
İş arayarak geçirip sonunda umut vadeden bir moda firmasına iş başvurusu yaptığım uzun bir günün ardından, rahatlamak için birkaç seçeneğim vardı. Evde kalıp film izleyebilir ya da sinemaya gidebilirdim. Yahut parkta yürüyüş yapabilir veya vitrinlere bakabilirdim.
Yani hem dinlenip hem vakit geçirmemi sağlayacak bir aktivite yapabilirdim.
Peki, ben ne yaptım? Derdimin başladığı yere, eski sevgilimin beni aldattığını öğrendiğim o kulübe gittim. Yetmezmiş gibi, kafayı çekip sarhoş oldum ve barmenin canını sıkacak kadar saçmalamaya başladım.
“Bir daha söyle bakayım,” diye geveledim. “Kaç yaşındaydın sen?”
Boncuk boncuk terleyen genç çocuk, “On dokuz, hanımefendi,” diye cevapladı.
Kahkahayı patlatıp masaya vura vura güldüm. Barmen tedirginlikle etrafına bakındı. Dans pistindekilerden de dönüp bakanlar vardı. Barmen onlara gülümseyip tekrar bana döndü.
“Hanımefendi, lütfen biraz sessiz olur musunuz? Çok dikkat çekiyorsunuz,” dedi, bize bakanları çaktırmadan işaret ederek.
“Aman, bakan baksın anasını satayım! Bir ayrılık insanı nasıl değiştiriyor, görsen şaşarsın,” diye gülerken birden somurttum. “Söylesene, bende bir sorun mu var?”
“Ne demek istediğinizi anlamadım, hanımefendi,” diye cevapladı, kafasını kaşıyarak.
Göğüslerimi işaret ettim. “Şunlara baksana. Kocaman memelerim var. Erkekler bunlar için sıraya girer. Bende bu memeler varken neden aldatıldım?”
“Ah...” Barmen ensesini kaşıdı, yanakları şimdi daha da kırmızıydı. “Hanımefendi, galiba içkiyi fazla kaçırdınız.”
“Of, bakire gibi konuşma. Hiç eğlenceli değilsin,” dedim, daha da somurtarak.
Tam o sırada, arkamdan bir ses, “Yanılıyorsun,” dedi.
Yüreğim cız etti. Bu ses... Bu sesi daha önce nerede duymuştum? Arkamı dönüp gözlerimi kısarak yüzüne baktım. Net göremiyordum ama siyah saçlarını ve mavi gözlerini seçebiliyordum. Bu yüz... Bu yüzü daha önce nerede görmüştüm?
Yanıma oturdu. “Yine karşılaştık, Señorita (hanımefendi).”
Beni şöyle bir süzdükten sonra gözlerini kıstı. “Pek iyi görünmüyorsun. Anlaşılan kafayı bulmuşsun.”
Aman der gibi el sallayarak güldüm. “Hayır, bulmadım.”
“Bulmuşsun.” Elini kaldırdı. “Bu kaç?”
Gözlerimi kısarak baktım. “İki mi?”
“Hayır.” Başını iki yana salladı.
“Beş?”
“Hayır.”
“Üç?”
“Hayır.”
“Yirmi altı?”
Elini yüzüne vurarak, “Bu, mümkün bile değil!” dedi. O kadar güldüm ki neredeyse sandalyeden düşüyordum. Düşmeyeyim diye elini omzuma koydu.
“Neden sarhoş olduğunu tahmin edebiliyorum gerçi,” dedi, alnını ovuşturarak. “Erkek arkadaşın yüzünden değil mi?”
Etrafına bakınarak, “Burada değil, değil mi?” diye sordu.
“Asla,” dedim, masaya sanki beni o üzmüş dik dik bakarak.
“Kavga mı ettiniz?”
“Yok, daha kötü,” derken hafifçe geğirdim.
“Anlaşıldı.”
Barmene döndü. “Bundan sonrası bende. Teşekkürler.”
“Sorun değil, efendim.” Barmen gömleğinin yakasını çekiştirdi, herhâlde az önce yaşadıklarının etkisinden kurtulmaya çalışıyordu.
Diğer genç adam nazikçe kolumu tutarak, “Gitme vakti, küçük hanım,” dedi.
“Gitmek istemiyorum,” diye sızlandım.
“Gitmen lazım,” derken kalabalığa baktı. “Burada, bu hâlde takılman güvenli değil.”
İtiraz etmeme fırsat vermeden kolunu belime dolayarak ayağa kalkmama yardım etti. Parfümü o kadar güzel kokuyordu ki mutlu bir mırıltı çıkardım.
“Hadi, gidelim,” dedi.
Çıkarken utangaç barmene el salladım. “Hoşça kal, tatlı çocuk!”
“Hadi, gel.” Yabancı adam, beni kapıdan çıkardı.
Dışarı çıktığımızda parlak sokak lambaları gözümü alınca homurdandım.
“Güneş nereye gitti ya?”
Boğazından bir hırıltı geldi. Gülüyor muydu?
“Bu nasıl sarhoş olmak, ayakta zor duruyorsun,” dedi.
Beni bindirdiği arabanın koltuğuna kuruldum. O da direksiyona geçip anahtarı kontağa sokarak arabayı çalıştırdı.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum.
“Sana,” diye cevap verdi. “Yalnız, yolu tarif etmen gerekecek. Kafan bu kadar güzelken nasıl tarif edeceksin bilmiyorum ama ikimizin de iyiliği için elinden gelenin en iyisini yap, olur mu?”
Dudaklarımı sımsıkı kapatarak yüzüne baktım.
Omuz silkerek, “Olur,” dedim.
Bir an dikkatle yüzüme bakıp ardından derin bir iç çekerek arabayı çalıştırdı. Yol boyunca, hiç düşünmeden yolu tarif ettiğimi fark ettim. Belki de saçmalıyordum, o da alt dudağını titreterek bir şeyler mırıldanıyordu.
Sonunda bir apartmanın önünde durduk.
“Burası mı?” diye sordu.
Gözlerimi kısarak binaya baktım. Çok sarhoş olmama rağmen, girişteki horoz tabelasını tanıdım.
Başımı sallayarak, “Evet,” dedim. “Burası.”
Ona döndüm. “Teşek...”
Cümlem yarım kaldı. O kadar midem bulanıyordu ki sonrasında olanlara engel olamadım. Kustum.
“Dios mios (Aman Tanrım)!” diye haykırdı. “Pes yani!”
İspanyolca bir şeyler söyledi ama o kadar kendimde değildim ki umursamadım. Kapısının tak diye kapandığını duydum, sonra kapım açıldı. İçeri uzanıp arabadan inmeme yardım etti.
Biraz sertçe, “Gerçekten bambaşkasın,” diye mırıldandı. “Sarhoş olacaksan bari doğru düzgün ol.”
Cevap olarak güldüğümü duyunca bana inanamıyormuş gibi kafa salladı. Apartmana yürürken başımı göğsüne yasladım. Aklım saçma düşünceler ve çılgın fikirlerle doluydu.
Sanırım bir nebze rahatlamıştım.