle kalabalığı bugün izinli. Dans ediyorlar ya da sessizce ayakta durarak müziği dinliyorlar.
Aslında durum farklı. Yalan söyledim. Herkesten eşit derecede nefret etmiyorum.
Köleleri Ejderhalara tercih ederim.
Köleler sinir bozucu evet ama onlar... En azından mütevazı.
Genç Ejderhalar ise son derecede rahatsız ediciler. Hayatım boyunca hiç bu kadar vahşiyle karşılaşmamıştım. Vücutlarında, sihir saflığı ile tüketilmemiş bir insanlık kemiği dahi bulunmuyor.
Ne yazık ki, onlar benim arkadaşlarım çünkü hepsi benim yaşımda.
Ben doğduğumda, Ejderhalar arasında küçük velet patlaması yaşanmış. Şu anda hepimiz on sekiz yaşındayız ama ben hâlâ zihnimde olgun düşünceler duyamıyorum.
Uyuklarken, grubun yumuşak müzik çalmasını dinlemekten tamamen memnunum.
Müziği severim çünkü etrafımdaki herkesten duymak zorunda olduğum tüm düşünceleri bastırır.
Uyumama yardımcı oluyor.
Ancak anlık huzurum uzun sürmüyor.
Kibir ve zarafet dolu bir ürperti omurgamdan aşağı akarken farkındalığa geri dönüyorum. Bu zoraki duygunun ne kadar güçlü olduğunu başka nasıl tarif edebilirim?
Anında dirseklerimin üzerinde doğruluyorum. Sıvışmak için hazırım. İki genç prensin mağaraya girdiğini fark ettiğimde burnum iğrenerek kırışıyor.
Birinin kobalt mavisi saçları var. Thaddeus ya da her şaşkın bakışlı dişinin ona atıfta bulunduğu gibi, “Thad.” O tam bir ukala.
Diğerinin gece mavisi saçları var. Sylvan. Bir lakabı yok çünkü adı zaten mükemmel. O ise tam bir lütuf.
Ve ikisi de başımın belası.
Buradaki tüm kızların ölüp bittiği o çocukların, bana kendimi nasıl garip, hatta gergin hissettirdiğini söyleseydim, onlar gibi olurdum. Ama kimseye söylemem.
Çünkü o zaman onlara ilanıaşk etmiş olurdum. Bu da beni hayranlar kulübünün bir parçası yapardı.
Hayır, teşekkür ederim, ben almayayım.
Bu yüzden onları küçümsemekten başka bir şey hissetmediğimi düşünmeye devam ediyorum ve ne pahasına olursa olsun onlardan kaçınıyorum.
Odadaki ilginin, müzik grubundan yakışıklı çocuklara çevrilmiş olmasını izliyorum. Birden fazla kız iç çekiyor ve hatta birkaç ciyaklama da duyuyorum.
Etrafımdaki kızlar erirken ve prensler de sadık hayranlarıyla “sohbet etmek” için geldiklerini söyleyerek gülümseyip böbürlenirken, ben gitmek için hamle yapıyorum.
Onlara bakmayı sürdürürken bir yandan da ayaklarım ve ellerim üzerinde doğruluyorum. Hemen altımda oldukları için, ikizler yukarı baktıklarında bakışlarımı da yakalıyorlar.
Meraklı zihnim kontrolümden çıkarak onlarınkine sızarken kaşlarımı çatıyor ve topuğumun üzerinde dönüyorum.
İkisinin de zihinsel engel oluşturmaya başladığını hissediyorum. Kafalarının içinde olduğumu biliyorlar. Zihinsel bir engel oluşturma teşebbüslerinin değersiz olduğundan bahsetmiyorum bile. Çünkü istersem onları kolaylıkla yıkabilirim.
Bunu yapmadığım için şanslılar.
Mağaradan çıkmak için dar ve gizli çıkışıma ilerlerken birden olduğum yerde duruyorum. Babam Lochness’den haber almayı beklemiyordum.
İyi bir cevap düşünürken dudağımı ısırıyorum.
Lochness'e ya da annemin deyimiyle “Nessy”ye büyük saygı duyuyorum. Böyle aptal bir lakabı olmasına rağmen. Her neyse, Lochness beni anlıyor.
Ben de onun gibi bir düzenbazım. O da insanları sevmiyor. Ama aynı zamanda çok zeki, bu yüzden ona çok fazla şey söylemekten kaçınıyorum.
Beni hâlâ bebeği olarak görüyor. Başka bir deyişle, beni kimin kızdırdığını söylersem insanlar ölebilir.
İki Ejderha Lordu'nun kızı olmak sadece iki acımasız babam olduğu anlamına gelmez. Bizim de normal anlarımız var. Misafirlerle yenilen süslü akşam yemekleri gibi.
Bu gece, yemeğe kimin katılacağını çok iyi biliyorum. Ailem ve kardeşimin yanı sıra, Servet Sürüsü'nün Ejderha Lordu Althor bizi ziyaret ediyor olmalı.
Althor her zaman Thaddeus ve Sylvan'ı da yanında getirir. Çünkü onlar Althor’un yeğenleri.
Neyse ki, Thad ve Sylvan akşam yemeklerine hiç katılmıyorlar. Bunun yerine avlanmayı tercih ediyorlar.
Zihin bağı ile gerçekten iletişim kurduğum tek kişi kardeşim. Aslında ondan da pek hoşlanmıyorum ama doğduğumuzdan beri iletişim kuruyoruz.
Bana karşı otoriter olmaya çalışması beni sinirlendiriyor.
Lex, Althor'dan bahsederken endişeleniyorum. Cevap vermesem de yemeğimizin servis edileceği toplantı mağarasının yolunu tutuyorum.
Althor her ne peşindeyse, bir an önce gidip öğrenebilirim.