Akıl Zirvesi - Kitap kapağı

Akıl Zirvesi

Michelle Torlot

Bölüm 1

EMBER

Uçurumun kenarına oturdum, bacaklarım boşlukta sallanıyordu. Kulaklarımda çınlayan tek ses, şelalenin aşağıdaki sivri kayalara çarpmasıyla oluşan gümbürtüydü.

Buraya “Âşıklar Uçurumu” diyorlardı. Kalbi kırık âşıklar buraya gelip kendilerini aşağı bırakıyorlarmış.

İçimdeki bir ses, “Atla!” diyordu. Bu benim kurdumun sesiydi. Reddedildiği için perişan hâldeydi. Gerçi ikimiz de öyleydik ama durum onun için daha da beterdi.

Kafamdaki o alaycı sesi artık duymuyordum. Kurdum inatçı ve dizginlenmesi zor bir ruhtu, kontrolü daima elinde tutmak isterdi. Sinir bozucu olsa da onu özlüyordum.

Artık çoğunlukla sadece ağlıyordu. Ona kalsaydı, üç gün önce canımıza kıyardık. Ne de olsa bir kurdun eşine ihtiyacı vardı.

Ben de eşime ihtiyaç duyuyordum ama sırf bu yüzden canıma kıymak istemiyordum. Buraya gelmiş olmamın nedeni, fısıltılardan, acıma dolu bakışlardan ve eşimi başkasıyla görmekten kaçabileceğim, sessiz bir yer oluşuydu.

Yanaklarımdan bir damla yaş süzüldü. Noah'yı düşünmemeye çalışıyordum. Göğsüm sıkışıyordu, sanki acımasız bir el kalbimi eziyor gibi hissediyordum.

Eşler birbirlerini sevmeliydi. Erkek dişiyi korumalı, ona bakmalıydı. İncitip terk etmemeliydi.

Derinden gelen bir sesle irkildim: “Ember? Ne yapıyorsun?”

Dönüp baktığımda kardeşim Oliver'ın patikadan yanıma koştuğunu gördüm. Yüzünde korku dolu bir ifade vardı. Zoraki gülümsedim.

“Merak etme Oliver. Belki zayıfım ama atlayacak kadar değil.”

Kurdum kontrolü ele geçirseydi çoktan kendimizi aşağı bırakmış olurduk. Oliver’a bunu söylemedim.

İç geçirip başını salladı. Sonra ellerini uzatıp beni kavradı, bana sımsıkı sarıldı.

“Sen zayıf değilsin Ember. Bir gün harika bir sürü şifacısı olacaksın. Özel bir yeteneğin var.”

İç geçirdim. Belki bir gün olacaktı ama o gün bugün değildi.

Çoğu kişiye kıyasla ufak tefek sayılırdım. Kurdum da öyleydi. Eşim, belki eski eşim demeliydim, benim tam tersimdi.

Noah, Craven Moon Sürüsü'nün savaşçılarından biriydi. Bazılarına göre o en iyisiydi. Sadece alfamız ve betamız onu alt edebilirdi.

Kardeşim bile Noah'yı yenemezdi. Benim için denemeyi teklif etti ama istemedim. Birimizin utanç duyması yeterdi, Oliver'ın da benim için yaralanmasına gerek yoktu.

İç geçirip nazikçe başımı öptü. “Alfa seni görmek istiyor.”

Gözlerimde yaşlarla baktım. “Beni,” dedikten sonra gergin bir şekilde yutkunup devam ettim: “Kovacak mı?”

Kardeşim başını salladı. “Hayır. Tabii ki hayır. Yanlış bir şey yapmadın.” Tekrar iç geçirdi. “Eğer birinin kovulması gerekiyorsa, o da şu lanet olası Noah.”

Sadece onun adını duymak bile yüreğimi dağlıyordu.

Noah'nın hatalı olduğunu biliyordum. Sürüdeki herkesin onun tarafını tuttuğunu da biliyordum. Noah'yla karşılaştırıldığımda ben bir hiçtim, değerim yoktu.

Bazen hastanedeki işlere yardım ediyordum. Kardeşim bu yüzden bir gün sürü şifacısı olacağımı düşünüyordu. Bu asla gerçekleşmeyecek bir hayaldi. Bir kere, kurt adamların pek şifaya ihtiyaçları olmuyordu. Ay Tanrıçası, en ağır yaralarımız dışında tüm yaralarımızı hızla iyileştiriyordu.

Ayrıca, Alfa Stone eski kafalı biriydi. Sürümüzdeki dişiler sadece yemek pişirmek, temizlik yapmak ve çocuk doğurmak için varlardı. Bir eşim olmadan işe yaramaz olacaktım.

İç geçirip kardeşimin kucağından sıyrıldım. Başıma ne geleceğini öğrenme vaktiydi.

Sürü evine geri dönmem yaklaşık yarım saat sürdü. Oliver kurduna dönüşüp önümden koşmaya başladı.

Dönüşseydim, ben de beş dakikada koşarak gidebilirdim. Ama yapmadım. Kurdum kontrolü ele geçirirse her şey olabilirdi.

Sürü binaları arasından geçip alfanın ofisinin bulunduğu sürü evine doğru yürüyordum. Burası aynı zamanda bekâr kurtların çoğunun yaşadıkları yerdi.

En büyük sürü değildik ama bir okulumuz, bir hastanemiz ve kardeşimle paylaştığım ev gibi bazı özel evlerimiz vardı.

Başım önümde, kollarım vücuduma sarılı hâlde yürüyordum. Uzun sarı saçlarım yüzümü örtüyor, utancımı meraklı gözlerden gizliyordu.

Keşke kurdumun duyularına sahip olmasaydım ama öyleydim. İnsanlar bakışlarını benden kaçırsalar da fısıltılarını hâlâ duyabiliyordum.

“Bak, işte o! Eşi onu reddetti.”

“Çok da şaşırtıcı değil. O kadar küçük ve zayıf ki...”

Dinlememeye çalıştım. Başkalarının dedikodularını duymaktan hayır gelmezdi.

Sürü evinin içine, alfanın ofisine gittim. Ağır, meşe kapıya usulca vurup beklemeye başladım.

Kaba sesi, “Gel,” deyip içeri girmemi emretti.

Dağınık masasında oturuyordu, içeri girdiğimde başını kaldırmadı. Masanın önünde durup başımı eğdim, ellerimi arkamda birleştirip konuşmasını bekledim.

Ağır bir şekilde iç geçirdi. “Otur, Ember.”

Odanın ortasındaki tek sandalyeye, masadan uzağa oturdum. Bu yalnız hissetmem için hazırlanmış başka bir sahne gibiydi. Doğrusu buna ihtiyacım yoktu. Zaten kendimi yeterince yalnız ve değersiz hissediyordum.

Ellerimi kucağıma koyup ayaklarıma bakmaya başladım. Alfa Stone herhangi bir yanlış hareketi, sözü veya bakışı bir meydan okuma olarak görebilirdi.

“Durumun çok tuhaf bir hâl aldı,” diyerek konuşmaya başladı. “Bu yüzden düzeltmek bana düşüyor.”

Gergin bir şekilde yutkundum. İşte, o an geliyordu.

“Diğer sürülerle yaptığımız anlaşmalar bazen onlara sürü üyeleri göndermemizi gerektiriyor. Genellikle başka sürülere taşınmak için gönüllüler ararız. Ama senin özel durumun nedeniyle, başka bir yere gönderilmenin sürü için en iyisi olacağına karar verdim.”

Midem bulanmaya başladı. Ona bağırmak istiyordum. Haykırarak, “Neden ben?” diye sormak istiyordum. Ama kararını vermişti.

Sanırım bunun olacağını biliyordum. Noah'yla aynı sürüde kalamazdım. Diğerleri bana acıyarak bakarken Noah sürünün gözü önünde yeni eşiyle dolaşamazdı. Alfa Stone Noah'yı asla göndermezdi. Ne de olsa o çok değerliydi.

Hızlıca başımı kaldırdım. Alfanın yüz ifadesinden kararının kesin olduğunu görebiliyordum. İş anlaşması yapar gibi, sanki bazı malları daha iyi bir şey için takas etmiş bir tüccar gibi, memnun görünüyordu.

Fısıldayarak, “Ne zaman?” diye sordum.

Ayağa kalktığını duydum.

“Vedalaşmak ve kişisel eşyalarını toplamak için bir saatin var.”

Ayağa kalktım. Dizlerimin bağı çözülür gibi oldu. “Nereye? Hangi sürüye?”

Boğazını temizledi. “Karanlık Ay Sürüsü'ne.”

Başım dönmeye başladı. Hızlıca başımı eğdim. “Elbette Alfa.”

Ardından dönüp hızla ofisinden çıktım. Kapı arkamdan kapanır kapanmaz koşmaya başladım. Kusmamak için kendimi zor tutarak sürü evinden çıktım.

Midemde pek bir şey yoktu zaten ama midemdeki safranın boğazıma gelmekte olduğunu hissedip yere tükürdüm.

Sonra dizlerimin üzerine çöküp ağlamaya başladım. Başımı ellerimin arasına aldım.

Karanlık Ay Sürüsü ve onların öfkeli alfası Damon Scopus hakkında birçok korkutucu hikâye duymuştum. Sadece adı bile tüylerimi diken diken ediyordu.

Alfa Scopus'un sürüsü en büyük sürüydü. Diğer tüm sürüleri kendisine kurt göndermeye zorluyordu. Genellikle savaşçıları davet ederdi. Bu politikası sürüsünü güçlü tutarken diğer sürüleri zayıflatıyordu.

Herkes Alfa Scopus'un çabuk parladığını söylüyordu. Onu kızdıranlar ya ölüyor ya bir daha asla savaşamayacak veya avlanamayacak kadar kötü yaralanıyordu.

Kurdum ölmemizi istiyordu, dileği gerçekleşecekti.

Kardeşimle paylaştığımız eve geri döndüm. Orada sadece biz vardık. Annemiz birkaç yıl önce ölmüştü. Babamız da ondan kısa süre sonra, eşini özlediği için aramızdan ayrılmıştı.

Oliver’ı verandada otururken buldum. Başı ellerinin arasındaydı. Yanına yürürken başını kaldırıp bana baktı.

İşte o zaman farkına vardım. “Biliyordun! Biliyordun ve bana söylemedin. Ne zamandır biliyordun?”

Oliver iç geçirdi. “Düşündüğün kadar kötü değil. Yeni bir başlangıç olacak.”

Sözleri karşısında ağzım açık kaldı. “Alfa Stone'un beni nereye gönderdiğini biliyor musun?”

Oliver kaşlarını çatıp başını salladı. “Sadece taşınman için gerekli ayarlamaları yaptığını söyledi. Birbirimizi göremeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Çoğu sürü aile ziyaretlerine izin veriyor. Bizim sürüde de izin verildiğini biliyorum.”

Ona bakıp başımı salladım. “Bu bir veda, Oliver. Karanlık Ay Sürüsü'ne gidiyorum.”

Kardeşimin yüzü birden bembeyaz oldu. Ayağa fırlayıp yanıma koştu, bana sımsıkı sarıldı.

Onu itmek istesem de yapmadım. Bunlar birlikte geçireceğimiz son anlar olabilirdi.

Fısıldayarak, “Ne zaman?” diye sordu. Sesi kırgındı.

“Yaklaşık bir saat sonra,” diye karşılık verdim.

İç çekip bana biraz daha sıkı sarıldı. “Daha fazla zamanımız olur sanıyordum.”

Cevap vermedim. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken sadece bana sarılmasına izin verdim.

Belki de kurdumu dinleyip uçurumdan atlamalıydım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok