
Yüzümün rengi atmıştı.
“Üzerinde bir tür gizlenme büyüsü olduğunu biliyorum ama Pierce bu konuyu açmama hiç izin vermedi. Geçmişte bir travma mı yaşadın? Bu yüzden mi gözlüklerin ve korkunç takım elbiselerin arkasına saklanıyorsun?”
Bugünün geleceğini biliyordum, gözlerimi kaçırdım. “Pierce bu konuyu açmana izin vermedi mi?” Merakla ona bakıyordum.
Bu hiç mantıklı değildi.
“Evet,” dedi kaşlarını çatarak. “Bunun hep tuhaf olduğunu düşünmüşümdür ama belki de travma kurbanlarına saygı duymak şirket politikasıdır. İK’nın o zamanki politikasının ne olduğunu hatırlamıyorum. Benimle her zaman konuşabilirdin.”
Ona ne söyleyeceğimi düşünürken bir an duraksadım. Birçok kez neredeyse Zoya’ya söyleyecektim ama bunun önemli olmadığını düşündüm. Kendimi o kadar uzun yıllar ikinci plana atmıştım ki umurumda bile değildi. “Ben… Şey… Gizlenme büyüm olduğunu nereden çıkardın?” Titreyen sesim acınasıydı.
Zoya kayıtsız bir şekilde bana baktı. “Seni birkaç kez gözlüklerin olmadan gördüm. Yüzün değişti, burnun, ağzın ve elmacık kemiklerin sadece birkaç dakikalığına farklıydı. İlk başta hayal gördüğümü sandım ama gözlüklerini her çıkardığında bu oluyor.”
Gözlerimi devirdim. “Çünkü ben Wonder Woman’ım şapşal.” Arsızca gülümsemeye çalışıyordum. Gerçi herkes gözlüklerin gizlenmek için bir numaralı seçenekler olduğunu bilirdi.
“April,” dedi sertçe. Belli ki şaka havasında değildi. “Ne oldu? Muhasebeden biri sana bir şey mi yaptı?” Birden sinirlenirken bakışları yoğunlaştı. “Bana söylemeliydin! Kıçına tekmeyi basardım! O her kimse aletini ikiye bölerdim!”
Tırmanan öfkesini yatıştırmak için elimi kaldırdım. “Bekle,” dedim hemen.
“Pierce sana tam olarak ne söyledi?”
“Bugüne kadar mı?”
“Evet, artık bitti,” dedi zorla. “O yüzden kötü anne rolüme bürünmeden önce ağzındaki baklayı çıkar.”
Tüylerim diken diken olmuştu, hayır teşekkürler.
Ama Pierce biliyor muydu?
Bu mümkün olamazdı. Tabii o da Zoya gibi travma geçirdiğimi düşünüp beni kendi hâlime bırakmadıysa.
“April?”
Gözlüklerimi çıkarıp ona baktım. Yüzümü incelerken kaşlarını çattı ve bir elini uzatıp yanağıma dokundu.
“Tuhaf,” diye mırıldanıyordu. “Kendin gibi görünüyorsun ama değilsin.” Burnuma dokundu. “Sanki beynim gördüklerimi yorumlayamıyor.”
İç çektim. “Biliyorum. Kendimi bildim bileli gizlenme büyüsüne sahibim. O kadar uzun zaman oldu ki büyünün sonsuza dek süreceğini düşünüyorum. Küçük parçalarım dışarıya çıkmaya çalışıyor ama bu şekilde sıkışıp kaldım. Sanırım lanetlendim. Ya da başka bir şey oldu...”
“April, bu küçüklüğünden beri sende mi? Bekle, neden?” Gözlerime bakarken kaşlarını çatmıştı.
“Neden mi?”
Yutkunup güldüm ve omuz silkerek tavana baktım. “Viveera Vega sanırım, bilmiyorum. Her şey kafa karıştırıcı.”
Kelimeler ağzımdan çıkarken bile buna inanamıyordum.
Zoya’nın gözleri yavaşça genişledi. Sırıtıyordu, sonra da elinin içine doğru boğulurcasına öksürmeye başladı. “Bu iyiydi. Ama cidden…”
“Ciddiyim Zoya,” dedim sessizce ellerime bakarak. “Göz rengim dışında öyle görünmesem de doğruyu söylüyorum.”
“Bir dakika, ne?” derken başını iki yana salladı. “Sen ciddi misin?” Gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. “Ciddi misin April?”
“Evet,” dedim tekrar, yanaklarımın ısındığını hissederek.
“Bu ne lan?” dedi tekrar. “Yani, bu ne lan April?”
Omuz silktim. “Önemli bir şey değil.”
“Önemli bir şey değil mi?” Neredeyse çığlık atacaktı ki biri kapıyı çaldı. Zoya çenesini kapatarak kapıya döndü. Derin bir nefes alarak hızla duruşunu dikleştirdi ve saçlarını düzelterek kapıya doğru koştu. Zoya, sert bir okul müdiresi gibi çenesini kaldırarak kapıyı açmadan önce hızla bana baktı.
Zoya’yı bir şahin gibi izliyorlardı. Konuştuğu herkes sürekli izleniyor, Zoya sürekli takip ediliyordu. Bu yüzden onu takip edilmeyen, kırmızı renkli sevgili kolyemle arıyordum. Zoya’yı neredeyse hiç görmüyordum, yapmaya çalıştığım şey çok riskliydi.
Gözlerin üzerimde olmasını istemiyordum.
“Bağrışmaları duydum,” dedi siyah takım elbiseli. Gözüne taktığı gözlükten küçük dijital ekranlar görünüyordu. Bu adamlara Vincent’ın siyah takım elbiselileri diyorduk. Omzuna bir şeyler söylemek için başını yana eğdi. “Anlaşıldı,” dedikten sonra beklentiyle Zoya’ya baktı.
Zoya karnını tutarak, “Kusura bakma ama kadınsal bir rahatsızlık yaşıyordum,” diye devam etti. “Her şey yolunda. Ağrı geçti.”
Adam Zoya’ya baktıktan sonra gözleri bana kaydı. Şüphelenmiş görünüyordu. “Kadınsal rahatsızlık mı?”
Adam anında elini kaldırdı, yüzü kızarmıştı. Sanki yoğun geçen kanamayı gözünde canlandırıyormuş gibi yüzünü buruşturdu. “Sadece sessiz ol,” dedikten sonra telsizinden ses geldi ve başka bir şey söylemeden oradan ayrıldı.
Zoya kapıyı kapatarak iç geçirdi. “Özür dilerim. Ne aptalım.”
“Üzerinde bir gizlenme büyüsü var April,” dedi ve bana doğru yürüyüp tam karşıma oturdu. Yakınıma eğildiğinde sıktığı pahalı parfümün kokusunu alabiliyordum. “Gözlerinin rengi değişiyor. Her zaman nereli olduğunu, hangi semtten olduğunu merak etmişimdir ama her zaman sana soramayacak kadar meşgul ve dalgındım.”
Göz rengim.
Hâlâ Viveera Vega kanı taşıdığıma inanmamın tek nedeni buydu. “Bununla yaşamayı öğrendim. Gerçekten önemli bir şey değil.”
Soluk mavi gözleri yüzümde gezinirken homurdanıyordu. “April, bu çok büyük bir mesele. Kendini küçümsemek tam da sana göre. Hangi kapıdan alındın? Buraya nasıl geldin?”
İyilik Meleği A.Ş. dışında pek bir şey bilmiyordum. İyice düşündükten sonra, “Büyüyü bana kimin yaptığını ya da neden burada büyüdüğümü hatırlamıyorum,” diye itiraf ettim.
“Bazen uzun zaman öncesine ait kâbuslar ve rüyalar görüyorum ama hiçbiri mantıklı gelmiyor. Sadece saklanmamı yoksa beni öldüreceklerini söyleyen bir kadın görüyorum. Kimliğim ortaya çıkarsa beni öldüreceklerini söylüyor. Çok korkmuş. Soluk beyaz saçları vardı, gözlerinden kan akıyor. Beni bulurlarsa beni çok kötü insanlara göndereceklerini ya da öleceğimi falan söylüyor. Belki de bu sadece bir lanettir.”
Omuz silkerek ona baktım. “Kendimi bildim bileli İyilik Meleği A.Ş.’de çalıştım. Diğer pek çok çocuk gibi burada yetim olarak büyüdüm. Yeterince büyüdüğümde çok araştırma yaptım ve Vega’ya ne olduğunu öğrendim. Korkunçtu, ben küçükken olanlar beni travmatize etmiş olabilir.”
“April, bu çok uzun zaman önceydi, şimdi öyle değil. Geride kalan Vega’lar Beşinci ve Yedinci Kapılar’da, Yüksek Göksel Saray’da ve Terminaller’de korunuyor.”
Huzurun Göksel Kapıları, HGK.
“Evet, artık bunu biliyorum…”
Zoya’nın pantolonunun kemerinden bir bip sesi geldi. Kemerinde küçük siyah bir ekran vardı. Küfrederek kemerine bakarken, “Kahretsin,” dedi. Küçük dijital ekrandaki bir mesajı okudu. “Lanet olsun. Gitmem gerek, şu anki görevle ilgili bir sorun olmalı. Her zaman lanet olası sorunlar olur ve android ajanlar çalışmaz! Dion’u kurutuyorlar. Bırakabilseydik bırakırdık.” Bana bakarken yapay zekalı metal tenekelerin asla tuhaf TP değiştiricilerin yerini alamayacağını o da biliyordu. “Bu arada bu iş daha bitmedi. Sana Zora ile bir görüşme ayarlayacağım ama seni uyarayım. Aklını kaçırmış durumda.” Nefes alarak ayağa kalktı. “Ve siyah takım elbiselilerden uzak dur.”
Sonra da gitti.
Bu şekilde yaşamak zorunda olmamız çok korkunçtu. Her dakika diken üzerinde yürümek…
Bir yandan da söylediklerini düşünüyordum. Kalan Vega’lar Yedinci Huzur Kapısı’nda korunuyordu. Gezegenim, tek boynuzlu atların tek akrabalarını kıskanan kötü bir cadı tarafından yok edildikten sonra geriye çok fazla kişi kaldığından şüpheliydim. Kendisinden önceki cadılar gibi o da ülkenin en güzeli olmak istiyordu. Tarih kadar eski bir hikâyeydi, evrenin her yerinde bozuk bir plak gibi tekrarlanıyordu.
Nereden başlasam ki?
Birçok ırkın arzuladığı ve deli gibi istediği bu mistik güce sahiplerdi. Üreme amacıyla düzenli olarak avlandıklarını okumuştum. O dönemde pek çok melez olduğunu tahmin edebiliyordum.
Canlı ten rengime ve omzumdan sarkan kestane rengi saçlarıma baktım. Tüm bunlar bir yanılsama mıydı yoksa şiddetten doğmuş bir melez miydim? Annemin ya da babamın kim olduğunu bilmiyordum. Bunu öğrenmekten korkmadığımı söylesem yalan söylemiş olurdum. Bunu kime sorduysam ya beni başından savmış ya da o dönemde çok fazla yetim olduğu gibi saçma bir cevap almıştım.
Viveera Vega, artık tek boynuzlu at formlarına geri dönemeyen varlıkların yeni ırkına verilen isimdi.
Ama bugünün konusu bu değildi.
Artık cezasını tamamlayan Pierce’ı kurtarabilirdim.
Bu da konuyu Huzur Kapıları’na getiriyordu. O kapıları çözmem gerekiyordu. Buradan kaçacaksam, hata yapmamam ve HK’larının düzenini bilmem gerekiyordu. Bu yedi kapı, eski İyilik Meleği A.Ş.’yi ve mevcut Miras Derneği’ni denge aracı olarak kullanan Evreni kontrol ediyordu.
Yedi zaman kapısı içinde yedi büyük şehir vardı. Bana bu şekilde açıklanmıştı.
Evrende, görünmez bir düzlüğün üzerine yerleştirilmiş bir saat düşünün. Bu şekilde HK’nın bir çeşit haritasını çıkarabiliriz.
Saat on ikinin olduğu yer, tam olarak ilk kapının, Deha Terminali’nin bulunduğu yer olacaktır. Deha Terminali daha çok endüstriyel bir şehirdi. HK’nın tekin olmayan yeri ve güç kaynağıydı.
Saat iki ise ikinci kapının, yani Lore Terminali’nin bulunduğu yerdi. Kapılardan hiçbirine gitmedim ama Lore Terminali’nin büyülü bir yer olduğunu, şehir içinde çok sayıda bitki ve bitki örtüsü olduğunu duymuştum. Duyduğuma göre burada birçok farklı Peri ırkı yaşıyormuş. Bana anlatılan bütün şehirlerde yüksek gökdelenler ve uçsuz bucaksız evreni kontrol etmeye yardımcı olan şaşırtıcı nüfuslar vardı.
Saat dört yönü üçüncü kapıya ev sahipliği yapıyordu, Nova Terminali. Okuduğum kadarıyla bu terminal Moda şehriydi. Görkemli gece hayatına ve İyilik Meleği A.Ş.’nin tasarım departmanına katkıda bulunmuştu. Kumaşları ve moda ile ilgili her şeyi evrenin dört bir yanından ithal ediyorlardı. Pierce’ın yeni fikirleri test etmek ve daha iyi ithalatlar üzerinde çalışmak için sürekli Nova’ya seyahat ettiğini biliyordum.
Şimdi saatin tam ortasına atlayın. Burası Dördüncü Kapı, güçlü bir terminaldi. Kapılardan herhangi birine ulaşmak için UIA ve ordu tarafından sıkı bir şekilde korunan Ata Terminali’ni geçmeniz gerekiyordu. Her Kapı merkez limana bağlıydı ve kapıdan kapıya seyahat etmek için çok fazla geçiş izni gerekirdi.
Terminallerde oyalanmak istemezdiniz.
Hayır, hayır.
Sahte pasaport ve bilet düzenlemeye çalışıp İyilik Meleği A.Ş. hapishanesine atılan insanları duymuştum, bu da bizi bir sonraki kapıya getiriyordu.
O adama herkesten çok hayrandım. “Bunu herkes biliyor April,” diye fısıldadım göz devirerek.
Saat sekiz yönünde Altıncı Kapı vardı, Dogma Terminali. Burası HK’da yaşayan herkesin olmak istediği yerdi. Bu şehir teknolojinin, zenginlerin ve farklı galaksilerden gelen kraliyet ailelerinin gece hayatının en yoğun olduğu yerdi.
Çılgın bir yer olduğunu duymuştum.
Saat 10 yönündeki Yedinci Kapı’ya doğrudan bağlıydı. Ulaşmam gereken yer burasıydı. En zoru da bu kısımdı. Yedinci Kapı, Yüksek Göksel Saray’ın ve Asphodel Sarayı’nın kalbiydi. Konseyin ve çok sayıda galaksiden gelen üst düzey elçilerin bulunduğu yerdi. Zenginler ve soylular, uzay ve yıldızlardan oluşan devasa bir şehirde birlikte hüküm sürüyordu. Fotoğraflarını görmüştüm. Görülmesi gereken muhteşem manzaraları olduğunu söylüyorlardı, tanrıların şehri. Uçsuz bucaksız uzaya uzanan soluk sütunlar… Sınırlı bir atmosferi yoktu, sadece Evren’in manzarası vardı.
Yani elimizde Deha, Lore, Nova, Ata, Dogma Terminali ve Göksel Saray’ımız vardı.
ÇOCUK OYUNCAĞI.
Derin bir nefes aldım.
İkinci hedef: Terminallere sızıp Pierce’ı HK’ya geri getir. Plan ne? Hâlâ üzerinde çalışıyorum.
Üçüncü hedef: Bir şekilde Yedinci Kapı’ya ulaş ve yüksek mahkemeye o çok değerli, gözde çocukları Vincent’ın Cam Ayakkabı Projesi hakkında yalan söylediğini ve hile yaptığını kanıtla. Sonra da HK’ya İyilik Meleği A.Ş.’nin Pierce ve tüm TP değiştiricileriyle birlikte yeniden kurulması gerektiğini göster.
Evet.
Bunu nasıl yapacağım? Hiçbir fikrim yok.
“Belalı April bir yolunu bulur,” dedim kendime gaz vererek. Havalı bir tavırla ayağa kalktım ve boynumu kıtlatmaya çalıştım ama kıtlatamadım. Başları belaya girmek üzereyken belalı adamlar hep bunu yapardı. Yüzümü buruşturarak elimi boynuma koydum. Kıtlatayım derken boynumun sol tarafını incitmiştim.
Tanrı aşkına.