
Bahçe, küçük süsleme ışıklarının kardaki yansıması altında parlıyor, sanki zemini bir sim tabakası kaplıyormuş gibi görünüyordu. Gökyüzü bulutsuzdu ve mavi ay bizi aydınlatıyordu. Hepimiz bir an başımızı kaldırıp bu muhteşem manzarayı seyrettik.
Annem bana sıkıca sarıldı. "İyi olacağını biliyorum, tatlım. Unutma, ormanın derinliklerindeki açıklıktayken elbiseni çıkarıp kurdunla konuş. O kontrolü ele alacaktır. Çok hoş bir his değil ama ilk değişimden sonra kolaylaşacak."
Ben ona gülümserken o da yanağımdan öptü. "Şimdi git, koş ve özgür ol."
"Eğer bir saat içinde dönmezsen peşine düşerim velet," diye bağırdı abim.
Derin bir nefes alıp ormana doğru ilerledim. Orman ürkütücü derecede sessiz ve karanlıktı ama ay ışığı karın üzerine yansıyarak yolu aydınlatıyordu.
İlerlemeye devam ettim. Sonunda sık ağaçların arasından bir açıklığa çıktım. Buz tutmuş küçük bir su birikintisinin olduğu geniş bir alandı.
Derin bir nefes aldım ve elbisemi çıkarıp suya bakan bankın üzerine koydum. Öylece çırılçıplak duruyordum. Keskin soğuk bedenimi ele geçirmeye başladığında ellerimi göğsüme koyup gözlerimi kapattım. Zihnime dalıp kurdumu aradım.
"Burada olduğunu biliyorum kurt, sıcaklığını hissedebiliyorum. Ortaya çık. Kendini göster ve benimle bir ol."
Vücudumda karıncalanmalar oluşurken içim ısınmaya başladı. Hissettiğim hafif titreşimler yüzünden dengede duramayıp dizlerimin üstüne çöktüm. Bedenim kıvranıp kasılmaya başladığında bir ağrı saplandı.
Yalan yok, çok canım yanıyordu. Durmak istiyordum ama artık bunun için çok geçti. Derimden tüyler fışkırıyor, manikürlü ellerim hayvan ayaklarına ve pençelere dönüşüyordu.
Acı dayanılmazdı. Durmam gerekti. Yapamayacaktım. Lütfen, lütfen dursun!
Birdenbire acı kesildi. Bütün duyularım yoğunlaştı. Buzun altından akan suyu duyabiliyordum. Daha önce karanlık gölgelerin olduğu yerde şimdi belirgin şekiller görüyordum. Ayaklarımın altındaki kar artık soğuk değildi, sadece hafif bir gıdıklanma hissi veriyordu. Çok hoştu.
İlk adımlarımı atarak buzlu suya doğru ilerledim. Buzun doğal yollarla oluşturduğu aynaya baktım. Masmavi gözleri olan bembeyaz bir kurt bana bakıyordu. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel yaratıktı.
Ailemin ve arkadaşlarımın duyacağını ve iyi olduğumu anlayacaklarını bilerek gökyüzüne doğru uludum.
Kurdum başını yana eğmiş, buzun üzerinden bana bakıyordu. Onun muhteşem yüz hatlarını incelerken kendi kendime gülümsedim.
Aniden derin bir hırıltı açıklıkta yankılandı. Bütün duyularım bana bunun tanımadığım biri olduğunu söylüyordu. Ses hiç tekin gelmiyordu, tehlikeliydi ve kendimi gergin hissediyordum.
Athena yavaşça dönüp gölgelere bakarken boynundaki tüyler diken diken oldu. Ve işte orada, yeşil gözleri parlayan büyük siyah bir kurt bize bakıyordu. Athena kendi korumak için pozisyon alarak savaşmaya hazırlandı.
Biz dönüp kaçarken uzak durması için siyah kurda hırlayıp dişlerini gösterdi.
Kurt irkilmedi bile. Niye irkilsin ki? Bizim iki katımız cüssesi vardı.
Onu tanımıyordum. Eskiden tanımadığım bir kurdun varlığından korkardım ama Athena’yla güvende olduğumu biliyordum.
Beyaz kurdu belli bir mesafeden takip ediyor, onu gözümün önünden ayırmak istemiyordum. Bu, kafedeki kızdı ve ona karşı anlam veremediğim bir çekim duyuyordum.
Bugün kafede bana karşı koyduğu için cesaretine saygı duymuştum. Genelde kimse bunu yapmaya cesaret edemezdi. Birinin karşımda verdiği tipik tepki sinip kaçmaktı.
Ama o farklıydı. Geri adım atmayı reddetti. Davranışı kurdumun hoşuna gitmişti. Pek çok kişide olmayan bir gücün göstergesiydi.
Sebastian'ın bahçesindeki gruptan ayrılıp tek başına ormana doğru ilerlemesini Tyson’la gizlice izledik. Bir an bile tereddüt etmeden onu takip ettik.
Ama sonra uluduğunda hayret içinde ona bakmaktan kendimi alamadım. Gururla durmuş, aya doğru uluyordu. Muhteşem bir beyaz kurt. İnsanı gibi kısaydı ama çok az kurdun sahip olduğu bir güç yayıyordu.
Onu izlerken Tyson’ın boğazının derinliklerinden bir hırıltı geldi. Ardından göz göze geldik, hırlayarak bizi geri çekilmemiz için uyardı.
O anda kafam karışmıştı. Çok gerideydik, sadece bizim gibi lycan yeteneğine sahip olanların bizi görebileceği veya duyabileceği bir mesafedeydik.
Birden ormanda koşmaya başladı.
Tyson hiç düşünmeden peşinden gitti.
Aramızda geniş bir mesafe bıraktık. Arkasında olduğumuzu hissetse bile belli etmiyordu. Kurdu özgür, oyuncuydu. Kar yığınlarının üzerinde zıplıyor, kürkündeki kar tanelerini silkeliyordu.
Her tavşan deliğini kokluyor, ağaçların dibine pençe atıyor ve alçak dalların arasından süzülüyordu. Ağaç örtüsünün bittiği yerlerde burnunu kaldırıyor, gözlerini kapatarak ay ışığının tadını çıkarıyordu.
Sonunda açıklığa geri dönüp insan formuna geçti.
Tyson'ın deli gibi serbest bırakmak istediği ulumaya karşı koydum. Bu, ormana giderken takip ettiğimiz o küçük kız değildi. O artık bir kadındı. Elbisesini başının üzerinden geçirerek kıvrımlarını sakladı ama çıplak vücudu hafızama kazınmıştı.
Ardından gözden kaybolup Sebastian'ın evine geri döndü.