
Sonunda odama gidip Aaron’ın gürültülü kahkahalarından ve Luther’ın yoğun bakışlarından uzaklaştığımda biraz olsun rahatladım.
Luther’ın bana özellikle mi baktığını yoksa sadece dalgın mı olduğunu anlayamamıştım. Her hâlükârda ona iyi geceler derken yanaklarım alev alev yanıyordu.
Bunun üstünde durmamaya çalıştım. Luther’ın benden hoşlanması pek olası değildi. Bu gece, sadece yeni işimi kutlamak, aldığım ucuz şarabın tadını çıkarmak istiyordum.
Uzun, keyifli bir duştan sonra içeride kimse var mı diye mutfağa bir göz attım.
Luther beni şaşırtarak, “Çoktan yattı,” dedi. Mutfak tezgâhına oturmuş, bilgisayarında bir şeyler yapıyordu, telefonu da yanı başındaydı.
Bana bakarken gözlerinin içi parlıyordu.
“Demek sen de buradasın,” dedim, buzdolabına yönelerek. “Aaron iyi bir çocuk ama bazen tadını kaçırabiliyor.”
Üst raftan ucuz şarabımı çıkarırken Luther’ın kaşlarını kaldırdığını fark ettim. Şişeyi göstererek, “Ucuz şarap ister misin?” diye sordum.
Gülümsedi. “Biraz alayım. Henry ile uğraşırken yardımcı olur belki.”
Şarap kadehlerini ararken, “Henry ortağın mı?” diye sordum.
İkimize şarap doldurmamı izlerken başını salladı. “Evet. Sahte ilişkimiz için gereken sözleşmeyi yapması için onunla yazışıyordum. Sonra bir de insanlara nasıl açıklayacağımızı düşünmemiz gerekecek.”
“Basına mı?” diye sordum. “Yoksa abime mi?”
Yine güldü. “İkisine de. Chad’e gerçek olmadığını söylememiz şart. Gerçek sanırsa beni öldürür. Şartların senin için de adil olduğundan emin olmak için sözleşmeyi o da bir gözden geçirsin.”
Başımı salladım. “Sanırım sana güveniyorum. Ama evrak işlerinde pek iyi olmadığım bir gerçek. Chad bu konuda daha iyi.”
Luther omuz silkti. “Anlaşılması kolay olmalı. Basına gelince... Ekibim bir duyuru için bir şeyler hazırlıyor. İnsanlara nasıl açıklayacağımız konusunda dikkatli olmalıyız ki birinin sızdırdığı izlenimini vermesin.”
Ona şarabını uzattım. Daha ilk yudumunda boğulacak gibi oldu.
Gülerek, “Ucuz şarap işte, ne yaparsın?” dedim. “Eminim genelde daha kalitelisini içiyorsundur ama bütçem kısıtlı.”
Luther eliyle ağzını sildi. “İnan bana, daha beterini de içtim. Malum, gençken benim de param yoktu.”
“İnsan paraya çabuk alışıyor, değil mi?” diye sordum.
Bana baktı, ne demek istediğimi anlamış gibiydi. “Senin şu anki durumunu iyi bilirim; okuldan yeni mezun olmuş, başarılı olmak istiyor ama olamıyor.”
“Para elbette her derdin devası değil ama çok kapıyı açıyor. Araban bozulduğunda değerli bir şeyini satmak zorunda kalmayacağını bilmek güzel. Sen de o noktaya geleceksin,” dedi.
Başımı salladım. “Umarım gelirim.”
Bir süre sessizlik oldu. Luther şarabını yudumlarken parmağıyla tezgâhta daireler çiziyordu.
“Söylesene,” dedi bir süre sonra, içkisini bitirirken. “Aaron ile aynı sınıftaydın. Lisede çıktınız mı?”
Güldüm. “Asla. Aaron o kadar çok şaka yapardı ki onu ciddiye bile almazdım. O zamanlar hiç dikkatimi çekmezdi.”
“Peki kim dikkatini çekiyordu?” diye sordu Luther.
Dudağımı ısırdım, doğruyu söyleyip söylememekte kararsızdım. Şarap cesaretimi artırıyordu ve kontrolüm ellerimden kayıp gidiyordu.
Usulca, “Belki de söylemesem daha iyi,” dedim ve bardağımı lavaboya bırakıp odama yöneldim.
“Gerçekten mi? Konuşmanın ortasında çekip gidiyor musun? Hadi ama, söyle. Kimseye anlatmayacağıma söz veriyorum. İzci sözü,” dedi, alnına dokunarak.
Luther kaşlarını çatarak bana bakıyordu. Belli ki bu cevabı beklemiyordu.
Havayı yumuşatmaya çalışarak güldüm. “Merak etme. O, çok eskilerde kaldı. Artık unuttum gitti. İyi geceler,” dedim ve Luther’ın arkamdan baktığını hissederek yatak odamın kapısını açıp içeri girdim.
Koridorda durmuş, Lilly’nin kapalı kapısına bakarken az önce konuştuklarımızı düşünüyordum. Konuşmamızın bitmesine gönlüm razı değildi. Dayanamayıp tekrar kapısını tıklattım.
Kapıyı açtığında şarabın etkisiyle biraz çakırkeyif olduğunu fark ettim. Bakışları hafif kayıktı, her an kıkırdayacak gibiydi.
“Ee?” dedim, ciddi bir tavır takınarak. “Bana olan aşkını itiraf etmeden çekip gittin?”
Boş ver der gibi elini salladı. “O, çok eskilerde kaldı, Luther. Sen hep Chad ile bizim evde takılıyordun. Küçük kız kardeşlerin, abilerinin arkadaşlarından hoşlanması çok doğaldır. Büyütülecek bir şey değil.”
Üniversitede çok flört etmiştim. Mezun olduktan sonra Savannah ile ciddi bir ilişkim olmuştu. Kalbimin fena kırılmasına yetecek kadar ciddi... Aşk ve ilişkiler konusunda tecrübeliydim.
Ama bir şekilde, bu yeni mezun kız, kendimi âşık bir ergen gibi hissetmeme neden oluyordu. Şaraptan mı Aaron’a duyduğum kıskançlıktan mı yoksa tüm gece bastırdığım hislerimden mi bilmiyorum ama odasına girdim. Geri çekildi, gözlerini bana dikmişti.
“Söyle bakalım, Lilly,” dedim. “Hiç beni düşünerek yastığını öpmeyi denedin mi?”
Yanakları kıpkırmızı oldu. Sakin görünmeye çalışsa da vücudu gerginliğini ele veriyordu. Belki bunca zaman sonra bile hâlâ aynı şekilde hissediyordu.
Bu odada daha fazla kalırsam onu öpmeye çalışacağımı biliyordum ama yapamazdım. Söz konusu Chad’in kız kardeşiydi. Kız arkadaşım rolünü oynaması için para ödemeyi planladığım kızdı.
Uzanıp saçına dokunarak onu kendime çekemezdim. Olacaksa bunu başlatan o olmalıydı.
Alaycı bir gülüşle, “Saçmalama,” dedi. “Sanki böyle bir şeyi itiraf ederim de...”
Genç Lilly’nin yatak odasında yalnızken beni düşündüğü fikri... İçimde bir şeyleri uyandırdı. O zamanlar ona karşı hiç böyle duygularım olmamıştı. Çok gençti, daha bir çocuktu.
Ama artık o kadar küçük değildi. Benden küçüktü, evet, ama kendi kararlarını verecek yaştaydı. Yine de odasını toplayıp yatmaya hazırlanmasını izlerken çok huzursuz oldum.
“Peki, öyle yaptığını varsayacağım,” dedim, kapıya dönerek.
Lilly yatağa uzanıp televizyonunu açarken küçük bir gülümsemeyle, “Seni ne mutlu edecekse onu düşün, Luther. İstediğin her şeyi yaptığımı hayal et,” dedi.
Lilly bana birkaç saniye baktıktan sonra gözlerini kaçırdı. Cevap vermedi. Belli ki onu rahatsız eden bir şey söylemiştim.
Sabah, ikimiz de ayıkken bir şekilde özür dilerdim. Elimde, ona olan ilgimin sadece iş için olduğunu ve çocukken bana duyduğu aşkı hiç düşünmediğimi gösteren bir sözleşme ile...
Şimdilik, bu yasak düşüncelerle kendimi tatmin etmeden uyumanın bir yolunu bulmam gerekecekti.