Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Şahane Bekâr

Şahane Bekâr

Bölüm 4

AMELIA

John ile birlikte binaya yaklaşırken, günlerine tam gaz devam eden kadınların yüksek topuklu ayakkabılarının kaldırımda çıkardığı tanıdık sesi duydum. Kadınlarının hepsinin üstlerinde vücutlarına tam oturan güzel elbiseler vardı.

Çoğunlukla takım elbise, altına da türünün tek örneği gibi görünen pahalı ayakkabılar giymiş adamlar hayatlarının en önemli toplantısına gidiyorlarmış gibi hızlı hızlı yürüyorlardı.

John kutuyu bırakıp gittikten sonra danışmadaki adam bir telefon edip birini çağırarak, “Mike size yolu gösterip kutuyu alacak,” dedi.

“Teşekkür ederim,” deyip bir tür kat görevlisine benzeyen Mike’ı takip etmeye başladım.

Asansörle otuzuncu kata çıktıktan sonra cam duvarları, kalın halıları olan dar bir koridordan geçtik.

Yanlış anlamayın, bizim ofislerimiz de güzeldi ama sadece insanların gördüğü kısımları... Arka tarafta oturduğumuz kısımlar perişandı.

Bu şirket alanında en iyisi olarak ün yapmıştı. Bazı çalışanların saatlik ücretinin sekiz bin dolara kadar çıkabildiğini duymuştum. Ne kadar seçkin oldukları ofislerinden bile belliydi.

Cam bölmeler sayesinde içeride kimin olduğunu ofise girmeden de görebiliyordum.

Uzun bir masanın bir ucunda iki adamla bir kadın oturuyordu. Diğer ucunda da getirdiğim kutu duruyordu. Kutunun yanındaki sandalyeyi çekip endişeyle oturdum.

Kadın dostça bir gülümsemeyle, “Merhaba, dosyalar için gelmiş olmalısınız,” dedi.

Tam başımı sallarken onu gördüm. Birkaç hafta önce barda tanıştığım muhteşem, güçlü adam Blake’i… Ya da benim deyimimle Blakey’i…

Avukat olduğunu söylemiş olsa da burada çalışacağını hiç düşünmemiştim. Alkolün etkisi altındayken söylediğim şeyleri düşününce hafif bir mahcubiyet duyup beni hatırlamamasını diledim.

Kadın tekrar konuşunca gerçek hayata döndüm. “Ben Melissa Dunn. Bunlar da Blake Harrington ve Connor Mullen. Bu dava üzerinde çalışıp notları okuyacaklar,” dedi.

Nasıl cevap vereceğimi bilemeden başımı salladım. Connor bardaki diğer adamdı. Gülümsediğini görünce beni hatırlayıp hatırlamadığına emin olamadım. “Ben Amelia, Doktor Amelia Earhart. Charles and Buckley’de çalışıyorum.”

Kendimi tanıttığımda kaşlarını çatmasından Blake’in beni kesin hatırladığını anladım. Ona bir mağazada çalıştığımı söylemiştim. Bunu çok sık yapardım.

Çünkü ne zaman bir psikolog olduğumu söylesem insanlar hemen obsesif kompulsif bozukluklarından ya da anksiyetelerinden bahsetmeye başlarlardı. Bırakın bardaki insanları, para aldığım hastaları bile bütün gün dinlemeye hâlim kalmıyordu.

Sanki dışarı çıktığım gecelerde bunu yapmak istermişim gibi, herkes onları “psikanalize tâbi tutmamı” falan bekliyordu. Oysaki psikanaliz yapmak istediğim tek şey kokteyl menüleriydi!

Melisa ayağa kalkıp odadan çıkmadan önce, “Harika, o zaman siz başlayın,” deyip hemen arkasından çıkan Connor ile koridorda ayaküstü sohbet etti.

Blake ayağa kalkıp bana doğru yöneldiğinde tüm vücudum gerildi. Hem muhteşem hem göz korkutucu görünüyordu. Siyah gözlerini gözlerime dikerek yaklaştı.

“Merhaba, Doktor,” diye gülümsedikten sonra yanımda duran kutuyu açıp en üstteki notlara göz gezdirmeye başladı. “Umarım yapacak bir şeyler getirmişsindir. Burada bir süre kalabiliriz.”

“Evet, hepsini bana yıktılar.”

“Neden bana bir mağazada çalıştığını söyledin?”

Omuz silktim. “Sen neden burada çalıştığını söylemedin?”

İfadesiz bir yüzle, “Sormadın ki,” diyerek yanımdaki masaya oturdu. Elindeki kâğıtlara bakmaya devam ederken bana o kadar yakın duruyordu ki baş döndürücü tıraş losyonunun kokusunu alabiliyordum.

Gözlerini kâğıtlardan ayırmadan, “Bunlardan kaç kutu var?” diye sordu.

Gözlerimi kaçırarak, “Çok,” dedim. Bacak arası tam sağıma denk geldiği için bakışlarımı sol tarafa çevirdim.

“Yani, on kutudan mı bahsediyoruz? Yoksa yirmi mi?” diye sordu. Yaşadığım rahatsızlığın farkında bile değildi.

Omuz silktim. Saymadım ki nereden bileyim?

“Çok,” diye tekrarladım.

“Evet, çok dedin ama yirmi mi? Otuz mu? Yüz mü?”

“Bilmiyorum, aşağı yukarı yirmi kutudur herhâlde,” diyerek tekrar omuz silktim. Açıkçası kutulara o kadar da dikkat etmemiştim.

Blake, “Connor!” diye bağırdı. “Telefon edip bu kutulardan kaç tanesini incelememiz gerektiğini öğrenebilir misin? Bunun için ne kadar zaman ayırmamız gerektiğini bilmek istiyorum.”

O an, kendimi sudan çıkmış balık gibi hissettim. Blake güçlüydü, profesyoneldi; benim yarım yamalak tahminlerimi değil, cevapları istiyordu. O gece bara gitmeyerek doğru kararı verdiğimi biliyordum.

Böyle bir adamla ne yapacağımı bilemezdim. Hiçbir zaman detaycı biri olmamam bir avukat olarak en büyük avantajı olurdu.

Hayatta her şeyi el yordamıyla yaptığımı hissediyordum. Üzerinde böyle yazan bir kapüşonlu svetşörtüm bile vardı. Blake gibi bir adamın böyle bir terim hakkında ne düşüneceğini düşünürken gülümsedim.

Bahse girerim ki el yordamıyla öğrendiği tek şey öğrenciyken katıldığı acılı tavuk kanadı yeme yarışmasıydı.

Connor birkaç dakika sonra kapıdan başını uzattı. “Blake, incelememiz gereken kırk dokuz kutu var. İyi bir başlangıç yapabilmemiz için Leo’dan bir tane daha getirmesini istedim.”

Blake alaycı bir gülüşle “Kırk dokuz,” diye mırıldanınca kibirli, takım elbiseli adamları neden sevmediğimi hatırladım!

Kaşlarımı kaldırıp dudağımı ısırarak sessizce yanında oturmaya devam ettim.

Ayağa kalkıp kutuyu güçlü kollarıyla kaldırırken, “Bunu ofisimde halledelim, orası daha rahat,” dedi

Uzun bir koridoru takip edip büyük bir cam ofise girdik. İki tarafı boydan boya pencere kaplı ofis; kanepesi, masası ve çalışma masasıyla yaşadığım daireden bile daha güzeldi.

Blake dosyaları masanın üzerine koydu.

Kanepeyi işaret ederek, “Otur, lütfen,” dedi. “Diane, Amelia’ya bir içecek getirebilir misin?”

Etrafa bakındım. Blake bunu bana mı yoksa kulaklığına mı söylüyordu emin olamadım. Birden, kapıda oldukça arkadaş canlısı görünen genç bir kadın belirdi. “Merhaba Amelia, ben Diane. Sana ne ikram edebilirim?” diye sordu.

“Şey, bir bitki çayı alırım,” diye cevap verdim. Diane gülümseyip bitki çayı getirmeye giderken Blake notlardan başını kaldırıp kaşlarını çattı.

“Bugün Long Island yok o zaman?”

“Hayır, daha öğle yemeği vakti bile gelmedi,” diye dalga geçip çantamı karıştırmaya başladım. Yanımda Cosmopolitan’ın son sayısını getirdiğime emindim.

Eğer uzun süre burada kalacaksam kendimi en iyi şekilde oyalamam gerektiğini biliyordum.

Çayım geldikten sonra Connor da bize katılıp Blake’in masasına oturdu.

“Seanslarınızda konuştuğunuz her şey bu notlarda mı?” diye sorduğunda okuduğum makaleyi bırakıp kafa salladım.

Blake, “Bir çeşit basılı kopyası olmalı. Bunları elle yazmıyor musunuz?” diye ekledi.

Tekrar dergime döndüm. Beni ikide bir bölmelerinden rahatsız olmuştum. “Evet, kayıtlarımızı bir sistem üzerinde tutuyoruz. Analiz etmeniz için çıktılarını aldılar.”

Blake, “Neden direkt sisteme erişim izni vermiyorsunuz?” diye sordu.

Omuz silktim. “Bana hiçbir şey söylemiyorlar ki. Ben sadece insanlarla görüşüp notlar alıyorum, o kadar.”

Blake bana doğru yürüyüp omzumun üstünden dergiye bakarak, “Orada ne kadar zamandır çalışıyorsun?” diye sordu. Bu adam kişisel alanın ne demek olduğunu bilmiyor mu?

Hâlâ arkamda durmasının verdiği tedirginlikle, “Bir yıldan fazla oldu. Neden sordun?” dedim.

“O hâlde söylediğinden daha fazlasını biliyor olmalısın. İçerideki tüm sırları doğrudan ilk ağızdan öğreniyorsun,” dedi.

Ne söyleyeceğimi bilemedim. Söylediklerimi davada kullanmak için beni sorguya mı çekiyordu?

Arkamda dikilmeye devam ederek, “Ne okuyorsun sen orada?” dedi.

“Sadece ilginç bir makale,” deyip dergiyi kapattım. Asıl yapmak istediğim şey bacağına bir tekme atmak olsa da ne yazık ki iş yerindeydik…

“Az çalışıp çok işler başar,” diye güldü. “Bunun işe yaradığını hiç duymadım.”

Belki de bacaklarının arasındaki büyük çıkıntıya tekme atmak daha uygun olur!

Connor’ın da güldüğünü görünce dergiyi bırakıp ayağa kalktım. Duvara yaslanıp aşağıdaki binalara baktım. Gerçekten harika bir manzaraydı...

Continue to the next chapter of Şahane Bekâr

Discover Galatea

Kara Yürek AlfalarıŞirin AsistanYaralı LunaMateo SantiagoSon Gülen İyi Güler

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi