
Lauren gözlerini kapattı, bir kez daha restoranda olduğunu hayal etmeye başladı.
Zihnindeki fantezi derinleşirken adamın seksi hatları ve kaslı vücudu onu iyice azdırıyordu. Dolgun dudakları, keskin hatlı çenesi ve o büyüleyici yeşil gözleri Lauren’ın içine işliyordu. Onu çığlık çığlığa bağırtmayı, zevkten titretmeyi vadediyordu.
Vücudu iyice canlanan Lauren, siyah sütyenine baskı yapan meme uçlarını okşamaya başladı. Bir hayli para harcadığı ince, ipek sütyen, yılın en lanetli gününde seksi hissetmek için uygun bir tercihti.
Zihnini ele geçiren canlı fantezi sayesinde zevkten kıvranıyordu. Vibratör o yakışıklı adamın parmakları gibi olamazdı ama yine de iş görüyor gibiydi.
Boşalmaya deli gibi ihtiyacı vardı. Hem fantezisi için kullanabilir hem de sonrasında adamı aklından atabilirse, o Sevgililer Günü o kadar da kötü geçmemiş sayılabilirdi. Yine de adamı aklından kolay kolay atamayacağını içten içe hissedebiliyordu.
İyice sertleşen meme uçlarını çekiştirerek kendini tahrik eden Lauren, vibratörü kavrayıp ucunu emerek vajinasının girişine yerleştirdi. Bunu yaparken birazdan içine girecek olan şeyin vibratör değil, adamın parmakları olduğunu hayal ediyordu.
Onu, maharetli parmaklarını vajinasının üstünde gezdiren beyaz atlı prens olarak hayal etmek istiyorsa bunu yapabilirdi.
Boşalmaya her geçen saniye daha da yaklaşıyordu, ama tam o sırada odasının kapısı çalındı.
Lauren müthiş bir hayal kırıklığı içinde fantezisinden sıyrıldı. Birkaç saniye önce alev alev yanan vücudu anında üşüdü. Kapı yavaşça açılırken memnuniyetsiz bir inilti çıkardı.
Vibratörü bir hışımla kapatıp doğruldu. Yüzüne yapışan kahverengi buklelerini düzeltti.
Başını kaldırınca ev arkadaşı Shana’yı gördü. Üzerine ipek sabahlığını geçiren kızın normalde düz olan saçları darmadağınıktı. Kaşlarını çatarak elindeki telefona bakıyordu. Lauren onun dikkatini çekmek için boğazını temizledi.
Bu da işe yaramadığı için, “Senin şu anda Polis Dre ile birlikte olman gerekmiyor muydu?” diye sordu.
Shana nihayet başını telefonundan kaldırıp çaresiz gözlerle, “Yardımına ihtiyacım var,” dedi. Sesi yalvarır gibiydi.
Lauren gözlerini hafifçe kısarak baktı. “Ne tür bir yardım?”
Aslında Lauren, her ne zaman ihtiyaçları olsa arkadaşlarının yardımına koşan biri olmaktan yorulmuştu. Ama her ikisinin de Sevgililer Günü’nün mahvolmasındansa, ev arkadaşı için kendini feda edebilirdi. Bu yüzden Shana birtakım evrak işlerini halletmesi için ona yalvarınca ofisine gitmeyi kabul etmişti.
İşte soğuğun insanın içine işlediği buz gibi bir gecede, Shana’nın ofisinin bulunduğu binanın önünde dikilmesinin sebebi buydu.
Önünde yükselen devasa gökdelene bakarken kendi kendini sakinleştirmeye çalıştı. Shana başının derde girmeyeceğine dair ona güvence vermiş olsa da, içinden bir ses o geceki şanssızlığın peşini henüz bırakmadığını söylüyordu.
Ne de olsa hâlâ Sevgililer Günü’ydü.
Lauren, Shana’nın kendisine verdiği çeşitli şifreleri gerekli yerlere yazarak binaya girdi. Karşılaştığı güvenlik görevlisine Shana’nın söylediklerini söyledi. Asansör Hawke Industries’in en üst katına çıkarken Lauren’ın gerginliği tavan yapmıştı. Ya Shana’nın “tam bir yavşak” diye bahsettiği patronu da ofisteyse? O zaman ne yapacaktı?
Yakışıklı, inanılmaz zengin bir playboy ve Wall Street CEO’su olan Logan Hawke, uzun yıllardır Lauren’ın babasının etrafında olan adamlardan biriydi. Logan’ın seks hikâyeleri, Lauren ile Shana’nın akşam yemeği sohbetlerinin klasiği hâline gelmişti.
Adamı iyi tanıyordu ama onunla tanışmamıştı. Hakkında duydukları gerçekse, Lauren adama sadece bakarak bile orgazm olabileceğini düşünüyordu.
Shana’nın verdiği şifrelerde herhangi bir sorun çıkmamıştı, güvenlik görevlisiyle ilgili söyledikleri doğruydu. Patronun da “yeni oyuncağıyla” yemekte olduğunu söylemişti. Adamın ofiste olma ihtimali sıfıra yakındı.
Asansörden çıkıp zemindeki yumuşak halıda çekinerek yürümeye başladı. Kare şeklindeki ofis karanlık ve ürkütücüydü. Ortamı aydınlatan tek ışık, sağ duvarın tamamını kaplayan boydan boya pencerelerin karşısındaki binalardan geliyordu. Siyah duvarlar ve koyu renkli halı ışıksız ofisi iyice karanlık gösteriyordu.
Geniş masa kapının sol tarafındaydı ve doğrudan New York manzarasına bakıyordu. Lauren, herhangi bir alarmın çalmasına sebep olmadan işleri hızlıca halledip gitmek istiyordu. Shana’nın masasına aceleyle yürüdü. Bir an için göz alıcı New York manzarasına dalsa da kendini çabucak toparladı.
Pelüş beyaz ofis koltuğuna gömülen Lauren, bilgisayarı açıp Shana’nın bilgilerini girerek oturum açtı. Shana’nın talimatlarını izleyerek gereken klasörleri ve dosyaları bulup bir e-postaya ekledi.
Gönder tuşuna bastıktan sonra beklemesi gerekiyordu çünkü dosyaların boyutu büyüktü. Beklerken arkasına yaslandı. Etrafına bakınırken arkadaşıyla bir kez daha gurur duydu.
Shana zengin ya da nüfuzlu bir aileden gelmiyordu. Sahip olduğu ne varsa bileğinin hakkıyla kazanmıştı. Her şey için mücadele ettiği için de sahip olduklarının kıymetini iyi bilen biriydi. Lauren’ın üniversiteden mezun olduktan sonra babasının parasını artık kabul etmemesinin sebebi Shana’yı örnek almasıydı.
Orada oturup etrafına bakınan Lauren, arkadaşının başarılarıyla her ne kadar gurur duysa da, kendisinin öyle bir hayatı olmadığına, her gün o ofiste tıkılıp çalışmak zorunda olmadığına içten içe seviniyordu. O kendi işinin patronuydu.
Ancak bu, hayatının daha kolay olduğu anlamına gelmiyordu. Kendi işinin patronu olan bir kadın, saygı görmek için erkek meslektaşlarına kıyasla daha fazla çalışmak, daha çok çabalamak, daha disiplinli olmak zorundaydı. Başkaları keyfine bakarken, gülüp eğlenirken onun sürekli çalışması gerekiyordu.
Eğer bu, bir ofise tıkılıp kalmayacağı, kimsenin ağzına bakmak zorunda kalmayacağı anlamına geliyorsa, uykusuz geçen her geceye değerdi.
Lauren, bilgisayardan gelen sesle düşüncelerinden sıyrıldı. E-posta sonunda gönderilmişti. Durumu Shana’ya bildiren bir mesaj attı. Derin bir nefes alıp bilgisayarı kapattıktan sonra ayağa kalktı.
Asansöre yöneldiği sırada karşı tarafta bir hareket fark etti. Dikkatli bakınca asansörden takım elbiseli, iri bir adamın indiğini gördü.
Adamın kim olduğunu fark eden Lauren’ın başından aşağı kaynar sular döküldü.
Bu oydu! Restorandaki adam!