
“Gwylan, annelerin çocukları için endişelenmesi normal canım,” dedi babam, kendini ikna etmeye çalışıyormuş gibi. “Raga kaç dönemdir Valkürlerle birlikte harikalar yaratıyor, zaten öyle olacağını da biliyorduk. Sınırlarda birkaç tehlike görüldü diye endişelenmeye gerek yok. Canavarlar ekinlere biraz daha yaklaşırsa Konsey ve kraliyet ailesi harekete geçecektir. Kanatları görür görmez kuyruklarını kıstırıp kaçarlar.”
Halkının zırhını giydiği zamanları hatırlayan babasının gözleri parlıyordu. Freya doğana kadar uzun süre askeri hizmet vermişti ancak Freya bakıma muhtaç olduğu için temelli olarak eve dönmüştü.
Raga kendinden emin görünüyordu. “Pazardaki tavukların gıdaklamalarına kulak asma anne,” dedi.
Freya ablasının rahatsız olduğunu anladı ve konuyu değiştirmeye karar verdi. “Eve dönmene sevindim Raga. Gerçi horlarsan seni kendi ellerimle dağdaki itlerin önüne atabilirim,” dedi Freya sinsi bir gülümsemeyle.
“Ona ne şüphe Freya! Aramızdaki en dişli kişi sensin, benim ilham kaynağım.” Raga zırhlı kolunu kendisinden çok daha küçük olan kardeşinin omuzlarına doladı ve onu nefis kokuların geldiği yere yönlendirdi. Sebze yahnisi ve ot kokuları etrafa yayılmıştı. “Hadi başlayalım.”
Freya acıkmıştı. Kâse almak için dolaplara yöneldi.
“Bana bakın!” dedi anneleri, parmağıyla ikisini işaret ederek. “İkiniz de orman ve ter kokusu kokuyorsunuz. Üzerinizdeki pisliğin bir aydır birlikte yiyeceğimiz ilk yemeğe sinmesini istemiyorum. Gidip temizlenin,” dedi, kızları mutfaktan kovmak için ellerini sallayarak.
Babaları alay eder gibi sert bir şekilde başını sallayınca ikisi de güldü, ardından mutfaktan çıktılar. Kızlar evlerinin ortasındaki devasa ağacın içine inşa edilmiş kavisli merdivenden hızla yukarı çıktılar.
Merdivenlerin bittiği yerdeki odalarına vardıklarında Raga, “Freya, zırhımı çıkarmama yardım et de saçlarını yeniden öreyim,” dedi. Raga önce zırhını, sonra da silahlarının bağlı olduğu kemeri çıkarmaya başladı.
Freya, Raga’nın kanatları arasına tutturulmuş zırh yamasını çözdü ve yumuşacık tüylere hayran hayran baktı.
Raga’nın üstündeki kiri temizlemesi için ıslak bir bez getirdikten sonra, “Göreve gitmeden önce evde ne kadar kalacaksın?” diye sordu.
Raga yorgun bir hâlde derin bir iç çekti. Cevap vermeden zırhını ve silahlarını yatağının ucundaki sandığa yerleştirdi. Omuzlarını düşürünce kanatları da aşağı indi. Elini alnına götürüp kısa, kırmızı uçlu beyaz saçlarını yüzünden çekti.
Freya, sınırdaki tehlikenin Raga’nın ailesine itiraf etmek istemediği kadar ciddi olmasından endişeleniyordu. Hem de çok daha ciddi…
Raga, Freya’ya lavabonun önündeki tabureye oturmasını işaret ederek, “Buraya gel,” dedi. “Sana gerçekte neler olduğunu anlatacağım.”
Freya dediğini yaptı. Raga onun uzun platin sarısı saçlarını tarayıp düzgünce örmeye başladı. “Mesele sınırda görülen birkaç canavardan daha ciddi. Annemin duyduğu söylentiler doğru. Vargarlar çok yakınımızda dolaşıyor ve sayıları her geçen gün artıyor.”
Freya ablasının yüzünü göremiyordu ama ellerinden kendine güvendiğini hissedebiliyordu. Sesi bitkin ama güçlü geliyordu.
“Henüz annemle babama söyleyemem ama burada uzun süre kalmayacağım. Konsey, gücünü göstermek ve sınırları koruma altına almak için büyük bir kuvvet göndermeye karar verdi. Yeterince büyük bir gücün o itlerin geri çekilmesini sağlayacağını umuyorlar. Ama bir şeyler ters giderse diye çok sayıda askerin orada bulunmasını istiyorlar.”
“Ters giderse derken…”
“Freya, endişelenme. Kurt adamlarla nasıl savaşılacağını biliyorum. Hem zaten bu bir savaş çağrısı bile değil. Sadece ekstra bir önlem.”
Freya ablası için cesur olması gerektiğini biliyordu. “Sana güveniyorum abla. Sadece tekrar yalnız kalmak istemiyorum.”
Raga Freya’yı kucaklayarak, “Hiçbir zaman yalnız değilsin Freya. Annen ve baban seni seviyor, senin için endişeleniyor. Senin gibi başka bir Adaryn yok. Bu da seni eşsiz kılıyor. Çok güçlü bir kızsın ve muhteşem bir tırmanıcısın. Sen inanılmaz birisin ve kendini bizim seni gördüğümüz gibi görmeni istiyorum.” Raga, Freya’nın beline uzanan saçlarını sıkıca ördüğünden emin oldu.
“Valkürlerle uzun saatler süren eğitim ve çalışmalarım sırasında beni motive eden şey senin gücün, her şeye rağmen devam etmen. Herkes güçlü Freya’nın hikâyelerini, onu hiçbir şeyin durduramadığını dinlemeye bayılıyor. Herkes uçmayı öğrenirken sen tırmanmayı öğrendin. Bir şekilde gökyüzüne uzanmayı başardın. Annem ve babam yanındayken yalnız hissetme. Bırak benim gördüğüm gücü onlar da görsün.”
Freya bir nefes verdi. Raga ona moral vermek için ne söyleyeceğini her zaman bilirdi. Ablasıyla birlikteyken kendini hiç yalnız hissetmezdi ama içindeki kötü his göğsüne ağır bir taş gibi oturmuştu.
“Teşekkür ederim Raga. Sen yokken hep seninle konuşmayı özlüyorum. Hemen gideceğin için çok üzgünüm. Ne zaman gidiyorsun?”
“Yarından sonraki gün. Öğlene kadar Valkür Yuvası’na dönüp savunma stratejimizi belirlemeliyim. Ama anneme ben söylemek istiyorum,” diye neredeyse yalvardı Raga, Freya’nın ağzında bakla ıslanmıyormuş gibi.
Freya elini ağzına götürdü ve ağzını mühürlediğini göstermek için Raga’ya bakarak kaşlarını kaldırdı.
Raga başını sallayarak karşılık verdi. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Raga ayağa kalktı ve Freya’nın koluna girerek alt kata, iştah açan kokulara doğru ilerledi.
Birlikte aşağı inerken Freya ablasının kolunu çok sıkmamaya çalıştı. Aslında gitmesin diye sıkı sıkı tutmak istiyordu. Raga onun bu dünyadaki tek gerçek dostuydu ve iki gün içinde evden ayrılacaktı.
En azından Raga’nın Valkür arkadaşları vardı. Yıldızların altında birlikte uyuyacaklar ve sınırı gözetleyeceklerdi.
Yalnızlık Freya’nın sorunuydu, Raga’nın değil.
Ancak bu, Raga’nın gönderildiği diğer görevlerden farklı gibiydi. Bu defa daha fazla tehdit var gibi görünüyordu. Freya, bu konuda konuşurken Raga’nın tavrından ve aceleyle tekrar gönderilmelerinden bir şeylerin ters gittiğini anlayabiliyordu. Genelde araları daha uzun olurdu.
Bir şey mi olmuştu? Vargarların sınırlarda şanslarını zorlamaları ilk kez görülen bir durum değildi. Ara sıra gecenin karanlığında Adaryn ekinlerinden birkaç demet çalmayı bile başarırlardı.
Ancak halkları, Freya’nın hayatının büyük bir bölümünde savaş hâlinde değildi. Aralarında yüzyıllar süren savaşlarla ilgili hikâyeler duymuştu ama bu çok uzun zaman önceydi. O sadece iki savaş biliyordu. Bunlardan biri o doğduktan hemen sonra olmuştu. Babası da bu savaşa katılmıştı ve babasının askerlikten terhis edilmek istemesinin diğer nedeni de bu saldırıydı. Ayrıca her zaman ailenin her şeyden önce geldiğini söylerdi. Ufak tefek, çelimsiz yavrularıyla ilgilenen annelerine yardım etmek için eve dönmek zorunda kalmıştı.
Freya, Vargarların sınırlarını neden şimdi zorlamaya başladığını merak ediyordu. Birkaç ay içinde kış gelecekti. İki tarafın da soğukta savaşacak gücü bulabileceğini sanmıyordu. Vargarların karlı dağların derinliklerinde yaşadığını duymuştu. Belki de soğuğa Adarynlerden daha dayanıklılardı. Halkının soğuk mevsimlerde çok fazla uykuya ihtiyacı oluyordu.
Gerçek hayatta hiç Vargar görmemişti, sadece eski kitaplardaki çizimlerini biliyordu. Kurda benzeyen ancak onlardan çok daha büyük, dört ayaklı kürklü yaratıklar olarak tasvir ediliyorlardı. Arka ayakları üzerinde durabiliyorlardı.
Ailenin yemek köşesinde sevdiklerine sokulmuş, Raga’nın yeni maceralarını dinliyordu. Raga, ciddi konuları bir kenara bırakmış, eğlenceli şeyler anlatıyordu. Komutanı Alvyna’yı dövüş antrenmanında yenmişti. Valkür sürüsü büyük bir yabani böğürtlen çalısı bulmuş ve sınırdaki askerlerin sığınağında kendi böğürtlen şaraplarını yapmışlardı. Böğürtlen şarabından bahsederken masadan fırladı ve kapının yanında bıraktığı çantadan aceleyle bir kırba çıkardı.
“Eve getirmek için biraz ayırmıştım. Kızlardan saklamak zorunda kaldım. Bu seri inanılmaz lezzetli!” Raga içkiden bir yudum alıp babasına uzattı ancak babası önce içkiyi tereddütle kokladı.
“Ağır kokuyor! Bugünlerde kudretli savaşçılarımızın uğraştığı şeye bak! Bundan birkaç yudum alırlarsa Vargar itleri güneş doğmadan burnumuzun dibinde biter!” diye şakalaştı. Ardından şaraptan büyük bir yudum alıp eşine uzattı.
Anneleri tek kelime etmeden kırbayı alıp lıkır lıkır içti ve şarap dolu kırbayı Freya’ya uzattı. “O kadar da ağır değil.”
Lonan şaşkın bir ifadeyle eşine muzip bir gülümseme gönderdi.
“Ne bakıyorsun Lonan? Diğer hanımlar ne zaman buluşsak şarap içmeyi seviyorlar. Konsey’le paylaştıkları şeylerden ben de içmiştim,” diye kıkırdadı pembeleşmiş yanaklarıyla. “Tadı hiç fena değilmiş Raga.”
“Anne, meyvelerden biraz daha bulursak size yine getiririm. Bu şarap sayesinde ne kadar uzun ve sıkıcı geceleri atlattık, bilseniz.”
Çantayı tutan Freya ne yapacağını bilemedi. Muhabbetten geri kalmak istemiyordu.
“Daha önce sadece biraz denemiştim ama tadına bayıldığım söylenemez.”
“Olsun, dene,” dedi Raga.
Freya, içinde dönen kıpkırmızı sıvıya baktı. Yabani böğürtlen kokusu burun deliklerine doldu, güzel koktuğunu kabul etmeliydi. Fakat bir yudum aldıktan sonra acı tat karşısında burnunu buruşturdu. “Yok, hâlâ hoşuma gitmiyor. Yine de teşekkürler.”
Herkes kıkırdadı ve doyurucu yahni kâseleri arasında kırbayı elden ele dolaştırmaya devam etti. Konuşmalarının ve kahkahalarının sesi Freya’yı rahatlatıyordu. Arkasına yaslanarak ablasının yanında mutlu ve güvende hissetmenin tadını çıkardı.
Birden masaya bir sessizlik çöktü. Freya dikkatinin dağıldığını ve önemli bir şeyi kaçırdığını fark etti.