
Eddie arabayı sürü bölgesinin dışına sürerken Josie pencereden dışarı bakıyor, hızla geçen ağaçları izliyordu.
“Sana bir şey…” diye başladı Josie ama sonra birden sustu.
“Ne?” diye sordu Eddie, cümleyi tamamlamasını bekleyerek.
“Bilmem. Yok bir şey.”
“Hadi ya, söyle,” dedi Eddie. “Neyin var? Sabahtan beri suskunsun.”
“Biliyorum… Kusura bakma. Bir şey kafamı karıştırdı ve iyi mi kötü mü anlayamıyorum.”
“Anlat bakalım. Kötü bir fikirse ben sana söylerim,” diye ısrar etti Eddie.
“Gideon’ı hatırlıyorsun, değil mi?”
“Julia’nın kuzeni mi?”
“Evet,” dedi Josie başını sallayarak. Sonra da utanıp pencereden dışarı baktı. “Bana eşlerimizi bulana kadar bir nevi… Yatak arkadaşı olmayı teklif etti.”
“İyi de bu… Çok tuhaf bir teklif. Ayrıca iğrenç,” dedi Eddie, başını iki yana sallayarak. “Ne alaka be?”
“Biliyorum ama…”
“Kabul etmeyi düşünmüyorsun herhâlde.”
“Hayır!” diye karşı çıktı Josie hemen. Düşünmek için duraksadı. “Sen nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorsun,” dedi sessizce. “Hanna’yı reşit olduktan sadece birkaç gün sonra buldun. Ben dört yıldır sonu olmayan bir bekleyiş içindeyim. O altı yıldır bekliyor. İkimiz de… Yalnız insanlarız.”
“Haklısın,” dedi abisi, üzgün bir ifade takınarak. “Ben anlayamam.”
İç çekerek bir an düşündü.
“Seni asla yargılamam. Ama bunu aceleye getirmeden önce iyice düşünmelisin. Belki de bu hafta eşini bulabiliriz.”
“Henüz karar vermedim zaten,” dedi Josie omuz silkerek ve bardak tutucudan bir avuç bonibon aldı. Konuyu değiştirmek için, “İster misin?” diye sordu.
Sürü bölgesindeki orman arkalarında kaybolurken iyice heyecanlanmaya başlamıştı. Eddie haklıydı. Belki de çok yakında eşiyle tanışacaktı.
Josie ve Eddie yan yana durmuş, Hasat Ayı Sürüsü üyeleriyle dolu odaya bakıyorlardı. Josie, büyük yemek masalarında oturan sürü üyelerini görünce içini çekti. Henüz onu fark etmemiş gibiydiler, herkes yemek yemekle meşguldü.
“Hazır mısın bakalım?” diye sordu Eddie kısık sesle, dirseğiyle onu dürtükleyerek.
“Emin değilim,” diye cevapladı Josie gergin bir ses tonuyla.
“Endişelenecek bir şey yok. Eşin buradaysa ne güzel. Değilse yarın bir sonraki sürüye gideriz.”
“Tamam,” dedi. Öne doğru bir adım attı ancak Alfa, odanın diğer ucundan yüksek sesle konuşmaya başlayınca olduğu yerde donakaldı.
“Hasat Ayı Sürüsü!” diye seslendi Alfa Weston. “Sizlere misafirlerimiz Josie ve Eddie Grayson’ı takdim etmek istiyorum. Bölgedeki sürüleri ziyaret ederken burada mola verecekler. Lütfen onlara misafirperverliğinizi gösterin.”
Josie, bütün sürünün dönüp kendisini ve abisini süzdüğünü fark etti.
“Endişelenecek bir şey yok mu?” diye mırıldandı.
Eddie yanıldığını kabul eder gibi ona bakıp gülümsedi ve ardından arkadaş canlısı bir tavırla sürüye el salladı.
Sürü üyeleri hemen önlerine dönüp sohbetlerine ve yemeklerine kaldıkları yerden devam ettiler. Josie ve Eddie de birer tabak yemek alıp bir masaya geçtiler. Birkaç kurt karşılarına oturduğunda gülümseyerek selam verdiler.
“Sizi buralara hangi rüzgâr attı?” diye sordu biri kibarca.
“Şey…” diye kekeledi Josie.
“Abi kardeş gezisi yapıyoruz…” diye başladı Eddie.
“Aynı zamanda da benim eşimi arıyoruz,” diye ekledi Josie, açık sözlülüğüyle Eddie’yi şaşırtarak.
“Hadi ya, eşini bir yerde mi kaybettin yoksa?” diye şaka yaptı adamlardan biri.
Josie hafifçe gülerek, “Öyle de denebilir galiba,” diye karşılık verdi.
“Anlıyorum,” dedi bir diğeri. “Ben iki yıldır bekliyorum.”
“Ben beş yıl beklemek zorunda kaldım,” dedi başka biri.
“Bu beni biraz daha iyi hissettirdi,” dedi gülümseyerek. “Ben dört yıldır bekliyorum.”
“Dört yıl çok uzun bir süre gibi geliyordur,” dedi adam kibarca.
“Aynen öyle,” diye karşılık verdi Josie iç çekerek.
“Umarım onu en kısa zamanda bulursun.”
“Teşekkürler,” dedi sırıtarak. Hiçbirinin eşi olmamasına üzülse de hepsinin bu kadar dost canlısı olmasına sevinmişti.
Bütün akşam eşi olmayan her kurtla konuştuktan sonra sonunda pes edip odasına gitti. Ona rahat bir yatak hazırlamışlardı ve yolculuğun yorgunluğuyla güzel bir uyku çekmek istiyordu.
Sabah erkenden uyanıp kahvaltı için abisiyle yemek salonunda buluştu. Sürüde dün konuşmadığı birkaç erkek de onlarla birlikte yemek için masalarına geldi, umutlu oldukları çok barizdi. Josie esnememek için kendini zor tutup onlara kibarca gülümsemeye çalıştı. “Günaydın.”
Onlarla konuşurken uzun, kahverengi saçlarını arkaya attı. Hepsiyle kibarca sohbet ediyordu ama hiçbirinin eşi olmadığını biliyordu. Yemeğin sonunda hepsi gitmişti. İçlerinden biri ona iyi şanslar diledi.
“O zaman gidiyor muyuz?” diye sordu Eddie, tabağını itip dirseklerini masaya koyarak.
“Evet, devam etmemiz lazım,” diye cevapladı Josie omuz silkip boş tabağına bakarak.
“Hadi o zaman,” diye sırıttı Eddie. Ardından masadan kalkıp dağınık kızıl saçlarını eliyle düzeltti.
Ayaklarının altındaki çakıl taşlarının sesleri eşliğinde arabaya doğru yürüdüler. “Şimdi nereye gidiyoruz?” diye sordu Josie.
“Sırada Beyaz Nehir Sürüsü var,” diye cevap verdi Eddie, esneyerek sürücü koltuğuna otururken.
Josie arabaya binerken, “İstersen ben süreyim?” dedi.
“Ha!” diye güldü Eddie alay ederek. “Bu genç yaşımda ölmek istemem.”
“Of, sus be,” diye güldü Josie, Eddie’nin kolunu iterek.
Ağaçlar hızla geride kalırken birkaç saat boyunca müzik ve sesli kitap dinleyerek keyifli bir yolculuk yaptıktan sonra Eddie radyoyu kapattı.
“Bu arada Josie. Şu Gideon denen çocukla ilgili…”
“Of,” diye iç çekti Josie, gözlerini devirerek. “Eddie, onu sadece son çare olarak söyledim. Gerçek eşimle yaşayacağım ilişkiyi doğru düzgün tanımadığım biri için asla riske atmam.”
Eddie yan gözle ona baktı, cevabından pek ikna olmamıştı.
“Bak,” diye devam etti Josie. “Ben de onun gibi hâlâ gerçek eşimi bekliyorum. Ama olur da bu hafta onu bulamazsak… Yedekte biri olsun istiyorum. Birlikte zaman geçirebileceğim biri. Yalnız olmaktan bıktım.”
“Tamam,” diye başını salladı Eddie. “Sadece bu teklifi gerçekten ölçüp tarttığından emin olmak istiyorum.”
“Benim için endişelenme,” diye karşılık verdi Josie, gergin bir gülümsemeyle.
“Ama bu benim işim,” dedi Eddie göz kırparak.
Josie tekrar müziği açıp pencereden dışarı bakarak konuşmayı sonlandırdı.
Kızıl güneş ufukta batarken günün son aydınlık dakikalarında Beyaz Nehir Sürüsü’ne vardılar.
Arabadan inip saatlerdir kaskatı kesilmiş vücutlarını gerdiler. “İkinci durak,” dedi Josie, kırmızı tuğladan yapılmış eski sürü evine bakarak.
“Siz Eddie ve Josie olmalısınız!” dedi cızırtılı bir ses.
Evin kapısında duran uzun boylu, şişman ve orta yaşlı adama baktılar.
“Alfa Theon?” diye sordu Eddie tereddüt ederek.
“Ta kendisi,” dedi adam kocaman bir gülümsemeyle. Onları karşılamak için aşağı inerken biraz tökezledi. “Ay, düşecektim! İçeri buyurun! Herkes sizinle tanışmak için can atıyor.”
Josie gülmemek için zor dururken çaktırmadan abisine baktı, onun da aynı durumda olduğunu gördü. İkisi de adamın biraz şapşal olduğunu biliyordu.
Adamın peşinden toplantı salonuna girdiklerinde sürünün gürültülü bir partide eğlendiğini görünce şaşırdılar.
“Ah!” dedi Josie. “Umarım bütün bunları bizim için yapmamışsınızdır.”
“Yok canım,” dedi Alfa Theon, müziği bastırmaya çalışarak. “Ayda bir kez, o ay doğan bütün sürü üyelerinin doğum gününü kutlamak için büyük bir parti veriyoruz. Tam sizin ziyaretinize denk gelmiş oldu!”
“Ah, anladım,” dedi Eddie. Gürültülü bir kalabalık içinde dans edip içen sürü üyelerini izlerken gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
“Hadi gelin, sizi insanlarla tanıştırayım,” dedi Alfa Theon, onları hafifçe iterek.
Josie neredeyse sürüdeki her erkekle tanışıp dans etti. Birçok potansiyel eş arasında gezip durdu. Artık dans etmekten terlemiş ve nefes nefese kalmıştı. Tanıştığı yüzlerin hiçbiri ona hiç tanıdık gelmiyordu. Kurdu hayal kırıklığıyla sızlanarak zihninde volta atıyordu.
Erkekler Josie’nin dikkatini çekmeye çalışıyor, ona sırıtıyorlardı. Bazıları ona hoşuna gitmeyen bakışlar atıyordu.
“Josie!”
“Neden benimle dans etmiyorsun?”
Sonunda abisinin saklandığı arka taraftaki bir masaya koştu.
“Sen nasıl sosyalleşmekten kurtuldun?” diye sordu, dans etmekten ve kaçmaktan nefes nefese kalmış hâlde.
“Benim eşim var,” diye cevap verdi Eddie gururla, içkisinden bir yudum alarak.
“Çok kötüsün,” dedi Josie, uzun saçlarını başının üstünde bir topuz yaparak. “Burası çok sıcak,” dedi, eliyle kendini yelpazeleyerek. Gerçekten biraz mola vermek istiyordu. “Ben biraz dışarı çıkacağım.”
“Çok oyalanma ama,” diye uyardı Eddie. “Yabancı bir sürüde yalnız dolaşmanı istemiyorum.”
“Ne oldu, gezide babam olmaya mı karar verdin?” diye takıldı Josie.
“Hayır ama seni bir yerde kaybedersem babamın dilinden asla kurtulamayacağıma emin olabilirsin,” dedi başını sallayarak.
“Tamam, tamam. Sadece biraz temiz hava almam lazım. Hemen döneceğim.”
Josie insanların arasından geçerek büyük çifte kapıya doğru ilerledi. Dışarı çıkıp basamaklara oturdu ve serin gece havasının tadını çıkararak derin bir nefes aldı.
Aya bakıp içini çekerek, “Benim gerçekten bir eşim var mı?” diye fısıldadı. “Varsa nerede?”
Ayın gerçekten cevap vermesini bekler gibi sessizce oturdu. Ayışığı üzerine yansıyordu.
“Sık sık kendi kendine konuşur musun?”
Şaşkınlıkla arkasını döndüğünde gölgede duran bir adam gördü. “Ah, pardon. Yalnız olduğumu sanmıştım.”
“Maalesef içeride dans etme şansımız olmadı,” dedi adam. Bir adım atarak ışığa çıktı. Yağlı duran siyah saçlarını ve fareye benzeyen yüzünü beğenmediğini belli etmemeye çalıştı.
“Hı-hı,” diye kısaca cevap verdi. Bir yabancıyla yalnız kaldığı için rahatsız olmuştu.
“Ben Jack. Tanıştığımıza memnun oldum,” dedi, elini uzatarak.
Çok yakında duruyordu ve rezalet kokan bir parfüm sıkmıştı. Josie’nin rahatsız olduğunu fark etmemiş gibiydi.
Josie bir an adamın eline baktıktan sonra başını kaldırıp zoraki bir gülümseme göstererek, “Josie,” dedi.
“Düşündüğümden çok daha güzelsin,” dedi adam sırıtarak. “Seni yalnız yakaladığıma sevindim. Bütün gece diğer erkeklerden bana fırsat kalmadı. Ama seni görünce herkesin neden bu kadar yükseldiğini anladım.”
Josie ona garip bir bakış atarak devam etmesi için meydan okudu. “Ne güzel,” diye mırıldandı.
“Ee Josie, bir yerlere gitmek ister misin?” diye sordu. Gülüşünden niyetinin kötü olduğu belliydi.
Kurdu içinden hırlayıp boynundaki tüyleri kabarttı. “Şey… Yok, teşekkürler,” dedi, oturduğu basamaklardan kalkarak.
Jack, Josie’nin bileğinden tutarak, “Hadi ya, yapma böyle,” diye çıkıştı.
“Elini seviyorsan ve seninle kalmasını istiyorsan kolumu bırak,” diye tehdit etti. Ondan uzaklaşmaya çalışırken korktuğunu belli etmemeye çalıştı.
Birden başka bir erkeğin sesi duyuldu. Yüzünün yarısı gölgedeydi, diğer yarısını ayışığı aydınlatıyordu. Josie nereden çıktığını anlamamıştı.
“Bölüyor muyum?” diye sordu. Açık mavi gözleriyle önce Josie’nin yüzüne, sonra Jack’in tuttuğu bileğine baktı.
Jack, Josie’nin bileğini bırakıp kaşlarını çattı.
“Bu Enzo,” dedi Jack somurtarak. “Geyik Ormanı Sürüsü’nden ziyarete gelen bir omega. Enzo, Josie’yle tanışmış mıydın? O da ziyaretçi. Biz de sohbet ediyorduk.”
“Evet. Tanıştığımıza memnun oldum ama şimdi içeri geçip biraz daha dans edeceğim,” diye yalan söyledi Josie, kaçma fırsatını değerlendirerek.
“Ben de içeri giriyordum zaten,” diye cevapladı Enzo, onlara yaklaşarak.
Josie gözlerindeki yaşları gizlemeye çalışarak başka tarafa baktı. Enzo’nun da onu köşeye sıkıştırmasından korkuyordu.
Yine de onu içeri yönlendirmesine izin verdi çünkü Jack’in iğrenç kokan parfümünden olabildiğince çabuk uzaklaşmak istiyordu.
Enzo tek kelime etmeden kolundan tuttu. Josie, elinden yayılan sıcaklığı hissedebiliyordu. Kapı arkalarından kapanırken ona biraz daha sokuldu.
Enzo neredeyse anında elini çekerek, “Alfa’yla bir şey konuşacaktım,” dedi ilgisiz bir tavırla, sonra da uzaklaştı.
Josie birçok duyguyu aynı anda yaşıyordu. Nedense ağlamak istiyordu. Aniden vücuduna bir sıcaklık yayıldı. Dışarıda üşümüştü ama içerisi hâlâ çok sıcak ve gürültülüydü.
Bütün bunlar bir gece için ona fazla gelmişti ve burası, daha gezilerinin ikinci durağıydı. Neredeyse eve dönmek istiyordu.
Kendini toplamak için başını salladı ve hızla abisini buldu.
“Hemen döndün,” dedi Eddie gülümseyerek.
“Fırsat vermediler çünkü,” diye mırıldandı.
“Gördün mü!” diye bağırdı Eddie. “Seni yalnız bırakamam demiştim!”
Öfkeyle mırıldanarak yerinden kalkmaya yeltendi.
“Of, otur ya!” diye haykırdı Josie ve kolunu çekerek onu tekrar sandalyesine oturttu. “Sapık muhtemelen çoktan kaçmıştır.”
Eddie başını iki yana sallayarak içkisine doğru mırıldandı. “İnsana nefes bile aldırmıyorlar…”
Abisinin varlığı onu sakinleştirmişti. Hatta domuz herif saçma sapan bir şey yapmasın diye, bu gece onun odasında kalması konusunda ısrar edince gülümsedi.
“Kimdi bu arada?” diye sordu Eddie. “Onunla konuşmamı ister misin?”
Josie tereddüt etti. “Jack diye bir çocuk işte. Konuşmana gerek yok. Zaten yarın ayrılıyoruz.”
Gecenin sonunda Josie, misafir odasına giden koridorda temkinli adımlarla ilerliyordu. Ensesindeki tüyler diken diken olmuştu, hem kendisi hem de kurdu tetikteydi.
Karanlık düşünceleri zihninden uzaklaştırıp odasına girdi. Ellerinin titrediğini görmezden gelerek eşyalarını hızla çantasına koydu.
Tam o sırada kapı çaldı.
Josie çantasını alıp kapıya yürüdü. Açtığında abisinin kendini beğenmiş gülümsemesini görünce başını iki yana salladı. Eddie elinden çantasını aldı, Josie de peşinden onun odasına gitti.
Evi saran karanlığın veya gölgelerde saklanarak her hareketini izleyen kişinin farkında bile değildi.