
Richard, Mia Harnett'e geçmişini neden anlattığından emin değildi. O ela gözlerini görünce güzelliğiyle çarpılmıştı.
Kollarından bacaklarına kadar karıncalanma hissi dalgalanıyordu ve giydiği katman kıyafetlere rağmen titriyordu.
Adını henüz bilmiyor olması önemli değildi. Onu görür görmez, bir şeyler canlanmıştı.
Onun bakışları kendi bakışlarını delip geçiyordu. Daha sonra onu uzaklaştırmak için koruyucu bir dürtü hissetti. Gözlerinde ihtiyatlılık ve korku gördü.
Uzun zaman önce, aynı gözlerin aynada ona baktığını görmüştü. Ama arkasındaki sebebi öğrenene kadar bir yabancı hakkında varsayımlarda bulunamazdı.
Bu his onu hazırlıksız yakaladı.
Bir kez konuştuktan sonra bile onun korumasına ihtiyacı olmadığı anlaşılıyordu. Belli ki dul bir multimilyonerin yeğeni olarak başka bir yere gidebilecek kaynakları vardı.
Yine de karnını ağrıtan bir his vardı. Kendisine bakmadığı anlarda onu daha yakından incelemişti.
İpek gibi siyah saçları omuzlarının altına düşüyordu. Cildinin tatlı, karamel gibi bir tadı olduğunu hayal edebiliyordu... Dudaklarını üzerinde gezdirdiğini hayal ederken yüzü kiraz gibi kızardı.
Kafasını salladı, düşüncelerinin onu götürdüğü yerden ürktü.
Neyse ki, büyükannesi konuşunca zihninin karanlık ilerleyişi kesildi.
"Neredeyse sana söylemeyi unutuyordum. Mia'ya yardım etmeni teklif ettim," dedi Adelia.
"Yardım mı? Ne yardımı?"
"Ne demek istediğimi biliyorsun. Birinin onu gezdirmesini ya da şehri tanıtmasını isterdi."
İnledi ve dudağını ısırdı. "Evet, evet. Peki o ne dedi?"
Alay etti. "Evet dedi, belli ki."
Kalbinin bir an durduğunu sandı.
Eski dilde üç kez sevecenlik terimini kullandı. Bunlardan biri, onun adına yanlış bir yargıda bulunduğundaydı.
Sessizlik, arabanın soğuk çerçevesini kapladı.
"Yok, büyükanne, her şey harika." Sonunda boğulur gibi cevap verdi.
Yalan boğazını tıkadı. Direksiyonu kavrayışı sıkılaştı. Büyük bir nefes aldı, gözleri önlerindeki karanlık yoldan uzaklaşmadı.
Volkswagen Beetle, gaz pedalına bastıkça kükredi.
Richard gizlice büyükannesine baktı. Arabanın loş ışığında bile yaramaz gülümsemesinin silik siluetini görebiliyordu.
Aklından neler geçtiğini, nasıl bir komplo kurduğunu tüm detaylarını kavrayamasa da anlıyordu.
Çocukken, büyükannesinin rahmetli büyükbabasının ona iyilik yapması için planlar kurduğu olurdu. Yine de, plana o da dahil olsa bile ilk işaretleri dahi anlamazdı.
Her şey çok geç olmadan foyası ortaya çıkmazdı.
Ancak, şu anda çok açık davranıyordu. Belki karanlıkta yanlış görmüştü. Uyduruyor ya da büyükannesinin niyetini yanlış anlıyor olabilirdi. Belki de sadece yardım etmek istiyordu.
Aklı Mia'ya döndüğünde, önceki düşünceleri buharlaşmıştı. Yine de, ona karşı koruma duygusu devam etti.
Sabah her zamanki günlük işlerine odaklanmaya çalıştı.
Çiftlik işlerinin çoğu, Bay Peter Ramsay, eşi Mindy ve oğlu Alfie tarafından hallediliyordu. O gelmeden önce işe alınmışlardı.
Güvenilir çalışanlardı, ailenin üyesi gibiydiler. Elbette, çiftlik büyükanne ve büyükbabasının tek gelir kaynağı değildi.
Ayrıca kasabada Taverna adında bir lokanta ve barları vardı. Biraz kokuşuktu.
Akşamları, çalışan erkekler akın ederdi, ellerinde biralarla içeride yaygara koparırlardı. Günlük işleri hakkında sohbet eder, çiftçilik, balıkçılık ile alakalı konuşurlardı.
Dün gece burayı aşçı Bayan Imelda Clarence ve kızı Greta'ya bırakmıştı.
Yaklaşık dokuz yıldır hizmet eden Bayan Clarence, Richard'ın dedesinin yerine işletmeyi devralan ve Richard için örnek, güvenilir bir çalışandı.
Richard günlerinin çoğunu Taverna'da geçirirken, büyükannesi evdeydi ve Ramsay ailesiyle çiftliğin bakımına yardımcı oluyordu.
Ayrıca evin etrafındaki ışık işlerinin çoğunu o yapmıştı. Sadece ağır işleri tamir işleri için Richard’ın eve gelişini beklerdi.
Dün gece büyükannesinden Bayan Stanton ve Mia'yı bu gece karşılamak üzere izin almak için epey çabalamıştı.
Bayan Clarence'a güveni tamdı, ama neredeyse büyükannesi yaşındaydı ve Greta da daha geçen yıl 18 yaşına yeni girmişti. Ahlaki sebeplerden dolayı gece vardiyasında çalışmaları hoşuna gitmiyordu.
Richard arabasını arkaya park ettikten sonra, her zamanki gibi, mutfak alanına kararlılıkla girdi.
Kol saatine baktığında Bayan Clarence'ın mekânı açmadan önce temizlik yaptığından emin oldu.
Ön tarafa doğru giderken, sandalyeler hâlâ masaların üstündeydi, in cin top oynuyordu.
"Bayan Clarence!" dedi.
Loş odada gözlerini kısarak etrafına bakındı. Tekrar seslendiğinde isim karanlık duvarlardan yankılandı.
Mutfağa dönmek üzereyken arka kapının açıldığını duydu. Birisi ana odaya girerken ayak seslerini duydu.
Richard'ın kalbi aşçının kızını görünce rahatladı. Boğazını temizlerken irkilen Greta onu gördü.
Elini göğsüne koydu. "Tanrım! Bay McKenzie, beni korkuttunuz."
"Özür dilerim Greta. Niyetim bu değildi." Utangaç bir gülümsemeyle aldığı keyfi sakladı. "Annenin nerede olduğunu biliyor musun?"
"Evet, efendim. Dışarıda. Biz sadece kendimiz geldik... Şey... Geç kaldıysak özür dileriz, Bay McKenzie."
Onu rahatlatmak için elini salladı. "Her şey yolunda Greta. Uzun bir gece miydi? Beni çağırsaydın. Dün geceki işimi yarım bırakıp yardıma gelebilirdim."
Greta başını salladı. "Ah, hayır! Gerek yoktu, efendim. Annem ve ben her şeyi hallettik."
O anda Bayan Clarence ortaya çıktı. O da şaşırmış görünüyordu ama kendini kızından daha hızlı toparladı.
"Bay McKenzie, günaydın. Biraz geç kalırsın sanmıştım. Büyükannenin konuklarıyla akşam nasıl gitti?"
"Fena değildi,” dedi ürkek bir şekilde. Daha sonra boğazını temizledi ve barı incelerken "Açılış için hazırlanmaya başlayalım mı?" diye sordu.
"Olur," dedi Bayan Clarence, Greta'ya ters sandalyelere doğru başını sallayarak işaret verdi.
Richard, Greta'ya önde yardım ederken Bayan Clarence mutfağı idare etti. Sabah 10'da Taverna’yı açtılar.
Richard barın arkasındaki konumunu aldı ve Greta her şeyin düzenli ve temiz olduğundan emin olmak için masaları hazırladı. Bayan Clarence'ın sesi mutfaktan geliyordu. Bugünkü menüyü kendi kendine tekrarlıyordu.
Yaz çoktan geçmişti ve turist akını azalmıştı. Bu nedenle, Richard gün boyunca sadece müdavimlerin geleceğinden emindi.
Öğle yemeğine kadar, ilk parti içeri girerken kapının tepesinde sallanan zili çaldı. Bar tezgâhında dolaştı ve tanıdık emekli grubunu selamladı.
"Günaydın, bayanlar ve baylar. Değişiklik olsun diye burada mı öğle yemeği yiyeceksiniz?" Richard onları selamladı ve Greta'yı her zamanki masalarını kurması için yolladı.
Bayan Meyer, "Evet delikanlı, sen de biliyorsun ki öğle yemeğimizi hep burada yeriz," diye cevap verdi.
Beyaz ve gümüş saçları örgüyle düzgünce bağlanmıştı. Örme üst ve desenli eteği odanda ilerlerken sallanıyordu. Yerel halk onu emeklilerin lideri olarak biliyordu.
Kocası, ürkek ve nazik Bay Meyer, onun arkasındaydı. Fötr şapkasını çıkardı, başıyla Richard'ı selamladı. "İyi günler, Bay McKenzie."
"Size de iyi günler, Bay Meyer."
"Dışarısı şimdiden soğudu mu? Daha öğlen halbuki, Bayan Meyer." Richard, havadan rahatsız olan Bay Meyer'e de bakarken yorum yaptı ve arkalarından yürüdü.
"Öyle, delikanlı. Ve düşün hâlâ ağustostayız." Masalarına ulaştıklarında Richard onun için sandalyeyi çekti. İç çekerek yerleştikten sonra ona minnetle baktı.
"Teşekkür ederim, tatlım. Her zamanki gibi çok centilmensin. Lütfen Bayan Clarence Don'a söyleyin her zamankinden istiyoruz."
Richard cevap vermeden önce Bay Meyer'e koltuğuna oturması için yardım etti. "Evet, hanımefendi. Her zamanki gibi 10-15 dakika sürer."
Başını sallayıp gülümsedi. "Tabii ki. Tekrar teşekkür ederim."
Sonra, Richard diğer emekli çiftlere doğru döndü, ancak Greta onları yerlerine yerleştirmişti bile.
Mekân şimdi, Richard'ın Bayan Clarence'a hazırlanmasında yardımcı olmak için mutfağa dönmeden önce sohbet ettiği üç çift ve iki duldan oluşan bir gruba hizmet veriyordu.
Tam yemeği koyacakken yetişti. 10-15 dakikalık haber nezaketendi.
Emekliler Taverna’yı her zaman aynı saatte ziyaret ettikleri için, Bayan Clarence yemeklerini tam zamanında hazırlamaya alışmıştı. Greta ve Richard’ın servis etmesi de dahil, her şey toplamda 5 dakika sürdü.
Öğle saatlerinde en az iki ya da üç müşteri daha geldi. Öğleden sonraysa sessizdi.
Richard bara geri döndü ve akşam müşterileri için hazırlıklarına erken başladı.
Bayan Clarence ve Greta dün gece barla ilgilendiğinden dolayı stokun yeterli olduğundan emin olmak için envanteri hızlı bir şekilde değerlendirmeye aldı.
Bayan Clarence'ın yetkinliğine güveniyordu. Ancak, rahmetli dedesinden sorumluluğu devraldıktan sonra iş için kendini sorumlu hissediyordu.
Richard arka odalarındaki kilerden bir kasa bira getirirken, bir müşterinin girerken ön kapı zilini çalmasıyla irkildi.
Neredeyse gündüz vardiyasının sonuydu. Akşam yemeği için gelecekleri bekliyorlardı, ama bunun için çok erkendi. Ve yeni müşteriyle ilgili beklenmedik tek şey bu değildi.
Richard adamın kıyafetlerine şaşırdı. Çiftçi adasındansa Milano'ya ya da Paris'e daha iyi uyum sağlardı.
Adam yüzünü kapatmak için şapka takmıyordu ve inkâr edilemez yakışıklılığı Richard'ın müşteriyi hemen selamlamasını engelledi.
Kimse onu selamlamadığı ve Greta ortalıkta olmadığı için bir şekilde derin bir iç çekti. Garipti. Kendini rahatsız hissediyordu.
Richard bir şey demezken tek kaşı kalkan adamın ağzında hafif bir sırıtış belirdi. "İyi günler, efendim. Burada mı çalışıyorsunuz?"
Adamın belirgin Londra aksanı Richard'ı sersemletmişti.
Haklıydı. Adam bu civarlardan değildi.
"Evet. Size nasıl yardımcı olabilirim, efendim?" Richard elini önlüğüne sildi ve yavaşça tezgâhın etrafında yürüdü. "Bir şeyler içmek için mi yoksa yemek için mi buradasınız?" diye ekledi.
"Burada mı yaşıyorsunuz, efendim?" diye sordu adam cevap vermek yerine.
Richard ne cevap vermesi gerektiğinden emin değildi, ama gerçeği söylemenin zararı yok gibi geldi.
"Evet. Neden sordunuz?" diye temkinli bir şekilde sordu.
"Buradan geçen turistleri veya bu bölgede yerel olmayan herhangi birini tanıyor musunuz?"
Richard'ın kafasında alarm zilleri çalıyordu.
"Az önce sorduğum gibi, efendim, neden soruyorsunuz?" Olabildiğince korkutucu görünmeye çalışarak duruşunu sertleştirmişti.
"Sizi pek ilgilendirmiyor, ama birini aradığım için soruyorum." Adam sakince cevaplamıştı. Bu da Richard'ı tedirgin etti.
"Birini mi? Kimi arıyorsunuz?" diye sordu merakla.
"O kişiyi tanıdığınızdan emin değilim." Adam iç çekti ve lokantayı inceledi. Bir şekilde pes etmiş gibi görünüyordu.
"Adı ne? Buradaki önemli yerlilerin çoğunu tanıyorum. Onlara sorabilirim," diye isteksizce teklif etti.
Adam mavinin en derin tonunda ışıldayan gözlerini ona çevirdi. Richard, bir insanın gözünde böyle bir rengin var olabileceğine şaşırdı.
"Neden bana yardım etmeyi teklif ettiniz? Siz beni tanımıyorsunuz."
"O zaman, bana kim olduğunuzu söyleyin, efendim," dedi Richard ve elini adama doğru uzattı.
İnci gibi beyaz dişlerini göstererek gülümsedi. Richard'ın elini kavradı, cevap verirken kısa bir süre salladı. "Benim adım Erik."
"Sadece Erik mi?"
"Erik Alexander Kingsley."
"Kingsley?” Richard o an anlamıştı. "Kingsley Kalesi'ndeki gibi mi demek istiyorsunuz? Siz aileden misiniz?"
Erik sözünü kesmeden önce cümlesini bitiremedi. "Evet, evet. Aileme ait, daha doğrusu babama ait."
Erik'i yeni bir ışıkta inceledi. "Sizi buraya ne getirdi, efendim? Elbette, normalde çalışanlardan biri buraya gelirdi. Yani, Bay Burkhart’ı tanırım. O yardımcı olurdu böyle şey…”
Erik boğazını temizleyerek konuşmasını kesti. "Bay Burkhart'ı tanıyorum, Bay McKenzie. Ama bu kişisel bir mesele."
"Doğru." Kaşlarını büktü. "Siz kimi arıyorsunuz?"
Erik bir an tereddüt etti, gözleri boş lokantada gezindi. Daha sonra Richard'ın arkasına bakarak mutfağa giden kapıya doğru baktı. Etrafta kimse yoktu, konuşmaya başladı.
"Leanna Stanton adında birini tanıyor musun?"
Richard ifadesini olabildiğince tarafsız tuttu ama bir şekilde gözleri onu ele verdi.
"Onu tanıyorsun, değil mi?" O cevap vermeyince Erik anlamıştı.
Konuşmak yerine başını salladı.
"Adada mı?"
Yine başını salladı.
"Yanında biri mi var?"
O zaman Richard'ın içini endişe kapladı. Konuşmanın gittiği yeri beğenmedi ama merakı onu bu noktaya getirdi. Cevap vermeyince Erik bastırdı.
"Yanında genç bir kız var mı? Bir yeğen belki?"
"Hayır!"
Richard yalanı konusunda çok acele etti. Erik de bunu fark etti. Gözlerinde görebiliyordu, avını gören bir örümcek gibi.