
Yeni bir başlangıç yapmak, kâğıt üzerinde taşınmak ve hayatımı toparlamak olunca dile kolay geliyordu. Ama mesele ailemin gözyaşları içinde bana veda etmiş olması ve ilk gecemi yatakta ağlayarak geçirmem olunca gerçeklik daha ağırdı.
Yeni bir başlangıç nasıl yapılırdı?
Bir hafta boyunca yataktan çıkmayarak yapılmazdı. Ya da koltuğa yapışarak. Veya evimin herhangi bir yerine kendimi kapatarak.
Bugün farklı olacaktı.
Bugün Saint-Rock’a taşınmamın üzerinden bir ay geçmişti ve bunu kutlayacaktım. İşe başlamama daha birkaç gün olduğu için körkütük sarhoş olup bir yabancının yatağında uyanmamda sakınca yoktu.
Aman Tanrım. Neden böyle bir şey düşünüyordum?
Üzerime dökümlü bir yarım bluz giydim. Belki de Davis’in sözleri beni sandığımdan daha çok etkilemişti.
Ekranında bildirim olmayan telefonuma baktım. Davis ile Katy bana mesaj atmayı ve beni aramayı bırakmadığı için bildirimleri kapatmak zorunda kalmıştım. Söyleyecekleriyle ilgilenmiyordum. Davis’in bana korkak demesi umurumda değildi. Eski sevgilim ve eski yakın dostumdan daha fazla zarar görmemek için taşınmış olmakta bir sorun göremiyordum.
Yüzlerce farklı kombinden ve annemin iyi olduğumu kontrol etmek için beni aramasından sonra kendimi şehir merkezinde Puzzle13 adında bir barda buldum. İçerisi gürültülü ve tıklım tıklımdı. Tüm masalar dolu olduğu için doğrudan bara yönelip en temiz görünen bar taburesine oturdum.
Buraya neden gelmiştim?
Burası bana göre değildi.
Tiz bir ses duyunca kendime geldim. “Ne alırsın bebeğim?”
“Viski ve soda,” dedim, aklıma gelen ilk içkinin adını söyleyerek.
“Tamamdır.” Siparişimi defterine not alıp arkasını döndü.
Kısa, koyu kahverengi ve gri yansımaları olan sakalını seçebildim.
Bunu normalde itici bulsam da onda öyle durmuyordu. Gözlerinin grisini daha da öne çıkarıyordu.
Davis’in sakalını uzatmasından hiç hoşlanmazdım. Bir saniye, neden onu düşünüyordum? Bu düşünceyi aklımdan uzaklaştırmalıydım. Özellikle de bu gece.
Barın tezgâhına sertçe tutunup kendimi topladım. Beni onu keserken yakalamıştı.
Çok utanç vericiydi.
Barmen bana içkimi uzattı. “İşte içkin bebek.” Barmen bana içkimi uzattı.
İçkimi hiç düşünmeden alıp fondip yaptım.
Boğazım cayır cayır yandığı anda bunun yanlış bir hamle olduğunu anladım.
Bu seferkini daha yavaş içmeliydim.
“Merhaba güzellik.” Biri yanıma oturdu. “Düşerken canın yandı mı?”
Kaşlarımı çattım. Ne düşmesi? Neden bahsediyordu bu?
Cevap vermesem de ona merakla baktım. Uzun kahverengi saçları omuzlarına dökülürken koyu kahverengi gözleri tüm kadınları baştan çıkarabilecek bir gülümsemeyle parlıyordu.
“Bilirsin işte, melek olduğun için. Senin kadar güzel bir kadın melek olmalı.”
Ağzım bir karış açık kaldı. Bu gece neyim vardı böyle? Kendimi utandırmaya bir ara veremez miydim? Yardım için barmene dönsem de yerinde yoktu. Şimdi bundan nasıl kurtulacaktım?
“Bak, sen…”
“Yakışıklı mıyım? Yakışıklı olduğumu biliyorum. Sen de çok güzelsin. Bence bu konuda bir şeyler yapabiliriz.” Sırıttı.
“Bu hanımefendiyi bayat tavlama cümlelerinle rahatsız etmekten başka yapacak işin yok mu, Stuart?” Sıcak ve kadifemsi bir ses beni sarstı. Bu sesle ilgili çekici özel bir şey vardı.
Bana mı öyle geliyordu yoksa burası gittikçe ısınıyor muydu? Belki de iki viskiden veya onun bana bu kadar yakın durmasından böyle hissediyordum. Birden tepeden tırnağa ürperdim.
Diğer adam homurdandı. “Sen biraz önce bir sarışınla konuşmuyor muydun, Levi? Bizi rahat bırak.”
Benimle mi konuşuyordu? Sanırım öyleydi. Artık herhangi bir şey söylemem gerekiyordu.
Stuart’ın hayal kırıklığı anlaşılıyordu. Tam bir şey söyleyecekken gözleri barın benden çok uzak olmayan bir noktasında oturan kahverengi saçlı bir kıza takıldı.
“Senin kaybın, Tory,” diyerek uzaklaşırken tüm zamanların en ucuz repliklerinden birini söyledi. “Ağlamayana meme yok.”
Kız bir saniye bile beklemeden onun dudaklarına yapıştı. Gülümsemesini ve göz alıcı gamzelerini kullanmasına gerek bile kalmadı. Demek bazı insanlar bu kadar çaresizdi.
Davis’i ilk gördüğümde böyle hissetmemiştim. Hatta, ona bir şans vermem için ben ikna edebilmesi bile birkaç ay süren ısrarları sonucunda gerçekleşmişti.
Ama yapmamıştım. Yıllar geçtikçe ben onu sevmeyi, o da beni sevmemeyi öğrenmişti. Kalp kırıklığımı bir kenara itip yeniden odaklanmaya çalıştım. Ama bu nazik ve yakışıklı yabancıya karşı hissettiklerim başımı döndürüyordu.
“Bunun için teşekkürler,” diyebildim sonunda. Sesimdeki gerginliği duymadığını umuyordum.
“Ne demek bebek,” dedi. “Ama beni hikâyendeki kahraman olarak görme. Ben öyle bir adam değilim.”
Kaşlarımı çattım. “Ah, nasıl bir adamsın?”
Öne eğilip dudaklarını kulağıma değdirdi. “Öğrenmek istediğine emin misin bebeğim?”
İkinci kez fondip yaptığımı unutarak bardağıma uzandığımda kıkırdadı.
“Hanımefendinin içkisini tazele ve benim hesabıma yaz, Jerry.”
“Gerek yok. Ben ödeyebilirim.” Çantama yeltendim ama elini elimin üzerine koyarak beni durdurdu. Bana dokunduğu noktada tenim karıncalanınca dudaklarım aralandı.
“Israr ediyorum bebeğim.”
Gerginliğin yerini öfke alırken elimi geri çektim. Bana neden sürekli bebeğim diyordu?
“Benim bir adım var, söylemiştim. Tory.”
“Biliyorum. İlk söylediğinde duymuştum.” Tekrar kıkırdadı.
“Seni eğlendirdiğime sevindim,” diye homurdandım.
Saçımın bir tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Şu anda tek hissettiğim eğlence değil, inan bana bebeğim.”
Kalbim öyle şiddetli atıyordu ki herkesin duyabileceğini düşünüyordum. Kendimi gerçekten bir yabancının yatağında bulabilirdim. Üçüncü bardağımı da tek nefeste içtim. Ardından, bir aydan uzun bir süredir ilk defa gülümseyerek gözlerimi kırpıştırdım.
“Öyleyse bana hissettiklerini göstermeye ne dersin?”