Kenzo - Kitap kapağı

Kenzo

Ivy White

İkinci Bölüm: Prentonville

REBECCA

Elimdeki bilete bakarken hiç beklemediğim bir anda bir adamın üzerime atlamasıyla irkildim. Adam beni kolumdan tutarak kenara çekmişti.

“İsminizi öğrenebilir miyim hanımefendi?” diye sordu sarı saçlı, mavi gözlü genç çocuk. Siyah bir takım elbise, beyaz gömlek, gri kravat ve siyah, cilalı bir ayakkabı giyiyordu.

Parlak ayakkabılarından kendimi görebiliyordum. Pek iyi görünmüyordum. Bunun daha önce hiç duymadığım bir ülkeye seyahat etmemle bir ilgisi olabilirdi.

Başımı kaldırarak karşımdaki adama utangaç bir şekilde gülümsedim.

Sosyal bir insan değildim ve hiçbir zaman da olmamıştım, bu yüzden tanımadığım bir adam bana adımı sorduğunda ona nasıl davranacağımı veya ona cevap verip vermemem gerektiğini bilemiyordum.

Yine de saygılı olmaya karar verdim, ne de olsa iş nedeniyle buradaydım.

“Rebecca Ferez efendim.”

“Uçağa binmeden önce size birkaç soru sormam gerekiyor.” Uzun boylu adam tepemde yükseliyordu. Kollarımı ovuşturarak masum gözlerle adama baktım.

“Elbette.”

“Bu gece hangi aileye hizmet edeceğinizi biliyor musunuz?”

Tuhaf bir soru, ~dedim içimden, bavulumu dik tutup kollarımı kavuşturdum.

“Hayır. Patronum bana hizmetlerimiz için iyi para ödediklerini söyledi. Bu iş hakkında tek bildiğim bu. Ah, bir de Prentonville’de olduğunu biliyorum. Orası her neresiyse artık,” dedim, başını sallayan adama.

“Size söyleyebileceğim tek şey, iki gözünüzü de kapalı tutmanız ve hiçbir konuşmayı dinlememeniz gerektiği.”

Kafam karışmış bir şekilde adama bakarken adam da karşımda durmuş, söylediklerine bir cevap vermemi bekliyordu.

“Sanırım başka seçeneğim yok.”

“Her zaman bir seçeneğiniz vardır hanımefendi. Eğer tercihiniz buysa Mark’tan yerinize başka birini bulmasını isteyebilirim.”

“Hayır. Hayatta kalacağıma eminim.”

“Emin misiniz? Bu, eve dönmek için son şansınız.”

“Eminim.” Şu işi bitirebilir miyiz artık? ~Gözlerimi devirdiğimde adam başını sallayarak çizgili, altın rengi yaprakları olan küçük bir defter çıkardı.

“Buraya adınızı yazın ve altına imzanızı atın. Bu, gördüğünüz ya da duyduğunuz herhangi bir şey hakkında konuşmayacağınız anlamına geliyor.”

Adamın elinden kalemi alarak kâğıda ismimi yazdım ve altına elimden geldiğince düzgün bir şekilde imza attım.

Gergin olduğum için ellerim titriyor, midem bulanıyordu.

“Sakıncası yoksa beni takip edin hanımefendi,” dedikten sonra siyah takım elbiseli adam yürümeye başlamıştı. Adamın yürüme şekli bana zenginler adasına ayak basmak üzere olduğumu söylüyordu.

Altın renkli bir kâğıda imza atmam ve özel olarak uçağa yönlendirilmem, kafamın içinde uyarı çanlarının çalmasına neden oluyordu ama tüm bunları görmezden geldim. Kendime, Bu sadece iş, ~diye hatırlattım.

Uçağın ön tarafındaki kırmızı kapıyı açana kadar adamı takip ettim. İçeriye adımımı adım attığımda burası ben milyarderlere aitim diye bağırıyordu.

Şu anda kime hizmet edeceğimi gerçekten merak ediyordum.

Bana tahsis edilen bu süit gibi bir yerde olacak kadar varlıklı kişilerle takılan bir kadın değildim. Bu süitin parasının Mark’ın cebinden çıkmadığını da biliyordum.

Peki, kimdi bu gizemli aile?

Süitin arka tarafında kapısı camdan olan bir banyo vardı. Katlanabilir kırmızı kadife bölmeler iç mekânı aydınlatıyordu.

Süitin ortasına iki kırmızı deri koltuk yerleştirilmişti. Arkada üzerine ipek, kırmızı bir örtü serilmiş, ekstra büyük bir yatak vardı.

Sadece bu oda bir servet değerinde olmalıydı. Sol tarafta, sadece bir TV programında dekor olarak görebileceğiniz pahalı alkol şişelerinin bulunduğu koyu renkli, camdan bir bar vardı ve nefes kesiciydi.

Sadece gösteri amaçlı olabilirler, ~diye düşündüm, sırıtarak. Detaylara gösterilen özen hayret vericiydi!

“Bu yolculuk için VIP’desiniz ve bar tamamen size açık. Rahatınıza bakın, bar hesabı sizin için güvence altına alındı.”

“İyi uçuşlar,” derken dönüp adama baktım. Âdeta kendimden geçmiştim.

Adama, “Her şey için çok teşekkür ederim,” dedikten sonra adam başını sallayarak kapıyı arkamdan kapattı.

Şimdi ne yapmalı?

İpek yatağın üzerinde dinlenirken burun deliklerime dolan gül kokusunu içime çektim ve bacaklarımı kumaşın üzerinde kaydırdım.

Bu enfes yaşam tarzını benimseyememiştim. Anın tadını çıkarmak yerine minderli yatakta uyuyakaldım.

Bir kız nereye gittiğini bilmezken nasıl uyuyakalabilirdi bilmiyordum ama bir kumsalda kiralık katilden kaçtığım rüyadan uyandığımda heyecan verici yaşam tarzına geri dönmüştüm.

“İndik hanımefendi.”

Adamın omzuma dokunduğunu hissedince birden irkilerek adamdan uzaklaştım ve küçük bedenimi yatağın üst tarafına doğru kaydırarak sırtımı siyah, kadife yatak başlığına yasladım.

“Teşekkürler efendim,” diye homurdandım gözlerimi ovuştururken. Adam bana bakıp sırıtırken ayağa kalkıp gerindim.

Doğrusunu söylemek gerekirse bir adamın beni izlemesi bir yana, uykuya dalmayı bile beklemiyordum. Hatta adam ben uyurken beni uyandırmıştı.

Annemle babam bile daha önce odama girip beni uyandırmamıştı. Yani neden bu genç adam bir uçağın VIP süitinde beni uyandırsın ki?

Ama muhtemelen uymaları gereken bir programları vardır.

Ayağa kalktığımda dengemi sağlamakta zorlanmıştım. Zar zor uçaktan dışarı çıktım. Yarı uykulu bir hâlde gözlerimi ovuşturdum ve omzumun üzerinden arkamdan gelen adama baktım.

Adam sağ tarafımdan geçerek önümde yürümeye başladı. Birden patlayan flaşlar karşısında afallamıştım, kameramanlar kameralarını burnuma sokuyordu. Bense elimle yüzümü kapatmaya çalışıyordum.

Adam kamera ekibini yolumdan çekerek bana bir yol açtı. Burada ne haltlar dönüyordu? Hızla yürürken adam elimden tutarak beni arkasına çekti.

Neden bir kamera ekibi benimle ilgilensin ki? Alt tarafı varlıklı bir aileye yemek servisi yapacaktım. Ama belki de sebebi buydu.

Koridorda hızla yürüyüp güvenlikten geçerken adam beni yanına çekti. Çift kapı kayarak açıldıktan sonra adam elimi bırakmıştı.

Serin havayı içime çekmek için bir saniye durup gözlerimi kapattım.

Farklı bir ülkede olduğumu hatırlayarak gözlerimi açtım. Mavi gökyüzü muhteşemdi ve tam karşımda bir falez vardı.

Uzaktaki denizi ve nefes kesici yükseklikteki bir uçurumun tepesinde olduğumuzu görebiliyordum. Uçurum deniz kıyısı boyunca uzanıyordu.

Uçurumdan suya atlamanın iyi bir fikir olmayacağını biliyordum çünkü çarpma anında kemikleriniz kırılabilirdi. Bu hikâyeyi anlatacak kadar yaşamazdınız bile.

Kısa bir araba yolculuğundan sonra adam kolumdan tutup beni çimenlik bir alana doğru götürmeye başladı. Adamın beni nasıl itip kaktığına pek dikkat etmiyordum.

Aslında, manzaranın ne kadar güzel olduğuna bakıyordum. Beyaz bavulumu bile havaalanında unutmuştum ve adama hâlâ adını sormamıştım.

Çimlerin üzerinde yürürken tam karşımızda bir malikâne göründü.

Midem altüst olurken içimden, Bu bina bitişik evlerden oluşan bir site olmalı, ~diyedüşündüm.

Bu ailenin kesinlikle parası vardı ama aklıma gelen bir sonraki soru parayı nereden bulduklarıydı.

Köşk beyaz mermerden yapılmıştı! Yollar, binalar ve hatta saksılar bile.

Mermer patika, çimlerin ortasından dümdüz ilerleyerek beyaz mermerden devasa bir malikâneye ulaşıyordu. Yolun tam ortasında bir havuz vardı.

Çimenler köşkün etrafını çevreliyor, ağaçlar binanın sol ve sağ tarafından mükemmel bir şekilde düz bir çizgi hâlinde ilerliyordu.

Üç mermer basamak, beş mermer basamaktan oluşan bir başka merdivenle birleşiyordu. Metalden yapılmış ve siyaha boyanmış iki çarpma kapı vardı.

Boydan boya uzanan pencereler simsiyahtı ve bu pencereler binanın ikinci katındaki iki balkona açılıyordu.

Sadece binaya bakarak bile burada yaşayan aile bireylerinin asla temizlik yapmadığını anlayabiliyordum. Burası pırıl pırıl, kocamandı. Ailenin bu kadar geniş bir alanı temizleyebilmesi için bir temizlikçiye ihtiyacı vardı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok