
Zach, benim için restoranın kapısını açtı ve sola dönmemi işaret etti. Sessizce yürürken kasabanın ana hükümet binasına baktım.
Meydanın ortasında, vatandaşları gözeten bir nöbetçi gibi duruyordu. Üç katlı bir yapıydı ve öndeki merdivenlerin iki tarafında iki büyük meşe kapıya götüren büyük sütunları vardı.
Eski olmasına rağmen heybetliydi.
“En ünlü binamız eski Hancock House’un hayranı olduğunu görüyorum. 1900lü yılların başında yapılmış ve sahibi granit blokları yerel bir taş ocağından getirtmiş. O zamanlar, tüm bu bölge tarım köyüydü.”
“Hancock pamuk yetiştirirdi ve tarlada çalışan köleleri vardı. Hancock ailesi gördüğün evde yaşardı. Köleler de hemen arkasındaki barakalarda,” dedi Zach.
Kaldırımda durup, “1965’e kadar yıllar boyunca birkaç kere sahibi değişti. 1965’te sahibi iflas ettiğini duyurunca hükümet binası oldu,” diye ekledi.
“Ve burası da ofisim,” dedi Zach.
Binanın ön tarafı kırmızı tuğladandı. Caddenin karşısındaki granit kadar eski olmadığı belliydi. Giriş boyunca uzanan kırmızı bir bez tentesi vardı.
Gömme camı olan ahşap bir kapıda beyaz el yazısı harflerle “Jameson ve Jameson” yazıyordu.
Zach pantolonunun cebinden anahtarlarını çıkardı ve sürgünün kilidini açtı. Kapıyı açmak için omzuyla yüklenip antika kapı kolunu aşağı itti.
“Bu yaz sıcağında sıkışıyor. Kış geldiğinde ahşap büzüşüyor ve cereyan yapıyor. Asistanıma sor. Her sene bundan şikayet ediyor.”
Yine benim için kapıyı açıp içeri girmemi bekledi. Sol tarafta düzenli bir masa vardı. Siyah bir kalemlik, zımba, bant kesici ve not defteri bulunan masanın üstünde bilgisayar ve yazıcı büyük yer kaplıyordu.
İdari asistanın çalışma masasıdır diye düşündüm.
Bu masanın karşı tarafında, bir deri koltuk vardı. Deri koltuğun yan taraflarında kumaştan koltuklar ve ön tarafında dikdörtgen bir cam masa vardı. Çeşitli spor ve avcılık dergilerinin çok da güncel olmayan sayıları yığın hâlindeydi.
“Asistanımdan bahsetmişken, yakında kendisi de gelir. Böylece vasiyetnamenin okunmasına şahitlik edebilir.”
Sanki işaret almış gibi doğal olmayan kestane rengi saçlı, yaşlı bir kadın ön kapıdan içeri girip tökezledi. Neredeyse düşüyordu.
Kadın doğrulmadan, “Zach! Ya şu kapıyı tamir ettir ya da kendine yeni bir asistan bul!” diye bağırdı.
“Ve en sevdiğim yönetici, Faye; bu Maggie Frazier.”
Faye doğruldu ve kırışan pantolon takımını düzeltti. Düşeyazmış olmasında utanmıştı.
Faye, “Ah, canım! Bağırdığımı duyduğun için üzgünüm! Öyle kulağa geldiği kadar kötü biri değilim, yemin ederim. Tanıştığımıza memnun oldum,” diyerek el uzattı.
“Sorun değil. Geldiğimizde Zach de bana kapıdan bahsediyordu. Kapıyı açacak kadar omuz gücüm var mı bilmem. Sana hayran kaldım!” Kalmıştım da.
Zach, “Faye buraya yirmi yıl kadar önce taşınmış, değil mi?” dedi ve teyit için Faye’e baktı. Zach, “Sumner Creek standartlarına göre, Faye hâlâ bir yabancı ama biz yine de onu seviyoruz,” dedi.
“Aslında pabucumu da dama atıyor. Bir şeye ihtiyacın olursa Faye’e sor. Onsuz hayatta kalamazdım.”
“Sakın unutmayasın!”
Nesiller arasındaki şakalaşmayı izlemekten keyif almıştım. Birbirlerine karşılıklı bir saygı hatta hayranlık duydukları belliydi.
Zach, “Ofisime geçelim,” dedi. “Faye, okumanın şahidi olman lazım.”
“Tabii ki.” Zach beni koridorda ofise götürürken Faye arkamızdan takip etti.
Sol tarafta bir toplantı odası vardı. Ortasında maun bir masa duruyor ve duvarları kaplayan kitaplıkları vardı. Tıpkı filmlerde gördüğüm gibi. Zach sağı işaret edince açık kapıdan girdim.
“Güzel,” dedim. Her kelimede ciddiydim.
Odada pencere yoktu ama yine de hafif ve havadardı. Odanın bir tarafında modern bir masa ve arkasında kitaplıklar vardı. Zach beni odanın diğer tarafındaki yuvarlak toplantı masasına yönlendirdi.
“Sen otur, ben de masamdan dosyanı alayım. Bir şey ister misin? Su? Kahve? Yapması bir iki dakika alır.”
“Hayır teşekkürler, iyiyim.” Zaten gergin bir enerjiyle titriyordum. Fazladan kafeine ihtiyacım yoktu ve daha fazla beklemek istemiyordum.
Eline mavi bir dosya alıp toplantı masasına yürüdü ve karşıma oturdu. Faye üçüncü sandalyeye oturdu. Dosyayı açıp içinden bir belge çıkardı ve önündeki masaya koydu.
Zach, “Bu vasiyetname oldukça açık ancak herhangi bir sorun olursa cevaplarım,” dedi. “Başlıkları ve alt başlıkları atlayacağım çünkü kafa karıştırabiliyorlar. Vasiyetnamede şunlar belirtiliyor:
Zach okumayı bıraktı.
“Burada daha fazlası var, ancak çoğu bu vasiyetnameyi yasal ve bağlayıcı hâle getirmek için yasal bir dil. Boş zamanından belgenin tamamını okuyabilmen için sana bir kopyasını vereceğim.”
Dönüp asistanına baktı. “Teşekkürler, Faye, buradan sonrasını ben hâllederim,” dedi. Faye kalkıp sessizce odadan çıktı.
Zach dosyanın içine baktı ve daha fazla kâğıt çıkardı.
“Bu belgeler, vasiyetnamede atıfta bulunulan hesaplara ilişkin bilgileri içeriyor. Mülkiyeti sana aktaracak evrak işleri konusunda sana yardımcı olabilirim. Mülklerin mülkiyetini de sana devretmek için gereken evrak işlerini yapmak için de sana yardım edeceğim.”
Az önce duyduklarımı anlayamayarak masaya bakıyordum. Mülkler? Birden fazla mı vardı? Kafamı salladım.
“Konutlarla ilgili kısmı tekrar okuyabilir misin? Kayboldum.”
“Tabii ki.” Zach o bölümü tekrar okudu. İlk konut annemin Nashville’deki eviydi. Ancak ikinci konut tam bir gizemdi.
“Bir dakika. Yani annemin burada bir evi mi vardı? Sumner Creek’te?” Sesim incelmişti.
Zach, “Evet. Şimdi okuma gerçekleştiğine göre, şu anda o mülkte, garajın üstündeki dairede oturduğumu söylemem lazım,” dedi. Bu detayları vermek için sabırsızlıkla bekliyormuş gibi nefes verdi.
“Neden bunu bana telefonda söylemedin? Neden şimdiye kadar bekledin?” Öfkemin arttığını hissedebiliyordum.
Zach, “Vasiyetname, vasiyetnamenin okunmadan annenin mülkü hakkında daha fazla bilgi veremeyeceğimi şart koşmuş,” diyerek özür diledi. “Müvekkilimin isteklerini yerine getiriyordum.”
“Annemi ne kadar süredir tanıyordun?” diye sordum.
“Aslında annenle hiç tanışmadım. İmzalandığı tarihi de göreceğin üzre bu vasiyetnameyi babam yıllar önce hazırlamıştı. Ama babam birkaç ay önce felç geçirdi ve bilişsel becerileri felçten etkilendi. Annenin mirası da dahil olmak üzere müvekkillerini bana devretti.”
“Ama sen orada yaşadın. Ora için kira ödedin. Annemi nasıl tanımazsın?”
“Babamla bir anlaşma yapmış. Babam bankada bir hesap açtı. Ben de kiramı her ay o hesaba yatırdım. Annen, o evin kime ait olduğunu kimsenin bilmesini istemediğini açıkça belirtmiş. Nedenini bilmiyorum,” Zach omuz silkti.
“Ben de soruşturmadım. Kalacak bir yere ihtiyacım vardı ve babama güvendim. Düşük kira karşılığında bahçeyle ilgilendim ve sağa sola göz kulak oldum.”
Masasına yürüdü ve bir çekmeceyi açtı. Bir dizi anahtar aldı ve toplantı masasına geri döndü.
Zach, “Vasiyetname basit ve anlaşılır olduğu için evin anahtarlarını rahatça teslim ediyorum,” dedi ve anahtarlığı bana verdi. Anahtarlığa baktım. Hâlâ şoktaydım ve son beş dakika içinde ortaya çıkan şeyleri anlamlandırmaya çalışıyordum.
“Büyük anahtar, ön ve arka kapılar ile sürgü kilitler için. Küçük olan garaj kapısını açar.”
Annemin bir evi vardı. Burada. Hiçbir yer olmayan Georgia’da. Bu nasıl olabilirdi?
“Görmek ister misin?” Zach’in sesi beni kendime getirmişti ama Twilight Zone’un bir bölümündeymişim gibi hissettim. Başımı evet anlamında salladım.
Zach, “Seni oraya ben götürebilirim ya da beni takip edebilirsin,” diye teklif etti.
“Takip ederim,” dedim. En azından beynim, yeni tanıştığım bir adamla arabaya binmemeyi bilecek kadar çalışıyordu. Gamzeleri ve kıvırcık saçları çekici olsa bile. Geri kalan her yeri gibi.
Ofisin ön tarafına doğru yürüdük. Faye masasındaydı. Bilgisayara bir şeyler yazıyordu.
“Yarım saate dönerim. Lazım olursa cep telefonum bende,” dedi Zach başını sallayan ama kaldırmayan asistanına.
“Tanıştığımıza memnun oldum,” dedim.
Yazı hızını hiç kesmeden, “Ben de canım,” dedi.
Kaldırıma adım attığımızda parlak Georgia güneşi yüzünden gözlerimi kapadım ve güneş gözlüklerimi aldım. Zach arabasını işaret etti. Son model dört kapılı Honda. Hatun kaldıracak bir araba sayılmaz.
Ne renk olduğunu anlayamadım çünkü üstünde ince bir yeşil polen tabakası vardı. Bitkilerin yılın en sıcak mevsiminde bile hâlâ çiçek açtığının kanıtı. Zach’e kendi arabamı gösterdim ve yakından takip edeceğimi söyledim.
Sokakları geçerken, annemin bu kaldırımlarda hiç akşam yürüyüşü yapıp yapmadığını ya da geçtiğimiz parkta uçurtma uçurup uçurmadığını merak ettim. Onu bu yere getiren çekim gücü neydi?
Birkaç yere döndükten sonra Zach sağa sinyal verdi ve iki katlı bir evin önündeki kaldırıma yanaştı. Annemin evi. Evim.