Ölüm Koşusu - Kitap kapağı

Ölüm Koşusu

Hayley Cyrus

Saldırı

KİLLİAN

Kapının kapanmasını izledikten sonra kaplan formuma geçtim ve merkeze giden eski yolu bulmak için ağaçların arasında ilerlemeye başladım.

Arenanın her yeri kokuyordu.

Ağaçların arasında dolaşırken kaplan gözlerim etrafı tarıyordu.

Her yerde kan vardı.

Koku, eroin gibi damarlarımda geziniyor ve beni ileriye doğru sürüklüyordu.

Şimdiye kadar, yeni Koşucuların çoğu ya öldürülmüş ya da eş olarak alınmıştı. Lazarus’un şekil değiştirenleri hızlı çalışırlar, üzerlerine sabitlenen kameralardan daha çok kendi zevkleriyle ilgilenirlerdi.

Ama Killian bunu çok iyi biliyordu.

O dijital gözlerin onu takip ettiğini biliyordu, her yakalamadan, her öldürmeden, her diş ve pençe hareketinden zevk aldıklarını çok iyi biliyordu.

Daha önce hiç Lazarus’un dışına çıkmamama rağmen, şekil değiştiren kardeşlerimden biri, bir kızı alıp götürdüğünde insanların aşağılık tezahüratlarını hayal edebiliyordum.

Onlar için biz bu kadarız, diye hırladı kaplanım, ağaç gövdelerinin etrafında sinsice dolaşırken dişlerim dudaklarımın arasından kayıp gitti.

Evcilleştirilmemiş hayvanlar. Onlar için para kazanmayı bırakırsak hepimizi öldürürler.

Zihnimin her köşesi öfkeyle çalkalanıyordu. Körüklediğim ateşimi kendimi teşvik etmek için kullanıyordum ama burnuma gelen bir koku beni düşüncelerimden sıyırdı.

Çok tatlı. Kadınsı. Dehşete kapılmış. Köşeye sıkışmış.

Sessizce hırladım. Güzel. Yakalayacak bir şey kalmamıştır diye düşünüyordum. Kameralar bekliyordu.

Gölgeler boyunca sürünen, siyah ve turuncu kürkümün altındaki kaslar yumuşak bir şekilde dalgalanırken, kokunun kaynağını bulmam uzun sürmedi.

Karanlık gökyüzü kadar koyu saçları ve ay ışığı kadar solgun teni olan bir kız korku içinde donmuş tam önümde duruyordu. Yemek için yeterince güzel kokuyordu. Ve yine de onunla ilgili bir şey... Farklı bir çekim hissettim.

Bir cazibe.

Bu çok tehlikeliydi.

Kızı çabucak yakalasam iyi olurdu, güzel bir gösteri için yapmam gereken şey mümkün olduğunca hızlı bir çıkış yolu bulmaktı.

Ama kız göz kamaştırıcıydı. İpeksi saçları atkuyruğu şeklinde tepede toplansa da, yine de omuzlarına düşüyordu. Ve vücudu... Onu incelerken boğazımdan bir hırıltı çıktı. İdeal bir eşti.

Peki neden hâlâ orada, sahiplenilmemiş bir şekilde duruyordu?

Daha sonra hayvani duyularım, diğer iki hayvanın bulanık kokusunu fark ederek yeniden odaklandı. Bir kedi ve köpek. Harika.

Kızın görüş hattını takip ederek dosdoğru hırlayan kurda ve onun arkasındaki leopara baktım.

Kurt kıza dikkat kesilmişken, leopar, belki de burnundaki kesikler yüzünden odaklanmamış görünüyordu.

Milo ve Jackson. Elbette. O piçler her zaman çiğneyebileceklerinden fazlasını ısırmaya çalışırlardı.

Kedi formum gergindi, dişlerimi çıkardım.

Milo ve Jackson hâlâ birbirleriyle kavga ediyorlardı.

İşte benim sıram.

BLYTHE

Aklımdan geçen tek bir düşünce vardı. Kaç!

Ama kurt, leoparla savaşırken yerdeki uzun, ağaç köklerinin arasında çırpınıyordum, tabii ki de ayağım sıkışmıştı.

Ayağımı kurtarmaya çalışırken acı içimden geçti.

Leopar ve kurt sadece birkaç metre ötemde güreşiyorlardı. Onların biraz ötesinde de, mızrak alaycı bir şekilde yerde parıldıyordu. Yüzümü buruşturarak kökü itmeye çalıştım ama yerinden kıpırdamadı.

Lanet olsun kabak gibi ortadaydım.

Kurt acı içinde havlayarak nefes nefese leopardan kurtuldu. Kanaması vardı. Daha hızlı nefes alıp vermeye başladım.

Hayır, hayır. Olamaz. Kurt… ~Milo’ydu, değil mi?~ ~Leopardan daha hoş görünüyordu. ~Kaybetmesini istemiyorum.

Ama kaybettiği belliydi.

Hayatım tehlikedeyken televizyonda izlediğim kurdun adını hatırlayabildiğime inanamıştım.

Şu ana odaklanarak başımı salladım.

Konsantre olmam gerekiyordu, yoksa ölecektim.

Leopar çömelerek bacaklarının üzerinde toplandı, omuzları düşmüştü. Şık benekli kürkü hiçbir hasardan etkilenmemişti. Milo’nun üzerine atlayacaktı ama Milo bir adım gerileyerek hırladı.

İkisi de donakalmıştı. Hayvanlar başlarını aynı anda ona doğru çevirdiler. Ben de bakışlarını takip ederek baktıkları yere döndüm.

Leopar kükreyerek kaçmıştı.

O leoparı ne korkutup kaçırabilirdi ki?

Acıya aldırmadan tırnaklarımla kökü kazımaya başladım.

O her ne ise, onunla gerçekten tanışmak istemiyordum.

Ama sonra yavaşça, daha önce gördüğüm her şeyden daha fazla tehlike saçan bir zarafetle yaprakların arasından bir kaplan çıktı.

Kocamandı: kurdun iki katı büyüklüğündeydi. Uzun ve güçlü, üst kısmındaki koyu kırmızının, alt kısmındaki beyaz kürkle buluştuğu yerde ateşli hardal rengine çalan turuncu çizgileri vardı.

Zencefil ve beyaz kürkünü keskin siyah çizgileri kesiyordu, şaşırtıcı derecede mavi gözleriyle etrafa bakıyordu. Göz kamaştırıcıydı.

Ve korkunç.

***

KillianBurada ne işin var Milo?
MiloOndan uzak dur, seni azman kedi! O benim!
KillianSiktir git, rüyanda görürsün. Şimdi defol buradan, yoksa seni gitmediğine pişman ederim.

Milo sızlanarak kıza baktı. Milo’nun kafasında çarkların döndüğünü görebiliyordum. Kızın ayağı banyan ağacının karışık köklerine takılmıştı. Milo gibi bir Omega köpeği için kolay lokmaydı. Ama ben buradayken değil.

KillianCiddiyim Milo. Siktir git.
MiloKillian, onun benim tek şansım olduğunu biliyorsun…
KillianBenim sorunum değil, köpek. Kıpırda.
MiloSana davranış bozukluğun olduğunu söyleyen oldu mu, Katil?
KillianBir daha söyle de, sana davranış bozukluğu neymiş göstereyim.

Korku ve hayal kırıklığıyla Milo, oradan uzaklaşırken geriye doğru bir bakış attı.

İç çektim. Milo bir aptaldı ve Hayden’ın sadık bir hizmetkârıydı ve Hayden’ın hizmetkârı olması ona sempati duymamı engelliyordu.

Dikkatimi kıza çevirdim.

Hakkını vermem gerekirse Milo’nun güzel bir zevki vardı.

Bu kız çok güzeldi. Sıkı atkuyruğundan kurtulan koyu renk saçları. Ormandaki yaprakları gölgede bırakan büyük, yeşil gözleri. Süt kadar beyaz teni. Kaplan tarafım mırıldandı, gördüklerini çok beğenmişti.

Sakin ol, diye uyardı beni insan tarafım. ~Plana sadık kal.~

Zaten iki tanesinin gitmesine izin verdik; şu şapşal olanla ve güzel kahverengi tenli kız, diye şikayet etti kaplanım. Ve ikisi de kaçmak dışında bir şey yapmak istememişti.

O zaman biraz hayal kırıklığına uğramıştım.

Bazen kızlar, Killian’ın onları ölüme değil de bir kapıya götürdüğünü anladıklarında, o kadar rahatlarlar ve sevinirlerdi ki… Ona minnet duyarlardı. Bu zamanlar, Killian’ın kendisine herhangi bir cinsel ilişkiye girmesine izin verdiği tek zamanlardı. Ve bu yıl da böyle bir şey olmamıştı.

Bu işler böyledir. Boğazımdan bir hırıltı yükseldi.

Kız bu sesi duyduğunda çılgına dönüp takılı kaldığı kökü derisinden tırmalamaya başlamıştı.

Kahretsin. Hızlıca etrafa baktığımda bir kamera gördüm.

Gerçek bir sahne için doğru yer değil. ~Yakınlarda hâlâ yiyecek veya eş arayan çok fazla kişi var. Onu bir kapının yanına taşımak ve orada bir gösteri yapmak daha iyi olur.~

Ama bu kesinlikle kısa bir gösteriden vazgeçtiğim anlamına gelmiyordu.

Biraz tadına bak, sonra gerçek bir gösteri yaparız.

BLYTHE

Kaplan, önümde iki büklüm oldu. Koşu’dan önce yediğim öğle yemeğini neredeyse çıkarmama neden olacak sesler çıkarıyordu.

Kemikleri parçalanıyordu.

Kasları yırtılıyordu.

Derisi yırtılıp tekrar bir araya geliyordu.

Bir an sonra, önümde, zarif bir şekilde ayağa kalkan çıplak bir adam belirdi.

Uzun boylu, iri bir adamdı. Her yeri kas olan bu adamın boyu neredeyse 1.80’di.

Gözlerimi ona dikmiştim.

Uzun, kıvırcık, siyaha yakın saçları, çıkık elmacık kemiklerinden kaslı omuzlarının üzerine dökülüyordu. Göğsünde ve karnındaki her kas mermerden yapılmış gibi oyulmuştu. Teni karamel rengindeydi, iri kasları gergindi. Buz mavisi gözlerinin üzerindeki kaşları kavisli ve gürdü. Karşımdaki bir insan bile olsa içindeki vahşi kaplanı gözlerinden görebiliyordum.

Bana doğru yaklaşırken uyluklarımı birbirine bastırma dürtüsü hissettim. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Bunun yerine, bakışlarım aşağıya indi... Sonra daha aşağıya...

Kusursuz bronz rengi göğüs kasları krem rengi, göze çarpan eski yaralarla kaplıydı. Güçlü karın kaslarına bir kez daha baktıktan sonra bakışlarım daha aşağıya, karnının düzlüğüne kaydı.

Orada dur, Blythe. Hemen dur.

Kaplan adam bana bakmak için başını eğdiğinde gözbebekleri büyümüştü, mavi gözlerinin üzerine gölgeler düştü.

“Killian,” diye hırladı. Gözlerimi kırpıştırdım.

Adı bu muydu?

Şekil değiştirenler seni öldürmeden önce her zaman kendilerini böyle tanıtırlar mıydı?

Tabak büyüklüğündeki ellerini kafamın iki yanına, ağaca doğru dayadı ve vücuduyla beni kafese tıktı.

Tek duyabildiğim kalbimin atışıydı, tekrar çarpıyordu, kan kulaklarımı sağır edecek kadar yüksek sesle kalbime pompalanıyordu.

Kalbimin sesi ve adamın nefesinin hırıltısı, kaplan formunda çıkardığı hırıltılı sese benziyordu. Korku içimdeki arzuyla savaşıyordu.

Bu da ne böyle? Neler oluyor Blythe? Bu adamı nasıl istersin?

Ama yakınlığının başımı döndürdüğünü inkâr edemezdim ve bu sadece korkudan değildi.

Beni parçalar mıydı?

Benim yerime bana dokunur muydu?

Yüzümü dikkatlice inceleyerek daha yakına eğildi.

Korkmuştum. Benden ne istiyor? Neden bu kadar yakın durmak zorunda?

Sırtımın ağacın kabuklarına sürttüğünü hissedebiliyordum.

Tanrım, beni öldürecek. Tabii ki de beni öldürecek.

Sonra birden sağ eli aşağıya indi. Belimi öyle bir sıkmıştı ki ciyakladım. Moraracağından emindim.

Derinden yankılanan ama keskin bir sesle, bakışlarını üzerimden ayırmadan sonunda konuştu.

“Sen benimsin.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok