Brimstone Kardeşler 1. Kitap: Slater - Kitap kapağı

Brimstone Kardeşler 1. Kitap: Slater

Elizabeth Gordon

Garip Bir Rüya

MALLORY

Rüyalarımda gezinmeye alışkındım. Lisedeki can ciğer arkadaşımın, benim ruhumun bile duymadığı bir şekilde sevgilimle yatağa girdiğini böyle öğrenmiştim.

Babamın gerçek yüzünü de bu yolla görmüştüm.

Annem onun cadılar meclisiyle bir iş için kasabadan ayrıldığını ve bir daha dönmediğini söylemişti. Hâlbuki bizi bırakıp yan kasabada kendine yeni bir yuva kurmuştu.

Rüya âleminde pek maharetli sayılmazdım, kötü tecrübelerim bu konuda ustalaşma hevesimi kırmıştı. Yine de bazen istemeden rüya âlemine dalıp gidiyordum ve çoğu zaman rüyalarımı yönlendirebiliyordum.

Bu seferki bambaşkaydı. Uykuya dalarken dizginleri elimde tutamamıştım. İstemesem de devam etmek zorundaydım, sanki beynim beni itekliyordu.

Kendimi geniş, ıssız bir alana doğru sürüklenirken buldum. Sonra birden tanıdık bir yerde belirdim. Page ailesinin devasa malikânesindeydim.

Az önce Randall’ı gördüğüm için rüyama girmesi normaldi. Ama ilerledikçe görmemem gereken şeyleri göreceğim diye ödüm kopuyordu.

Eve yaklaştığımda kapının önüne bir at arabası yanaştı. Bir hizmetçi getirilen şeyi almak için dışarıya çıkmıştı.

Şimdiki zamanı değil, rüyamda geçmişi gördüğümü fark ettiğimde içim biraz rahatladı. Yanlışlıkla Randall’ı gözetlemek istemiyordum. Daha öz güvenli bir şekilde hizmetçiyi evin içine kadar izledim.

Page’lerin devasa evlerinin içini daha önce hiç görmemiştim. 1800’lerin tarzında döşenmişti. İçeriye adım attığımda korkuluklarında süslü oymaları olan heybetli merdiven gözümü aldı.

Merdivenler ve zeminler göz alıcı çiçek desenli bir halıyla kaplıydı. Halının altındaki güzelim ahşap zeminin sadece ufak bir kısmı görünüyordu.

Günümüzde böyle güzel zeminleri örtmek bir vahşet sayılabilirdi. Ama bu ev, Sanayi Devrimi’nden kısa bir süre sonra inşa edilmişti. Çoğu aristokrat, halıların dışarıdan gelen pisliği hapsettiklerini ve onları hastalıklardan koruyacağını düşündüğü için evlerine halı koyuyordu.

Tüm duvarları kaplayan duvar kâğıdının üzerindeki karmaşık desenleri çözmeye çalışıyordum ki yanımdan şık üniformalı bir uşak geçti.

Ayaklarım kendiliğinden, çift kanatlı kapılara ilerleyip hemen yakınlardaki bir odaya giren şık giyimli hizmetçiyi takip etti.

Uzun bir masanın etrafında bir sürü hizmetçi dikiliyordu. Kalabalık bir ziyafete hizmet edecek kadar personel olmasına rağmen devasa masada sadece iki kişi oturuyordu.

Masanın başında gri saçlı, yakışıklı yaşlı bir adam vardı. Randall’ınkine benzer parlak ela gözleri ve kare çenesi dikkat çekiyordu.

Cadılar mıknatıs gibi birbirlerine çekilirlerdi, bu yüzden adam Randall’a benzemese bile onun bir büyücü olduğunu hemen anlamıştım.

Ama gözüm Randall’ın atasına değil, yanında oturan kadına takıldı. Onda büyücüdeki çekim yoktu, bu garipti.

Çifte yaklaşırken kadının kokusunu aldım. İnsan olduğunu fark ettiğimde şaşkına dönmüştüm. Şaşkınlığımın nedeni, insanlarda ya da kokularında bir tuhaflık olması değildi.

Çoğu cadı soyunun her birkaç yüzyılda bir ortaya çıkan cadı avları yüzünden azaldığı düşünüldüğünde, cadıların başka türlerle yakınlaşması pek rastlanan bir durum değildi.

Çoğu cadı kendi soyundan olmayanlarla çiftleştiklerinde soylarının kuruyacağından ve çocuklarının büyüden mahrum kalacağından endişe ediyordu.

En köklü cadı ailelerinden biri olan bir Page’lerin, aile mirasını bir insan uğruna tehlikeye atmasının özellikle tuhaf olduğunu düşündüm.

Adam elini uzatıp kadının elini tuttuğunda aralarındaki yakınlık gözle görülüyordu.

“Bu kıyafetlerden nefret ediyorum,” diye söylendi kadın. Elini adamdan çekip elbisesini çekiştirdi.

Kıyafetlerine baktığımda ona hak vermek zorundaydım. Elbise elbette güzeldi ama hâkim yaka bunaltıcı görünüyordu. Beli ancak çok sıkı bir korse ile bu kadar ince görünebilirdi.

Böyle şatafatlı kıyafetler giyseydim ben de huysuzlanırdım diye geçirdim içimden.

Adam eğilip fısıldadı. “Kıyafetler şart, uyum sağlaman lazım.”

“Neden bu kadar dar olmak zorunda?” diye yakındı kadın.

“Kıyafetleri düşünme canım,” dedi adam. “Neden sofra adabın üzerinde çalışmıyoruz?”

Kadın elbisesini çekiştirmeyi bıraktı ve tabağının yanındaki çatalı alıp inceledi.

“Buna ne gerek var?” diye sordu. “Ellerim gayet iyi iş görüyor. Hem bunları metalden yapmayı kim akıl etti? Ahşap çok daha yumuşak.”

Merakım iyice kabarmıştı. Kadın sanki Dünya’ya yeni inmiş bir uzaylı gibi davranıyordu.

Tam daha fazlasını öğrenmek üzereyken, yan tarafımdan geçen bir gölge dikkatimi çekti.

Başımı çevirdiğimde tüyler ürpertici bir yaratık gördüm.

Ne gördüğümü anlayamadan canavar ağzını açtı ve sıra sıra keskin dişlerini gösterdi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok