Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for Dönüm Noktası

Dönüm Noktası

Dördüncü Bölüm

ANNA

Zach Anna’ya kolaylıkla yetişirken birlikte mağara yoluna koyuldular.

Sakin bir sessizlik içinde yürürlerken, Anna Zach’in kurt formunun yanında insan formuna kıyasla neden daha rahat olduğunu sorguluyordu.

Zach insanken, bunu tetikleyecek hiçbir şey yapmamış olmasına rağmen ondan korktuğunu hissetmişti.

Onu tek bir ısırıkta parçalayabilecek devasa bir kurttan daha az korkması kulağa aptalca geliyordu.

Açıklığın ortasındaki kayanın etrafından dolandıklarında, Zach mağara girişinin yanında düzgünce katlanmış hâlde bıraktığı kıyafetlerine doğru fırlayıp bir kıvılcım bulutunun vücudunu sarmasıyla kurt formuna dönüşürken Anna bakışlarını hızla kaçırdı.

Rekor bir sürede giyindikten sonra kararlı gözlerle uzakları seyreden Anna’ya bakmak için dönerek boğazını temizledi.

“Artık bakabilirsin.”

Anna onun mizah dolu ses tonunu görmezden gelerek dik yokuştan aşağı, ine doğru yürümeye başladı.

Yokuştan inerken konsantre olmaya çalışsa da tam arkasındaki Zach sırtına onu sersemleten türden bir sıcaklık yayıyordu.

Bir saniye içinde adım atmasıyla, bedeninin yokuş aşağı devrilmeye başlaması bir oldu.

Tam yere çarpacakken, Zach elleriyle omuzlarını kavrayıp onu kendine doğru çekti.

Anna kısa nefesler alırken vücudu ona tamamen çarptı.

Sıcaklık temas ettiği her noktada, kıyafetlerinin içinden bile tenini kavuruyor gibiydi. Vücutlarının arasında elektrik akımı varmış gibi hisseden Anna keskin bir nefes aldı.

Bu his yalnızca bir saniye sürdükten sonra Anna onun ellerini hızla silkerek ondan uzaklaştı.

“Şey… Teşekkür ederim.” Ona bakmak için dönünce yoğun mavi gözlerinin yüzüne odaklandığını gördü.

Mağaranın loş ışığında neredeyse parlayan mavi gözler, Anna’nın onun zihninden geçen düşünceleri okuyup okumadığını sorgulamasına neden oldu.

Zach, sessiz bir an boyunca onu okunamaz bir ifadeyle yakından incelemeye devam etti.

Sonunda Anna’ya yürümesini işaret edip yokuşun sonuna vardıklarında Zach önden yürümeye başladı.

Anna onu revire kadar takip etti.

Revirde kimse olmasa da Zach odanın içinde Anna’nın daha önce fark etmediği bir kapıya doğru yürüdü.

Hızlıca kapıyı çalmasıyla Natalie, “Gel,” diye seslendi. Onlar içeri girerken Natalie sandalyesinden kalktı.

Gevşek atkuyruğundan çıkmaya başlamış kahverengi saçları ve bir kulağının arkasına sıkıştırdığı küçük kalemle telaşlı görünüyordu.

Çeşitli belgeler ve dosyalarla dolu büyük bir ahşap masanın başındaydı.

Anna odaya şöyle bir göz atınca, duvarların genç yavruların Natalie için çizdiği resimlerle süslendiğini fark etti.

Anna içeri girince Natalie’nin oturmasını işaret etmesinin ardından, Zach’le yaşadığı kafa karıştırıcı anın üzerine keyifsiz hissederek masaya bakan yumuşak bir sandalyeye oturdu.

Göz ucuyla Zach’e bakınca, bir dizini bükerek kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş hâlde duvara yaslandığını gördü.

Yüzünde herhangi bir ifade olmadığı için Anna, her ne olduysa, durumu fazla okuduğu sonucuna vardı.

Zach belli ki onun hissettiklerini hissetmemişti.

Gözlerinin içinin parladığı konusunda yanılmış olmalıydı ve durup düşündüğünde, muhtemelen her iyi Alfa’nın yapacağı gibi onun sadece iyi olduğundan emin olmak istediğini anladı.

Natalie tekrar masasının başına oturup konuşmaya başladı.

Anna gözlerini kırpıştırarak ona bakıp odanın diğer ucundaki sessiz erkeği görmezden gelerek onun söylediklerine odaklanmaya çalıştı.

“İyi ki geldin. Zach bana dönüşmekte sorun yaşadığını söyledi Anna. Tam olarak ne olduğunu tarif edebilir misin?”

Gülümseyerek açıkça Anna’yı rahatlatmaya çalışıyordu. Anna doğru kelimeleri bulmaya çalışarak bir anlığına durup düşündü.

“Doğduğumdan beri türümdekiler gibi ben de dönüşebiliyordum. Ama zamanla daha da zorlaştığını hatırlıyorum. Dönüşmem her seferinde birkaç saniye daha uzun sürüyordu. Sanki kurdum ulaşamadığım bir sis bulutunun içindeymiş gibi hissediyordum.”

Anna arkasına yaslanıp Natalie’nin başının yan tarafındaki boşluğa baktı.

“Yine de ne zaman üzgün ya da kızgın olsam kurdumun yüzeye çok yakın olduğunu hissedebiliyordum. Ta ki…”

Anna duraksayıp Zach’e baktıktan sonra bakışlarını tekrar Natalie’ye çevirdi.

Anna konuşurken kulağının arkasındaki kalemi alıp not tutmaya başlayan Natalie, o durunca başını kaldırdı. Ona dikkatle baktı.

“Ne zamandan beri?” Sesi Anna’yı korkutup susturmak istemiyormuş gibi alçaktı.

Anna sıkıca kenetlediği için eklemlerinin bembeyaz olduğu ellerine baktı. Nedense söylemek istemiyordu.

Ailesinin çoğunun bildiğini tahmin etmesine rağmen, bu daha önce hiç kimseye söylemediği bir şeydi.

“Neredeyse bir yıldır kurdumu hissetmiyorum.” Oda sessiz olduğu için sesi şok edici derecede yüksek çıkmıştı ama Anna başını kaldırıp bakmadı.

Açıklamasına verdikleri tepkiyi görmek istemiyordu.

Transfer olduğunda bundan bahsetmesi gerektiğini biliyordu ama sürüsünden ayrılmaya can attığı için Gümüş Nehir’in onu reddetmesi riskini göze almak istememişti.

Zach artık bundan haberdar olduğuna göre, onu muhtemelen şehre giden ilk arabaya bindirecekti.

Gri Kanat’ın onu bir silah olarak kullanmayı planladığını düşündüğüne dair sözleri aklına geldi.

Hem zayıf olduğu hem de sürüsü için olası bir tehdit teşkil ettiği için Zach’in onun kalmasına izin vermesinin mümkün olmadığını biliyordu.

Ona kirpiklerinin altından bir bakış atıp onun kendisini dikkatle izlediğini görünce zorlukla yutkundu.

Başın öne eğikken çatık kaşları sebebiyle gözlerine gölge düşmüştü.

“Bazı taramalar yapmak istiyorum.”

Natalie’nin konuşması üzerine Anna dönüp ona baktı. Sandalyesinde arkasına yaslanmış şifacı da onu dikkatle inceliyordu.

“Sebebinin sürü enerjisinin gücünden mahrum kalman olduğunu tahmin ediyorum.”

Kalemi tekrar kulağının arkasına yerleştirip öne doğru eğilerek kollarının masanın üzerinde kavuşturdu.

“Dürüst olacağım, seninki gibi çok fazla vakayla karşılaşmadım ama bir şekil değiştirenin hayvanını hissedememe noktasına ulaşması bunun kritik bir nokta olduğuna işaret eder. Çok geçmeden insan formu genellikle bozulmaya başlar. Bugün hâlâ karşımda oturabiliyor olmanın gücünün bir göstergesi olduğunu düşünüyorum.”

Anna’nın bu konuda bazı şüpheleri olsa da şifacının söylediklerini düşünerek yorum yapmamaya karar verdi.

“Yani kurdumu bir daha hissedemeyecek miyim?” Sesi alçak olsa da hâlâ emin ve net çıkmasından gurur duyuyordu.

Zihni duygular ve korkularla karışık olmasına rağmen bunu sözlerine yansıtmıyordu.

“Şimdilik kesin bir şey söyleyemem Anna… Ama sanmıyorum.” Natalie koltuğundan kalkıp Anna’nın sandalyesine yaklaştı.

Natalie onu kendine çekerek sarıldığında, dimdik oturan Anna ona garip bir hamleyle sarılarak karşılık verdi.

Bir süre sonra gerginliğinin bir kısmından kurtulduğunu hissedince şifacıya sarılarak rahatladı. Biri onu teselli etmeyeli çok uzun zaman olmuştu.

“Endişelenme Anna. İyi olacaksın. Buna tüm varlığımla inanıyorum. Şimdi gidip biraz dinlen.”

***

Anna odasına gidip yatağının üzerine oturarak bakışlarını odanın içinde gezdirmeye başladı.

Hem bugün yaşananlar ona çok fazla geliyordu hem de Zach’le geçirdiği zamanı aklından çıkaramıyordu.

Zach sessizlik içinde ona odasına kadar eşlik etmişti ve bu seferki sessizlik Zach kurt formundayken dışarıda paylaştıkları huzurlu sessizlikten değildi.

Bu seferki sessizlik gerginlik yüklü olduğundan kapısına ulaştıklarında Anna’nın başına ağrı girmişti.

Zihni bir an olsun durmuyor, transfer olduğundan beri yaşananları düşünüyor ve Gümüş Nehir Sürüsü’ndeki akıbetinin nasıl olacağını ya da bir geleceği olup olmadığını sorguluyordu.

Bir Alfa olarak Zach’in isteyeceği en son şey, dönüşemeyen bir kurt olmalıydı.

Böylesi bir kurt sürüye fayda sağlayacak ya da onları daha güçlü kılacak ne sunabilirdi?

Anna odasının sadeliğine bakarken henüz alışverişe çıkmadığı için memnun hissetti.

Çünkü gitmesi istenirse, yanına alması gereken tek şey kıyafetleri olacaktı. Buraya hiç gelmemiş olmayı dilemeye başlamıştı.

Hiç değilse Gri Kanat’ta yerini tam olarak biliyordu.

Piramidin en altında olsa da en azından tüm bu belirsizlikle yaşamıyordu.

Yine de Gri Kanat’a dönme düşüncesi Anna’nın midesini bulandırınca alt dudağını kemirmeye başladı.

Ne pahasına olursa olsun oraya geri dönmemeliydi.

Anna banyoya girip yüzüne soğuk su çarptı. Yüzünü havluyla kuruladıktan sonra aynaya baktı.

Göz altları hâlâ mor, teni hâlâ solgundu ama yanaklarına biraz renk gelmeye başlamıştı.

Zach’in onunla ilgili ne düşündüğünü merak ediyordu. Bir saniye sonra, onun düşüncelerini umursadığını fark edince içten içe kendini hırpalamaya başladı.

Onunla daha yeni tanışmıştı ve Alfa olsun ya da olmasın, onunla ilgili ne düşündüğü önemli değildi. Anna o anda dik durmaya karar verdi.

Zach onun buraya uyum sağlayamayacağına karar verse de asla Gri Kanat’a geri dönmeyecekti.

Burada kalamayacağına karar verirse, başını alıp gidecek ve iki sürüden de uzakta kendine yeni bir hayat kuracaktı.

***

Birkaç gün sonra Anna yemek salonundaki masada tek başına oturmuş öğle yemeği yiyordu.

BLT sandviçinden daha bir ısırık almıştı ki orta yaşlı bir kadın masasına yaklaştı.

Koyu kahverengi kırlaşmış saçlarını topuz yapmıştı.

Parlak renkli bohem bir eteğin beline sokarak beyaz bir bluz giyip üzerine de bir kot ceket atmıştı.

İki bileğinde de kollarının hareketleri eşliğinde çınlayan bilezikler vardı.

Davet beklemeden Anna’nın karşısına oturup samimiyetle gülümsedi.

“Merhaba Anna,” diye selam verdi. “Ben Theresa, baş anneyim.” Anna, Theresa’nın uzattığı elini tutarak onunla tokalaştı.

“Merhaba Theresa, tanıştığımıza memnun oldum.” Bu kadına anında kanı ısınmış Anna ona gülümseyerek karşılık verdi. Kadın samimi ve dost canlısı bir his yayıyordu. “Nasılsın?”

“Bu soruyu esas ben sana sormalıyım. Burada biraz zor bir başlangıç yaptın.”

Theresa başını eğerek yeşil gözleriyle Anna’nın yüzünü tararken gözlerinin altındaki belirgin koyu halkalar dikkatini çekti.

Anna hayıflanarak, “Bırakmak istediğim ilk izlenim kesinlikle bu değil!” dedi. “Yine de şimdi gayet iyiyim.”

“Bunu duyduğuma sevindim, buranın senin için boğucu olmasını istemem.”

Theresa ona seslenen birine el sallamak için arkasını döndükten sonra Anna’ya yeniden odaklandı.

“Tören esnasında kabul edilen tüm üyelere sürü içinde görevler atandı. Daha doğrusu sen hariç tüm üyelere. Zach ile konuştum, benim yetki alanımdaki bir role kesinlikle uyacağına karar verdik.”

Anna duyduklarını sindirmek için bir anlığına duraksarken rahatladığını hissetti. Bu karar kalmasına izin verdiği anlamına geliyor olmalıydı.

Ona bir görev atadıktan sonra onu sürüden kovacak hâli yoktu, değil mi? Anna midesindeki çalkantının bir nebze olsun azaldığını hissetti.

Tabağını önünden iterek Theresa’ya, “Beni nerede görevlendirmeye karar verdiniz?” diye sordu.

Tabağında yardım BLT sandviçi olsa da geçen haftanın kaosundan sonra iştahı hâlâ toparlanmış değildi.

“Ben de seninle bu konuyu konuşmak istiyordum.” Theresa Anna’nın tabağındaki sandviçi alıp bunu yaparken Anna’ya göz kırptı.

“Gerçekten fikrini almak istiyorum. Anladığım kadarıyla hiçbir konuda fazla tecrüben yok. Çok pardon.”

Anna’nın yüzünü buruşturduğunu görünce Theresa da aynısını yaptı.

“Hayır, sorun yok.” Anna sert ve kendini küçümseyen bir tonda güldü. “Söylediğin doğru.”

“Hiç önemli değil. Harika bir öğrenci olacağını biliyorum.” Theresa uzanıp Anna’nın elini rahatlatıcı bir tavırla okşadı.

“Şimdi, çalışmaktan keyif alacağını düşündüğün belirli bir alan var mı? Mutfak, bahçe, çiftlik, temizlik… Liste uzayıp gidiyor.”

Elindeki sandviçten bir ısırık alıp lokmasını çiğnerken Anna’yı sabırla izledi.

Anna dirseklerini masaya dayayıp çenesini avuçlarının arasına almıştı. Sanki ilham bulmaya çalışıyormuş gibi yemek salonunun etrafına bakınıyordu.

Kendini her türlü işte hayal etmeye çalışıyordu. Bahçe işine toprak dâhil olduğundan bunu pas geçecekti. Muhtemelen bir parmağından olacağı için mutfakta da iyi olabileceğini düşünmüyordu.

Hangi işte iyi olabileceğine dair hiçbir fikri olmadığından karar vermek çok zordu. Ama belki…

Çekingen bir tavırla, “Kreşte çalışma şansım var mı?” diye sordu.

“Pek fazla deneyimim yok ama eski sürümde herkes meşgulken gençlerin sorumluluğunu üstlenirdim. Çocuklarla aram iyidir. Hatta çocuklarla yetişkinlerden daha iyi anlaştığımı düşünüyorum. Eğer uygunsa kreşte işe yarayabilirim. Ama olmazsa, temizlik işlerinde şansımı deneyebilirim.”

Theresa ona sırıtırken, Anna gerginlikle lafı uzatmaya başladığını fark edince sustu.

“Aslında kreşe uygun olacağını düşünüyorum.” Theresa sandviçini bitirip aniden masadan uzaklaşarak ayağa kalktı.

“Yarın başlayabilirsin. Saat tam sekizde kreşin önünde ol, seni diğer bakıcılarla tanıştıracağım.”

Cevap beklemeden uzaklaşan Theresa, giderken diğer birkaç sürü üyesine selam verdi.

Hafif şok içindeki Anna onun gidişini izledi. Çok kolay olmuştu.

Gönüllü bulmanın zor olduğu, ağır ya da iğrenç bir işe atanacağını düşünmüştü.

Ama kreşte, çocuklarla beraber olmak… Bu düşünceyle Anna’nın yüzüne parlak bir gülümseme yayıldı. İş onun iyi yapabileceği ve sahiden keyif alabileceği bir işti.

Mitch, Theresa’nın kalktığı sandalyeye otururken Anna hâlâ gülümsüyordu.

Mitch elindeki tepeleme tabağı masaya koyunca Anna durup tabağı inceledi. Mitch onun yüz ifadesine bakarak sırıttı.

“Bu sadece hafif bir atıştırmalık.” Omuzlarını silkti. “Antrenman için enerji seviyemi yüksek tutmalıyım!”

Anna, “Tabii,” diyerek onay verdi. “Tükenip gitmene izin veremem. Gözlerimin önünde eriyip gidiyorsun gibi hissediyorum!”

Mitch, Anna’nın abartılı yorumlarına gözlerini devirdikten sonra tabağına yumuldu.

Mitch lokmalar arasında, “Theresa’yla konuştuğunu gördüm,” dedi. “İş mi buldun?”

“Evet! Kreşe atandım!”

“Ah, çok üzüldüm.” Mitch üzüntüyle ona baktı. “Kötü olmuş… Mutfakta açık pozisyon yok muydu?”

Anna şaşkınlıkla ona baksa da Mitch anlatmaya devam etti.

“Bütün gün yavrularla uğraşmak zorunda olduğunu düşünsene. Her yer kaka ve sümük olacak… Ağlayıp sızlamalarından bahsetmiyorum bile.”

Anna gülüp sonunda Mitch’in hayıflanmasını durdurmak için elini kaldırdı.

“Aslında kreşe atanmayı ben istedim. Çocukları ve onlarla ilgili kaka, sümük ve diğer her şeyi severim.”

Mitch, Anna’ya deli olduğu kesinmiş gibi baktıktan sonra, “Deli biriyle arkadaş olabileceğimi sanmıyorum. Annemin hiç hoşuna gitmez,” dedi.

Anna güldükten sonra oturduğu yerden kalktı.

“Deli olmasaydım dünya daha sıkıcı bir yer olurdu. Yürüyüşe çıkacağım. Sana afiyet olsun.”

Ağzı bir şey söyleyemeyeceği kadar dolu olduğu için Mitch ona el sallamakla yetindi.

***

Anna yemek salonundan çıkıp sola dönerken yolda yanından geçtiği insanlara gülümsedi. Nereye gideceğini bilmese de huzursuz hissediyordu.

Ayakları resmen kendi iradesiyle hareket ettiği için Anna onların yönlendirmesine ayak uydurmaya karar verdi.

Aklına Zach gelince onun ne yaptığını merak etti. Ona odasına kadar eşlik ettikten sonra onu bir daha görmemişti, ki bu gayet normaldi. İki yüz küsur kurttan oluşan bir sürünün Alfa’sı olduğuna göre oldukça meşgul olmalıydı.

Daha dönüşmeyi bile beceremeyen yeni bir sürü üyesiyle ilgilenecek hâli yoktu.

Anna kendi kendine homurdanarak Zach Thomas’la ilgili tüm düşüncelerden arınmak için başını salladı. Özellikle de onunla daha yeni tanıştığı için, onu bu kadar çok düşünmesi deli saçmasıydı.

Onun liginin çok dışındaydı. O güçlü bir Alfa iken, kendisi ise daha dönüşmeyi bile başaramayan zayıf bir şekil değiştirendi. O kuvvetli ve kendine güvenen biriyken, Anna ise ailesi tarafından her zaman hor görülmüş özgüvensiz küçük bir kızdı.

Anna aniden başını kaldırıp etrafına bakındı.

Ona tanıdık gelmeye başlayan mağara sisteminde bir süredir yürüyordu, yine de bu aşinalığı koridorlar birbirine çok benzediği için olabilirdi.

Koridorların hepsi kayadan oyulmuştu, tavanlarda ışıklar ve havalandırma delikleri vardı. Anna daha önce bu yoldan hiç geçmediğini anlayabiliyordu.

Mutfaktan gelen kokular koridorlara, özellikle de kişisel odalara yayılırdı. Ama buradaki koku tamamen farklıydı. Rahatsız edici olmasa da Anna’ya buranın henüz keşfetmediği bir yer olduğunu söylüyordu.

Bu yolda hiç kimse yoktu, ki bu da Anna’nın şimdiye kadar inin içinde görmeye alışık olmadığı bir durumdu.

Etrafta her zaman çalışan ya da sadece sosyalleşen insanlar olurdu. Anna burada çıt bile duyamıyordu. Sessizlik sinir bozucuydu.

Yürüdükçe etrafın kararıp kararmadığını anlamaya çalışsa da sonuç olarak zihninin ona oyun oynadığına karar verdi.

Anna aniden duraksayıp havayı koklamak için başını geriye attı.

Koridoru saran yeni bir koku vardı. Koku belli belirsiz olmasına rağmen Anna’nın içinde bir şeylerin kıpırdanmasına yol açtı.

Anna bir parçası derin uykusundan uyanıyormuş gibi hissetti. Sanki sadece bakarak içinde neler olup bittiğini bir şekilde çözebilecekmiş gibi vücudunu inceledi.

Kokunun kaynağını bulmaya çalışarak ilerlemeye devam etti. İlerledikçe boğuk sesler duymaya başladı.

Yaklaşık on metre ötedeki odadan gelen sesler, sanki odanın içindekiler hemen kapının arkasında konuşuyormuş gibi gittikçe yoğunlaşıyordu.

Anna dikkatle kapıya bakarak durdu. Kapının açılmasını beklerken nefesini tuttuğunun farkında bile değildi.

Kapı açıldığında her şey ağır çekimde hareket ediyormuş gibi hissetti. Odanın içindeki insanlar hareket etmeden konuşmaya devam ediyordu.

Anna ne söylediklerini anlayamasa da seslerini duyabiliyordu.

Aralarından özellikle bir ses dikkatini cezbetti. Paniklemeye başlayan Anna bakışlarını etrafta gezdirerek saklanacak herhangi bir yer aradı.

En yakın kapı açık kapının hemen yanında olduğu için görülmeden ya da fark edilmeden o odaya ulaşmasının hiçbir yolu yoktu.

Anna arkasını dönüp hızla ters yöne doğru yürümeye başladı.

O yürümeye başlar başlamaz seslerin kesildiğini fark etmedi bile.

“Anna?” Adı usulca seslenilse de Anna duymamış gibi yaptı.

Yakalanmasının utancıyla yanakları kızarmaya başlarken, nefesleri kısa ve hızlıydı.

Aptal ayaklarının onu neden bu yöne sürüklediğini şimdi anlayabiliyordu.

“Anna.” Ona daha da yaklaşmış sert ses havada kırbaç etkisi yaratıyordu.

Anna bu sefer de duymamazlıktan gelemeyeceği için duvara toslamış gibi donup kaldı.

Nefeslerini kontrol etmeye çalışsa da odaklanabildiği tek şey onun etrafını saran kokusuydu.

Bir süre sonra başını çevirip omzunun üzerinden ona baktı.

Onun tam arkasında duran Zach, başını hafifçe yana eğmiş onu izliyordu.

Ona öyle yakındı ki, bu ışıkta gümüş gibi görünen gözlerindeki benekleri seçebiliyordu. Zach gözlerini onun gözlerinin içine dikmişti.

Onun bakışları ruhuna doğru bir yol açıyormuş gibi içine işlerken, Anna kendini ondan hiçbir şey saklayamayan açık bir kitap gibi hissediyordu.

Alnına düşmüş bir tutam saçını görünce, onu yüzünden çekmeyi, saçlarına dokunmayı ve saçlarının kürkü kadar harika bir his bırakıp bırakmadığını anlamayı delicesine istedi.

Anna ona belli belirsiz gülümsedikten sonra, “Şey, merhaba,” dedi.

Zach ne hareket ediyor ne de konuşuyor, sadece onu izleyerek beklemeye devam ediyordu.

Anna sebebini anlayamasa da bu sessizliği doldurması gerektiğini hissetti. “Yanlış bir yola saptı mama gitmem gerek. Görüşürüz.”

Ona kısaca el salladıktan sonra arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. O anda depar atarak uzaklaşmamak için kendiyle cebelleşiyordu.

Daha on adım atmıştı ki, üst koluna iri bir elin sarıldığını hissetti.

Onu düşmekten kurtardığında hissettiği kıvılcımların aynısını hisseden Anna, sessizce nefesini tuttu.

Kalbinin göğüs kafesini zorlayarak attığını hissedebiliyordu.

Zach’in tutuşu nazik olsa da Anna onu tuttuğu sürece hiçbir yere gidemeyeceğini biliyordu.

“Nereye gittiğini sanıyorsun?”

Ses tonundaki muzipliği sezen Anna, arkasına bakarsa onun dudaklarının bir köşesiyle sırıttığını göreceğinden emin olsa da dönüp ona bakmayı reddetti.

Zach onu ürkütmemeye çalışıyormuş gibi yavaşça uzanarak diğer kolunu tutup onu kendine çevirdi.

Anna ona dönse de gözlerini onun göğsüne kilitleyerek kararlılıkla önüne bakıyordu.

“O… Odama geri dönüyorum.” Anna aptal gibi kekelediği için içinden kendine homurdanarak küfretti. Boğazını temizleyerek tekrar denedi.

“Keşif yapıyordum ama bugünlük bu kadar yeter dedim…”

Bu sefer küçük bir gelişme katederek tam ve tutarlı bir cümle kurmayı başarmıştı.

Sonra ikisinin de tek kelime etmeden hareketsiz kaldığı uzun bir duraksama yaşandı.

Sessizliğe daha fazla dayanamayan Anna başını kaldırıp ona baktı.

Zach düşünceli gözlerle Anna’nın yüzünü izlerken, onunla göz göze geldiğinde gülümsedi.

“Ben seni götüreyim. Tekrar yanlış bir yola sapmanı istemem.”

Zach onun kolunu bırakınca Anna geldiği yöne doğru yürümeye başlamak için döndü.

Zach de yanına geçip elini onun beline koydu.

Anna’nın tüm benliği üzerinde hissettiği sıcaklığa odaklanırken, nefesi göğsünde düğümlendi.

Buz kesmiş vücudunda yalnızca dokunduğu noktanın ısındığını hissederken, ondan elini çekmesini isteyip istemeyeceğine karar veremiyordu.

Göz ucuyla ona baksa da onun doğrudan karşısına baktığını gördü. Derin düşüncelere dalmış gibi görünen surat ifadesi ne hissettiğine dair hiçbir bilgi vermiyordu.

Anna bu yüzden fiziksel tepkimenin sadece onun tarafında hissedilip hissedilmediğini merak etti. Anna, Zach ona baktığını fark etmeden önce gözlerini hızla üzerinden çekti.

Onunla olmanın bu sefer neden bu kadar farklı ve çok daha yoğun hissettirdiğini sorguluyordu.

Son seferde gergindi ama bugün, yakalandığı an dışında, sırf elini vücudunda hissettiği için alev alacakmış gibi hissetmiyordu.

Bugün onun yanındayken neredeyse sarhoş gibi hissediyor, Zach’in tüm kadınların üzerinde böyle bir etkisi olup olmadığını kestirmeye çalışıyordu.

Zach’in başka bir kadınla olduğu düşüncesiyle kaşlarını çatarken, Zach’in ona döndüğünü hissetti.

Zach sessizce, “Ne oldu?” diye sordu. Anna kararlılıkla ona bakmayı reddederek omuzlarını silkti.

“Hiçbir şey,” diye mırıldandı. “Sadece insanların burada kaybolmadan nasıl dolaştığını merak ediyorum.”

Zach ona inançsızlıkla tek kaşını kaldırsa da uzatmamaya karar verdi.

“Sırf sana özel bir harita bastıracağım.”

Ukala bir tavırla, “Gerek yok,” diye cevap verdi. “Yer-yön duygum çok iyidir.”

“Biraz önce yanlış yola saparak buraya geldiğini söylememiş miydin?” Anna birden durunca ellerini beline koyup dönerek ona baktı.

Zach’in eli belinden ayrılınca, Anna kendini hayal kırıklığı mı yoksa rahatlama mı hissettiğini anlamaya çalıştığı bir iç savaşın içinde buldu.

“Bunu söylemen ne büyük kabalık.”

Anna onun göğsüne hafifçe vursa da onun gülmeye başladığını görünce bunu yaptığına anında pişman oldu.

Hafifçe homurdandıktan sonra hışımla uzaklaşırken ağır ayak seslerinin onu takip ettiğini duyabiliyordu.

“Beni takip etmeyi bırak!”

“Sadece yer-yön duygunun seni tekrar yarı yolda bırakmayacağından emin olmaya çalışıyorum.”

Anna onu görmezden gelerek bir köşeyi dönünce nerede olduğunu hemen anladı.

Koridorun ucundaki yemek salonundan yükselen konuşmaları duyabiliyordu.

Zach’e dönüp huysuzlukla, “Tamam, artık gidebilirsin. Nerede olduğumu biliyorum,” dedi.

Zach nankörce cevabına herhangi bir karşılık vermeden düşünceli gözlerle bir süre onu izledi.

“Theresa seninle konuştu mu?” Anna konunun aniden değişmesine bir anlığına şaşırdıktan sonra başını onaylarcasına salladı.

Zach’in sol omzunun üzerindeki bir noktaya odaklandı. Yüzüne, özellikle de gözlerine bakmak zorunda kalmadığında onunla konuşmak çok daha kolay oluyordu.

“Yarın kreşte çalışmaya başlayacağım.”

Zach gözlerini Anna’nın yüzünden bir an olsun ayırmadan ellerini kot pantolonunun ön ceplerine soktu.

Yeniden kızardığını hisseden Anna, Zach’in bunu görmemesi için başını öne eğdi. Üzerindeki koyu gri tişörte odaklandı. V yakalı tişörtünün kısa kolları kaslı kollarını gözler önüne seriyordu.

Gözlerini V yakasının üzerinden, bronzlaşmış boynunu ve göğsünün üst kısmını gösteren kısımdan ayıramıyordu.

Zach, “Bu pozisyondan memnun musun?” diye sorunca, Anna sesine güvenmediği için başını onaylarcasına sallamakla yetindi.

Anna tam tişörtünün yakasındaki açıklıktan, boynunun omzuyla birleştiği yerden onu ısırmanın ne kadar güzel olacağını düşünüyordu.

“Odandan memnun musun?”

Gözleri hâlâ boynundaki o noktaya kenetliyken, onu gerçekten dinlememesine rağmen tekrar başını salladı. Nefeslerinin sıklaştığını fark etmedi.

“Anna.” Zach’in sesi daha da derinleşmiş ve göğsünden yükselen hırıltıyla sertleşmişti. Anna gözlerini onun gözlerine çevirdi.

Anna onun ışıl ışıl parlayan gözlerini görünce kurdunun yüzeye yakın olduğunu anladı.

Anna sertçe yutkunurken, Zach’in onun boynuna baktığını gördü.

Zach’in burun delikleri bir şey kokluyormuş gibi alevlenirken başını ona doğru eğdi. Zach’in içindeki hırıltının yoğunlaştığını duyunca panik bedenini sardı.

Anna, “Ö… Özür dilerim, gitmem gerek,” diye kekeleyip ona bir şey söyleme fırsatı tanımadan odasına doğru koşmaya başladı.

Arkasına bakmaya cesaret edemese de onu bu kez takip etmediğini içgüdüsel olarak biliyordu.

Odasına ulaşıp kapıyı arkasından çarparak kapatana kadar koşmayı bırakmadı. Sığ nefesleriyle kapıya yaslanıp biraz önce yaşananlara anlam vermeye çalıştı.

O anda Alfa’dan uzak durmaya karar verdi. Onu deliliğe sürükleyen birinden kesinlikle uzak durması gerekiyordu.

Continue to the next chapter of Dönüm Noktası

Discover Galatea

Kraliyet Mirası 1: Hilalin YükselişiTehlikeli Masal 1: SnowredAlfa'nın CezasıÇarpık Kader 2. Kitap: Özlenen EşSon Gülen İyi Güler

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi