L.B.
MAEVE
Ağrıyla uyandım. Başımı tutarak doğruldum. Olan biten her şeyi anlamlandırmaya çalışıyordum.
Hayır, rüya değildi, diye bir ses duydum zihnimin derinliklerinden.
Güzel bir kurtla ilgili gördüğüm bir rüyayı hatırladım. Una.
Evet. ~
Ses kafamın içinde sanki benim bir parçamdan geliyormuş gibi yankılanıyordu. Yavaş yavaş nerede olduğumu anlamlandırmaya başladım.
Ağır beyaz bir ipek battaniye vardı üstümde. Rengi açık kahverengi cildimi öne çıkarıyordu. Bu kadar hafif ve havadar bir şeyin bana nasıl bu kadar acı verdiği konusunda kafam karışmış bir şekilde battaniyeyi üstümden atmak için kolumu hareket ettirdim.
Ayağa kalkmaya çalıştım ama tek hissettiğim acıydı. Yere yığıldım.
Zeminin ve duvarların garip bir taştan yapıldığını fark ettim.
Yatağa tutunarak kendimi tekrar yukarı ittim. Ayağa kalktığımda, kendimi parmaklıklara bakarken buldum. Bir hapishane hücresinde olduğumu fark ettim. Şoka girmiştim.
Bir hapishane hücresindeyiz. ~
Paniklemeye başlamıştım. Kendimi rahatlatmak için elimi göğsüme koyduğumda üzerimde kıyafet olmadığını fark ettim. Sakin olmaya çalışsam da iyiden iyiye korkmaya başlamıştım. Her yerim ağrıyordu.
Gözümden yaşlar akmaya başladı. Düşünemiyordum. Çok acı çekiyordum. Bir şeyin kontrolümü ele aldığını hissetmeye başlamıştım.
Kendini bırak. Bana güven. ~
Hani acı artık öyle bir noktaya gelir ya hissedemezsin. Öylece yok olmaz. Orada olduğunu bilirsin ama kısa süreliğine yok olur, rahatlarsın.
Una vücudumu ele geçirerek beni koruyabilmek için şekil değiştirdi.
Burnunu yukarı doğrulttu. Gül ağaçları. Yağmur. Kokular o kadar karşı konulmaz olmuştu ki ağzımız sulanmıştı.
Una ilerlemeye başladı. Hipnotize olmuştu sanki.
İleride bir yüz belirdi. İnanılmaz derecede yakışıklıydı. Saçları yüzüne düşmüştü. Elleriyle geriye attı. Simsiyah saçları boynuna doğru kıvrılmıştı.
Onu süzdüğümüzü bilmesine rağmen bakışlarımız karşısında tepkisiz gözüküyordu. Yakışıklı olduğunun o da farkındaydı. Sırıttı.
Una ve ben karşılık olarak dişlerimizi gösterdik.
"İnsan haline geri dönecek misin? Yoksa böyle konuşmamızı mı istersin, Maeve?"
Sesi karşısında kalakaldım. Nedensiz bir şekilde vücudumun titrediğini hissettim. Çok susamıştım. Kafam karışmıştı.
Sakinleş. ~
Bir şekilde sesini zihnime yansıtmıştı.
Una ve ben duvara doğru geri geri gittik.
Birbirimizle ters düşüyorduk. Una adamın sesine boyun eğmek istiyordu ama ben kim olduğunu dahi bilmiyordum. Parmaklıkların diğer tarafında duran bu kişi beni tanıyor gibiydi.
Onun tutsağı mıydım? Benden ne istiyordu? Una’nın üzerinde az da olsa gücü ya da kontrolü varmış gibi görünüyordu ki bu da doğrudan beni kontrol ettiği anlamına geliyordu. Kaçmam gerektiğini biliyordum.
"HAYIR!" Yüz ifadesinin hemen değişip öfkesinin mimiklerine yansıdığını gördüm. Ela gözleri kapkara olmuştu.
"KAÇMAYI AKLININ UCUNDAN BİLE GEÇİRME! SEN BENİMSİN VE BURADA KALACAKSIN!"
Una teslim olduğunu belirtir şekilde başını eğdi. Tatsızlık çıkmasını istemedim ve söyleyeceklerimi kendime sakladım. Una'nın bizi kontrol etmesine izin verip zihninin derinlerine saklandım. Başı öne eğik bir şekilde yavaş yavaş ilerledi.
"Aferin," diye cevap verdi. "Sana yemek getirdim." Una cevap olarak burnunu havaya kaldırdı, ona verilen onaydan memnundu. Çok açtı. "Şimdi insan formuna geri dön."
Una kafasını ona doğru eğdi.
Uzağa bir tabak yemek yerleştirdi. "ŞEKİL DEĞİŞTİRI!" Una bana seslendi ama cevap vermedim. Kapıya doğru eğildi ve acı acı havladı.
"Seninle böyle oyunlar oynayacak vaktim yok, Maeve. Eğer şekil değiştirmezsen o zaman yemek yok," dedi ve elindekileri yere fırlatıp gitti.
Una'nın öfkesini ve açlığını hissedebiliyordum. Gittiğinden emin olduğumda kontrolü tekrar ele aldım ve şekil değiştirdim. Yere saçılan onca şeye baktım.
Kırık tabak, yemek, kap kacak... Kırık tabağa uzandım. Çatal ulaşabileceğim bir yere düşmüştü. Kırık bir tabak parçasıyla çatala uzanabildim.
Neredeyse sevincimden havalara uçmak üzereydim.
Una, buradan çıkıyoruz. ~
Demir kapının sol üstündeki takozlara baktım. Çatalın arkasını takozun üstündeki çukura bastırdım ve çatalı döndürerek takozu yuvasından çıkarmaya başladım.
Yukarı doğru çekip çıkarmaya çalıştım, ancak parmaklıklar çok eskiydi ve uzun zamandır kullanılmamıştı. Pimin altına vurarak takozu çıkarmak için tabağın kenarını kullandım.
BAŞARDIM! ~
Tamam, dedim içimden, ~İki tane daha kaldı.~ ~
Hızlı bir şekilde çıkardım diğerlerini de. Tek sorun, kapıyı mümkün olduğunca az ses çıkararak hareket ettirmem gerektiğiydi.
Yatağı kenara çektim, hareket ettirirken sessiz olmaya çalışıyordum. Birinin beni duymasını göze alamazdım. Yatağa sarılı çarşafı çekip bir elbise gibi etrafıma bağladım.
Etrafımdaki odaya şöyle bir göz atıp hafızama kazıdım. Bu, buraya son gelişim, diye geçirdim içimden. Yavaşça kapıyı kendime çekmeye başladım. Ağırdı.
"Bak, özür dilerim. Aşırı tepki gösterdim ve..."
Elinde başka bir yemek dolusu tabak tutan Bay Merdiven'e baktım. Beni görünce hayretler içinde kalmıştı.
Kabul ediyorum, bir çarşaf giyiyordum ve ellerimde paslı demir bir kapı vardı. Kapıyı çabucak yerine ittim ve yavaşça geri çekilmeye başladım.
Kapı düştü.
Kapı yere düşer düşmez Bay Merdiven yiyecekleri yere atıp hücreye daldı.
Bunun tek kaçış şansım olabileceğinin farkındaydım. Çıkışa doğru koştum ama çarşaftan tuttu ve beni yanına, yere çekti.
Tüm ağırlığını üzerime bastırırken gözümden yaşlar akmaya başlamıştı. Onu itip yumruklamaya başladım. Kollarımı göğsümde sabitledi.
"Dur," dedi, nefes nefese kalmıştı.
Kımıldamaya çalıştım.
"DUR, DEDİM!"
Ona bakınca gözlerinin tekrar karardığını gördüm. Eğildi ve beni öptü.
Bu benim ilk öpücüğümdü. Yerde. Bir hapishane hücresinde. Tanımadığım biri tarafından.
Karnımda kelebekler uçuşuyordu. Kendimi durduramadım. Garip bir nedenden dolayı ben de öpmeye başladım. Neler olduğunu anlamıyordum ama sanki her bir parçam onu arzuluyor gibiydi.
Beni daha ateşli bir şekilde öpmeye başladı. Bileklerimi bırakırken vücudum istemsizce kıpırdamaya başlamıştı. Yüzümün iki yanını parmaklarıyla kavramıştı.
Dizlerinin üzerine çöküp bana baktı ve etrafıma bağladığım çarşafı çekti.
Kendimi korumak için uzandım ama kollarımı tekrar aşağı indirdi.
"Hayır!" diye hırladı, "Seni görmek istiyorum. Her şeyini." Havayı kokladı. Sonra yüzüme bakıp sinsice gülümsedi.
"Bundan hoşlanmıyormuş gibi davranabilirsin ama kokunu alabiliyorum, May. Tanrım, kokunu alabiliyorum. Nasıl hissettiğini sezebiliyorum," dedi. Elini göğüslerimin üzerinde gezdiriyordu. “Sen de istiyorsun.”
Birden utandığımı hissettim.
Duraksadı ve bana baktı. Kızgın görünüyordu ki bunun onun mizacının ayrılmaz bir özelliği olduğunu fark ettim.
Yine de hala beni arzuluyor gibiydi.
Bakışlarını başka yöne çevirip tekrar bana baktı. Gözleri yine karardı ve tekrar sertçe öpmeye başladı. Boynumdaki ısırdığı yeri yaladı. Nefes alamadım.
Şeytani bir şekilde gülümseyerek bana baktı. Boynumu emmeye başladı. Derinlerimde bir şeyler hissedebiliyordum. Başımın dönmesine ve nefessiz kalmama neden oluyordu.
Bu duyguya karşı koymak için uzaklaşmaya çalıştım ama bu sadece beni daha sıkı kavramasından başka bir işe yaramadı. Kucağına alıp yukarı kaldırdı. Bacaklarımı beline doladım.
Beni bilmediğim bir yere götürüyordu. Gözlerimi açmayı denedim ama karşı konulamaz derecede zevk alıyordum. Vücudum yanıyor gibiydi.
"Lütfen," diye fısıldadım.
Bir anlığına durdu. Beni yere bırakıp uzaklaştı. Gözümü açtığımda önümüzdeki sürgülü tahta kapıyı yana kaydırmasını izliyordum.
Soğukkanlılıkla "Sakın bir daha kaçmayı deneme,” dedi. Arkasını dönüp gitti.
Dehşete düşmüş bir şekilde ellerimi ağzıma getirdim. Sessizce çığlık atarak yere düştüm. Gözyaşlarıma engel olamadım.
Sırtımı kapıya dönerek beni yerleştirdiği odayı incelemeye başladım. Beni daha köhne bir odaya yerleştirmiş olsa da duvarları oldukça sağlam gözüküyordu.
Ahşap kapının üzerinde arasından bakabileceğim küçük bir açıklık vardı. Pencerem bile yoktu. Kapana kısılmıştım.
Yorgunluğa dayanamayıp uykuya daldım.