
Gözlerimi açtığımda kendi odamda değildim. Bulunduğum oda büyük ve fazlasıyla genişti. Odanın neredeyse yarısı bomboştu. Ama bu, şu anda endişelenmem gereken en son şeydi.
Evde değildim ve nerede olduğumu bilmiyordum.
Ama şu anda kapı tek seçeneğimmiş gibi görünüyordu.
Kapıyı açmaya çalıştım ama dışarıdan kilitlenmişti. Kapının kolunu çekiştirip sarstıktan sonra bile kapı yerinden oynamamıştı, ben de öfkeyle kapıya vurmaya başladım.
Bu resmen delilikti. Hayatım anlayamadığım sebeplerden dolayı tamamen altüst olmuştu.
Aniden kapı açılınca yere düştüm.
Başımı kaldırdığımda bayılmadan önce evimde gördüğüm adamla göz göze geldik. Hala takım elbise giyiyor ve hiçbir şekilde gülmüyordu.
"Baban seni görmek istiyor."
"O benim babam değil," diye cevap verdim, olası sonuçları çok düşünmeden.
Ayağa kalkmam için başını sallamaktan başka bir tepki vermedi. "Kalk."
Kendimi bu duruma nasıl soktuğum ve bu durumdan nasıl kurtulacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Yerden kalktım ve koridorda adamı takip etmeye başladım. Koridor uzun, biraz karanlıktı ve bence pek de samimi bir havası yoktu.
Zeminler kırmızı halıyla kaplıydı. Kırmızı halının her zaman havalı veya asil bir dekor ürünü olduğunu düşünmüşümdür. Ama bu sadece benim fikrimdi.
Adam diğerlerinden oldukça büyük bir kapının önünde durdu ve kapıyı çaldı. "Efendim, ben Viktor."
Vadim, "İçeri gir Viktor," diye cevap verdi.
Viktor kapıyı açtı. Vadim kıpkırmızı, büyük bir masanın arkasında sanki bir iş adamıymış gibi bir şeyler yazıyordu.
Ama asıl kalbimin hızla atmasına neden olan şey masasının üstünde gelişigüzel duran silahtı.
"Çok güzel, değil mi?"
Silaha baktığımı fark eder etmez başımı kaldırdım. "Ben..."
"Bahse girerim, 'O silahla insanları öldürüyor mu?' ya da 'Gerçekten doğruyu mu söylüyordu?' diye merak ediyorsundur."
Vadim, kalemini masaya bırakmadan önce yüzünde gururlu bir gülümsemeyle "Canım, bu iki sorunun da cevabı evet," dedi. "Bizi biraz yalnız bırakır mısın Viktor?"
Viktor başını sallayıp odadan çıktı. Şimdi odada, bakmadan duramadığım o korkunç gümüş silahla birlikte sadece Vadim ve ben kalmıştık.
"Otur Elaina. Konuşacak çok şeyimiz var." Önündeki sandalyeyi işaret etti. Silahı eline aldığında hemen geri adım attım. Bu, Vadim’in şeytani bir şekilde kıkırdamasına neden olmuştu.
"Seni bunca yolu aşıp buraya öldürmek için getirdiğimi cidden düşünüyor olamazsın değil mi? Otur, Elaina. Bir daha söylemeyeceğim."
Bunca yolu mu? Ne kadar uzaktaydık?
Yavaşça, masasının önüne yerleştirilmiş bir sandalyeye oturdum ve ellerimi kucağıma koydum. "Nerede... Neredeyiz biz?"
"Sen uyurken seni Chicago'ya, eve getirdim," diye cevap verdiğinde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.
Her şey netleşmeye başlarken kalbim hızla çarpmaya başladı. Bu düpedüz adam kaçırmaydı. Aynı eyalette bile değildim.
"Annem nerede?"
"Onun için endişelenme. O iyi... Şimdilik. Talimatlara uyduğun sürece annen zarar görmeyecek," diye teminat verdi Vadim ama hangi talimatlara uymam gerektiğini bilmemek beni endişelendirmişti.
"Ne talimatı?"
Masasından kalktı ve yanıma gelmek için masanın etrafında dolandı. "Aile işimizin olayı güvendir, Elaina. Güven ve ilişkiler."
Bu Mafya meselesinden bir aile şirketiymiş gibi bahsediyordu, sanki gurur olunacak bir şeymiş gibi. Bu bir suçtu ve kimse onları durdurmuyordu.
"İtalyanlarla ilişki kurmaya çalışıyoruz. Bu harika bir fırsat ve büyük bir güç hamlesi," diye devam etti ama bunun beni neden ilgilendirdiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Sadece kafamı hayır anlamında salladım.
"Marco'nun oğlu Valentino ile evleneceksin."
Ağzım açık kalmıştı. Sert bir şekilde, "Hayır," demeden önce şokla onun yüzüne baktım.
Tehlikeli olduğu apaçık ortada olan bu yabancıya karşılık verdiğim için ne kadar aptal olduğumu anlayamadan elinin tersiyle yüzüme bir tokat attı ve destek almak için sandalyenin kenarına tutundum.
Yüzüm yanıyordu ve hissettiğim acıya bakılırsa tokadın yüzümde izi çıkacağını biliyordum. Hayatımda daha önce hiç tokat yememiştim. Ne annemden ne de okuldaki herhangi bir çocuktan. Bu bir ilkti.
Buraya geliyorlardı. İtalyanlar. Beni kişisel ilişkilerinde piyon olarak kullanan mafya adamlarıyla dolu bir evde sıkışıp kalmıştım.
Vadim’in onların sert olduğundan bahsetmiş olması onlarla tanışacak olmamı hiç de kolaylaştırmıyordu.
Beni bir yabancıyla hatta bir suçluyla evlenmeye zorluyordu.
Yetişkin hayatım on sekizime bastığım gün başlamamış, aksine tüm hayatım sona ermişti.
Vadim, Acerbilerle olan akşam yemeğine hazırlanmam için akşama doğru odama bir elbise gönderdi.
Beni bir hediye gibi paketliyor ve üzerime bir de kurdele takıyordu. Tüm bunlar bir çeşit seks ticareti gibi görünüyordu.
Bu hastalıklı, çarpık dünyada bir şekilde onun biyolojik babam olduğunu düşünmek beni daha da çok iğrendirdi.
Görünüşünde babalığa dair hiçbir belirti yoktu. Baştan aşağıya sadece güçten ibaretti ama yine de, bildiğim kadarıyla mafyanın böyle olması gerekiyordu.
Şimdiye kadar Mafyanın hala var olduğunu bile bilmiyordum. Her zaman 70-80'li yıllarda ortadan kaybolduklarını düşünürdüm.
Odaya yerleştirilmiş boy aynanın önünde durup elbiseye baktım. Üzerime tam olarak uyması beni endişelendirmişti. Ne çok küçük ne de çok büyüktü. Mükemmel bir şekilde üzerime oturmuştu.
Siyah kumaş vücudumu sarıyor ve hafif dekolte göstererek dizimin hemen üstünde bitiyordu.
Siyah tam olarak böyle bir durum için seçeceğim bir renk değildi. Cenazeye gidiyormuşum gibi hissediyordum. Ama kim bilir belki de kendi cenazeme gidiyorumdur.
Gergin bir şekilde, çalan kapıya döndüm. "Evet?"
Kapı hafifçe açılırken Viktor geriye doğru çekildi. "Acele et. Acerbiler geldi."
"Ah... Makyaj malzemesi var mı acaba?" Bunun çok saçma bir soru olduğunu biliyordum ama Vadim’in attığı tokat yüzünden suratımda büyük bir morluk oluşmuştu.
Keşke bunu kapatmak için fondöten gibi bir şeyim olsaydı.
Viktor gözlerini devirdi. "Bak prenses, baban seni buraya şımartmak için getirmedi. İki dakikan var."
Bunun gayet farkındaydım. O bir baba değil iş adamıydı. Evlenmek istemiyordum ama aynı zamanda annemin güvende olmasını da istiyordum.
Şimdi aşağıya inip belinde silah olan bir grup manyakla yemek yemem gerekiyordu.
Uzun, kahverengi saçlarımı düzelttim. Saçlarımı açık bırakmıştım. Saçımla uğraşacak bir durumda değildim. Kimseyi etkilemeye de niyetim yoktu. Bu, sefaletin en güzel haliydi.
Kapıyı açtığımda Viktor’un sabırsızca beni beklediğini gördüm. Tek kelime etmeden beni aşağıya indirmek için harekete geçmişti.
En hafif tabirle oldukça korkutucu görünüyordu. Yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu ve neredeyse hiç konuşmuyordu. Sadece emirlere uyuyordu o kadar.
Henüz etrafa bakma fırsatım olmamıştı, buna izin verilip verilmeyeceğinden de emin değildim. Rapunzel gibi bütün gün o odaya kilitlenmiştim ama saçlarım beni bu karmaşadan kurtaramayacaktı.
Alt kata ulaştığımızda Viktor yemek alanına açılan büyük kapıları açtı. Vadim'in karşısında, yine pahalı takım elbiseler giyen iki adam oturuyordu.
Yutkunduğumu duyduklarına yemin edebilirdim çünkü benim onlara baktığım gibi hepsi bana bakıyordu.
"İşte geldi," dedi Vadim, yanındaki sandalyeyi işaret etmeden önce. "Otur, Elaina."
Çok korkmuştum. Bunu öylece gizleyemezdim. Özellikle de hayatım hakkında sohbet eden birden fazla insan varken ve benimse bu konu hakkında hiçbir söz hakkım yokken.
Yavaşça Vadim'in yanındaki sandalyeye oturdum ve önümdeki boş olan tabağa baktım. Kalbim gibi bomboştu.
"Elaina, kaba olma. Sizi tanıştırmama izin ver," diye Vadim’in beni azarlaması başımı itaatkar bir şekilde kaldırmama neden oldu. İstediğim son şey suratıma bir tokat daha atmasıydı.
Siyah saçlarının arasından griler gözüken yaşlı adamı işaret etti. "Bu Marco Acerbi."
"Merhaba," dedim kibar bir şekilde ama sesim bir gıcırtı gibi çıkmıştı. Adam, Vadim'in tarif ettiği gibiydi. Sert bir bakışı vardı ve acımasız birine benziyordu. Yüzünde en ufak bir samimiyet ifadesi bile yoktu.
Merhabama bile cevap vermemişti.
Vadim daha sonra genç adama döndüğünde yüzünde bir gülümseme belirdi. Bunun kim olduğunu anlamıştım. "Bu Valentino Acerbi. İtalyanların caposu olacak sıradaki kişi."
"Capo mu?" diye sordum. Vadim’in daha önce bunu söylediğini duyduğumu hatırlıyordum ama üzerinde çok durmamıştım.
"Patron," dedi Vadim.
Valentino'ya baktım. Gözleri koyu kahverengi ve duygusuzdu. Siyah saçları kısacıktı ve tüm yüzünü kaplayan gür sakalları vardı.
Genç değildi, bundan emindim, aynı zamanda da sert görünüşünü babasından almıştı.
Dudakları ince bir çizgi halini aldı. Kimse bizi zorla evlendirdikleri gerçeğinden bahsetmek istemiyor gibiydi.
"Etkilendim Vadim," dedi Marco sonunda. "Kızını güvende tutmak için on sekiz yıl onu saklamayı başarmışsın. Tebrikler."
"Bu tehlikeli bir iş. Valentino'nun da Elaina bir Acerbi olduğunda bu işi aynı şekilde ciddiye alacağını umuyorum," diye de ekledi.
Valentino kendi adına konuşma fırsatı bulamadan babası onun yerine konuştu. "Aileye çok değer veririz."
"Acerbi ismi çok önemlidir, ailenin bir parçası olur olmaz Elaina dokunulmaz olacak."
Vadim'in yüzündeki gülümsemenin genişlediğini fark ettim. "Sanırım planlamamız gereken bir düğün var."
O an bunu reddetmeyi çok istedim ama en son böyle bir şey yaptığımda tokat yemiştim.
"En yakın zamanda," dedi Marco sert bir şekilde. "Valentino’nun yaşı geçiyor ve bildiğin gibi Vadim, birleşmeler oldukça önemli."
"Tabii ki."
Vadim parmaklarını şıklattı. Saniyeler içinde hizmetçiler ona üç tane puro uzatmıştı. Birini nazikçe kabul eden Marco'ya verdi ve bir diğerini Valentino'ya uzattı.
"Purodan hoşlanmıyorum," dedi Valentino.
"Bu bir kutlama, oğlum. İki güçlü ailenin birleşmesini kutluyoruz. Bu harika bir fırsat," diye ısrar etti Vadim, Valentino'yu puroyu alması için zorlayarak.
Rahatsız bir şekilde önüme baktım, atmosferin tamamen değiştiğini hissediyordum. Vadim'in beni tokatlaması başka bir şeydi ama eğer yanılmıyorsam Valentino'yu tokatlayamazdı.
Sohbetin konusu çabucak değişti ve akşamın çoğunda İngilizce konuşuldu, bu benim için çok da önemli değildi çünkü sohbete dahil olmamıştım.
Bütün yemek boyunca sessizce oturdum. Çoğunlukla Vadim ve Marco konuşmuştu. Nefes almaktan ve hareket etmekten korkan bir heykel gibiydim.
Annem şu anda beni arıyor olabilirdi. İlk fırsatta kaçacaktım. Hayatımı bu şekilde geçirmemin imkanı yoktu. Bu çok saçmaydı.