İçgüdü - Kitap kapağı

İçgüdü

Lina Darling

Bölüm 2

ANNABELLE

“İyi misin?” diye sordum, telaşla yanına koşarken.

Kan görünce başım döndü. Gökyüzüne bakıp derin nefesler aldım. Hızla atan kalbimi ve midemden yükselen bulantıyı bastırmaya çalıştım.

Adama tekrar baktığımda hızlı hızlı nefes alıp verdiğini gördüm. Gür kahverengi saçları alnına yapışmış, terden yüzü sırılsıklam olmuştu. Güçlü çenesi acıdan kaskatı olmuştu.

“Tamam. Sakin ol. Adın ne?” diye sordum, yanına çömelirken.

“Blake.”

“Merhaba Blake. Ben Annabelle. Ne oldu?”

“Kayadan kayıp düştüm. Düşerken bacağım bir dala takıldı.” Rahatsızca kıpırdandı. “Galiba bileğimi de burktum.”

“Ah, tamam,” dedim, yıllar önce aldığım ilk yardım kursunda öğrendiklerimi hatırlamaya çalışarak. “Bir bakalım.”

Elini yavaşça kenara çektim. Bacağındaki derin kesik kanıyordu. Ağzımı hızla kapatıp gözlerimi yumdum ve midem bulanmasın diye birkaç kez yutkundum. Kan görünce hep böyle olurdum.

“Şey, yani... biz... şey...”

“Kanamayı durdurmak için sıkıca bağlaman lazım” dedi Blake, beti benzi atmış hâlde.

Kim bilir ne zamandır burada böyle yatıyor? diye düşündüm endişeyle, yırtık kumaşı kesiğin etrafından çekerken.

“Doğru,” dedim, arkama dönüp kemerime takılı ilk yardım çantamı çözerken.

Çantayı açıp iki bandaj çıkardım. Birini sıkıca kesiğin üzerine sardım, ikincisini de üstüne koyup iyice bağladım. Blake acıyla inledi ama canı çok yanmasına rağmen kıpırdamamaya çalıştı.

“Tamam. Sığınacak bir yer bulmamız lazım,” dedim, Blake'in ellerindeki titremeyi ve giderek kötüleşen fırtınayı fark ederek. “Ayağa kalkabilir misin?”

“Denemem gerek,” dedi Blake, kalkmaya çalışırken yüzünü buruşturarak.

Ona yardım etmek için ağır kolunu boynuma doladım. Benden çok daha uzun boylu olması onu taşımamı zorlaştırıyordu.

“Sağ ol. Yakınlarda bir kulübe var. Oraya kadar gidebilirim.”

“Bırak yardım edeyim,” dedim. Beline sarılarak ağırlığını omzuma almaya çalıştım. “Yolu göster.”

Uzun ağaçların arasından ağır ağır ilerledik. Açıklığa ulaştığımızda ikimiz de soğuktan tir tir titriyorduk. Küçük bir şelale, alçak bir yamacı aşarak durgun bir dereye akıyordu.

“Bu taraftan” dedi Blake, bizi bir ağaç kümesine yönlendirerek.

Orada gözden uzak, küçük, eski püskü bir kulübe vardı. Oraya doğru yürüdük, Blake kapıyı iterek açtı.

İçerisi şaşırtıcı derecede güzeldi. Bir köşede yatak, diğerinde şömine vardı. Duvar boyunca dolaplar dizilmişti. Şöminenin yanında küçük bir masa ve iki sandalye, köşede ise büyük, çelik bir küvet duruyordu.

“Burada mı kalıyorsun?” diye usulca sordum, fazla meraklı görünmemeye çalışarak onu içeri sokarken.

“Evet,” dedi, beni bırakıp yakındaki bir sandalyeye sıkıca tutunarak. Parmakları bembeyaz olmuştu.

“Uzansan iyi olur. Yardım edeyim,” dedim, tekrar destek olup onu yatağa doğru yönlendirerek. “Kıyafetlerin nerede? Bu ıslak şeylerle kalırsan hasta olacaksın.”

“Şurada,” dedi, küçük bir çekmeceyi işaret ederek.

“Alabilir miyim?” dedim, onu yatağın kenarına oturturken.

Başıyla onaylayınca çekmeceyi açıp kuru kıyafetler çıkardım.

“Bunlar işini görür,” dedim, eski bir kapüşonlu üst ve bir eşofman altını tutarken. “Yardıma ihtiyacın var mı?”

Başını iki yana salladı, yüzü bembeyazdı. İçimde yükselen kaygıyı bastırmaya çalıştım.

Soğuktan mı yoksa kan kaybından mı? Kim bilir ne kadar süre kan kaybetmişti?

“Hallederim. Sağol,” dedi, sağlam bacağının üzerine dikkatlice basıp acısını belli etmemeye çalışarak.

Islak tişörtünü çıkarırken fit vücudu ortaya çıktı. Yırtık ve kanlı pantolonunu çıkarmak için ayağa kalkınca kızarıp hemen arkamı döndüm.

“Şey, arabam dağın eteğinde. Seni hastaneye götürebilirim,” diye önerdim, omzumun üzerinden göz ucuyla bakmaktan kendimi alamayarak.

“Bu havada ikimiz de bir yere gidemeyiz,” dedi. Küçük pencereden dışarıdaki fırtınayı gösterdi.

“Ama bir doktora görünmen gerek,” dedim. Bacağını gösterip kapıya doğru bir adım attım. “Ya enfeksiyon kaparsa? Ya dikiş atılması gerekirse?”

Dikiş lafını duyunca yüzü daha da soldu. Birden bileğimden tutup beni durdurdu.

“Dur,” dedi ciddi bir sesle. “Dışarısı tehlikeli. Yaralanabilir ya da kaybolabilirsin. Bunu göze alamam,” diye ekledi. Hafifçe gülümsüyordu. “Burada idare ederiz. Hem kanama durdu.”

Hâlâ endişeliydim. Yanağımın içini ısırarak sözlerini tarttım, bir sonraki adıma karar vermeye çalıştım.

Bir sürü şey ters gidebilirdi. Enfeksiyondan ya da kan kaybından ölebilirdi, benim yapabileceklerim de sınırlıydı.

Ama haklıydı. Hava tırmanış ya da yürüyüş için hiç uygun değildi. Sulu kar yerini yoğun yağışa bırakırken görüş mesafesi hızla azalıyordu. Dağdan inmeye çalışsam yaralanabilir, hatta daha kötüsünü de yaşayabilirdim.

“Tamam ama yarayı temizlememiz lazım,” dedim. “İlk yardım eğitimimden pek bir şey hatırlamıyorum.”

“Sorun değil. Elimden geldiğince yardım ederim,” deyip usulca yatağa uzandı. “Lavabonun altında bir kit var.”

“Peki,” dedim, kiti alıp yaklaştım.

Bandajları dikkatlice çözdüm, kanamanın yeniden başlamadığını görünce rahatladım. Kesiğin etrafındaki kurumuş kanı görünce midem bulandı, yutkundum.

Derin bir nefes alıp kitten antiseptik bir mendil çıkardım. Yarayı olabildiğince nazikçe temizledim.

“Kusura bakma,” dedim. Özür dilercesine gülümseyerek küçük bir şişe alkol çıkardım. “Bu biraz acıtabilir.”

Blake, alkolü yarasına döktüğümde dişlerini sıkarak sertçe irkildi. Kite tekrar baktım, ne yaptığımı bilmiyormuşum gibi hissediyordum.

Doğru şeyi yapıp yapmadığımdan emin değildim ama şu an onun tek umudu bendim. Bir gazlı bez ve daha fazla bandaj buldum, kesiği sıkıca sardım.

“Tamam. İşlem bitti,” dedim, ellerimi başka bir antiseptik mendille temizlerken titriyordum.

Burnumu çektim, titriyordum. Başımı kaldırdığımda Blake'in zar zor çıkan nefesini havada görebildiğimi fark ettim.

“Şömineyi yakabilir miyim?” diye sordum.

Başıyla onayladı. “Tabii yak. İstersen kıyafetlerimden de alabilirsin. Muhtemelen donuyorsundur.”

“Teşekkür ederim,” dedim, kuru ve sıcak olma düşüncesi beni rahatlattı.

Şöminenin yanına diz çöküp içine birkaç odun ve çalı çırpı koydum. Biraz uğraştıktan sonra rafta bulduğum çakmak taşıyla ateşi yakmayı başardım. Sıcaklık odayı doldurmaya başlayınca rahatladım.

Kulübe mis gibi kokuyordu. Odun kokusu beni sakinleştirdi. Bir odun daha ekledim. Biraz ısınınca Blake'in çekmecelerine baktım, başka bir eşofman altı ve kapüşonlu üst buldum.

Başkasının kıyafetlerini giymek garip hissettirse de pek bir seçeneğim yoktu. Kendi kıyafetlerimin kuruması saatler sürerdi.

Blake'in bakmadığından emin olmak için göz ucuyla kontrol ettim ama o gözleri kapalı, kıpırdamadan yatıyordu. Hızla üzerimi değiştirdim ve mutfaktaki dolapları karıştırmaya başladım. Bir şeyler yemesi gerekiyordu. Karnım guruldadı. İkimizin de yemeye ihtiyacı vardı.

Dolaplarda birkaç konserve buldum, bir de patates püresi ve lahana yahnisi artığı vardı. Yemek artıklarını ısıttım ve çatlak bir tabağa koydum. Blake'i nazikçe omzundan sarsarak uyandırdım.

“Hadi ye,” dedim, yemeği uzattım. “Yanımda ağrı kesici var.Yemekten sonra birkaç tane alabilirsin, ağrın azalır,” diye ekledim ve oturmasına yardım ettim.

Başını sallayarak tabağı aldı. Sessizce yedik.

Bitirince ona bir bardak su ve hapları getirdim. Tereddüt etmeden hepsini içti, sonra yatağa geri uzandı.

Ateşin yanına oturdum, sıcaklığı beni rahatlattı. Bir şarkı mırıldandım. Bir süre sonra onu kontrol etmek için yanına gittiğimde hareket etmiyordu.

Kalbim korkuyla güm güm atmaya başladı. İyi miydi? Elimi uzatıp sıcak nefesini avucumda hissedince derin bir nefes aldım.

“Ne oldu?” diye sorarak beni korkuttu.

“Bir şey yok,” dedim, boğazımı temizledim. “Kontrol ediyordum.”

Hafifçe güldü. “İyiyim. Merak etme, atlatacağım,” dedi gözlerini açmadan.

“Ağrın nasıl?” diye sordum.

“Kötü ama ağrı kesici işe yaradı. Teşekkür ederim,” dedi.

“Daha güçlü bir ağrı kesicim olsaydı keşke,” dedim.

Muhtemelen belli ettiğinden daha fazla acı çekiyordu. Keşke hastaneye götürmeme izin verseydi.

“Özür dileme. Bu hâlde olmam senin suçun değil,” dedi. “Sanırım uyumak iyi gelecektir.”

“Tabii,” dedim, gözleri kapalı olduğu hâlde başımı sallayarak. “Kusura bakma. Seni rahat bırakayım.”

İç geçirerek şöminenin yanındaki sandalyeme döndüm. Camın ardında kar yağmaya devam ediyordu. Giderek büyüyen kar yığınlarını izlerken elimizdeki erzağın yeterli olup olmadığını düşündüm.

Ya Blake gece kötüleşirse? Ya çığ düşerse? Ya odunumuz biterse?

Başımı iki yana salladım. Böyle endişelenmeye devam edersem yarına kadar saçlarım beyazlayacaktı. Ateşe bir odun daha attım, arkama yaslanıp alevlere daldım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok