
Cebime sıkıştırmış olduğum kan lekeli zarfı açmak için parmaklarımla zarfı parçaladım.
Bu annemden alabileceğim belki de en son şeydi.
Asla oraya geri dönebilmek için yeterince güvende olamayacaktım ve annem de sürüden ayrılamayacaktı.
Beni öldüreceklerini biliyor muydu ki?
Bunu büyük ihtimalle bilmiyordu, yoksa beni kurtarmak için uğraşırdı.
Kendimi hiçbir zaman o sürüye ait hissetmedim ve bunu bildiği için, bir gün gidersem normal bir insan hayatımın olabileceğini düşünmüş olmalıydı.
O biliyordu. Ölüp tekrar hayata dönebileceğimi biliyordu.
Neden daha önce bunu bana söylememişti ki? Neden şimdi bana bu bilgiyi veriyordu? Yine öleceğimi ve geri döneceğimi biliyor muydu? Alfa Nick'in beni öldüreceğini biliyor muydu?
O kadar çok soru vardı ki kafamda. Hiçbirine cevap veremiyordum. Ama annem haklıydı, burada kalamazdım. Beni öldürmüşlerdi. Boğazımı kesmişlerdi.
Eğer bir şekilde bu ormandan canlı çıkarsam, bunu tekrar deneyebilirlerdı. Ben hâlâ evime geri dönebilirdim ama neler döndüğünü anlarlardı.
Kaç tane canım vardı ki? Hiçbir şeyi boşa harcayamazdım. Ya bu kadarsa, bu son hayatımsa? Zaten sahip olmam gerekenden fazla, üç kere öldüm ve dirildim.
Sonuçta ben bir insanım.
Yolculuğum için hazırlandım ve artık buradan defolup gitmeye hazırdım. İnsanların yanına ulaşıp, haydut topraklarından bir an önce çıkmam gerekiyordu.
Annemin yeniden dirilmemle ilgili söylediklerine rağmen, burası yine de benim için tehlikeliydi.
Belki de düzenbazlar bu sabah tanıştığım düzenbaz gibi, o zamanlar yerde yatan zavallı küçük bir bebeğe zarar vermek istememiştir. Çaresiz kaldığım ve bayıldığım için bana acıyıp korumuş olabilirlerdi.
Ama burada güvende değildim. Benim buradan gitmem lazımdı.
Ayaklarımın altındaki yaprakların çıtırtısı çevremi farkına varmamı sağlıyordu. Süper bir işitme ya da koku duyusuna sahip değildim. Bir şey olup olmadığını, bir şeyin saldırıp saldırmayacağını söyleyemezdim.
Bazen keşke kurt adam olarak doğsaydım diyordum, o zaman bunların hiçbiri olmazdı. Sürüye kolayca kabul edilebilirdim. Kendi savaşlarımı kendim verebilirdim. Bir yere ait olurdum.
Ama bunun yerine ben zayıf bir insandım.
Bir hayvanın çığlıkları beni düşüncelerimden sıyırdı. Kaynağı bulmak için bölgeyi aramaya başladım. Bu hayvan hiçbir tehdit oluşturmamış gibi görünebilirdi ama aslında oldukça tehlikeli de olması ihtimaller arasındaydı.
Gürültüye doğru ilerlerken, çığlıkların sesi hafifçe azaldı. Oluşan sessizlik de kendi kalbimin sesini duymama neden olmuştu.
Ama sonra onu gördüm; her yerinde ısırık izleri olan, açık kahverengi bir hayvandı. Yemeğini durdurmak için bir düzenbaz tarafından yakalanmış ama daha sonra korkup kaçmış olmalıydı.
Her dokunuşumla acısını dindirmeyi umarak yaratığa doğru eğildim.
Elimi yaralarının üzerinde gezdirip, üzerlerine hafifçe bastırıyordum. Bu da kanın dışarı sızmasını biraz olsun geciktiriyordu.
Hayvandan küçük bir inilti çıktı. Maalesef yakında bu yavru canavar kendinden geçecekti.
Bu hayvana bakarken bir damla gözyaşı yanaklarımdan süzüldü. Benim gibi, haydut topraklarında yalnız, kendi haline bırakılmış, dünyanın terörlerinden kaçan bir çocuktu daha o.
Yaşamayı hak ediyordu, yaşamalıydı. O yanlış hiçbir şey yapmadı.
Alfa Nick ve Victoria gibi kötüler yaşamaya devam ederken, neden masumlar ölmek zorundaydı ki?
Aniden, açık kahverengi renkli yaratık uyandı. Nefes nefese kaldığı için göğsü hızla yukarı ve aşağı hareket ediyordu.
Kesiklerin hâlâ orada olup olmadığını görmek için ellerimi kaldırdım ve gerçekten de, yaralar bir şekilde ellerimin altında kaybolmuştu.
Yaralarını, kanını durdurmak için ellerimle kapatmıştım ama boynumdaki yarık gibi bu yavrunun yaraları da mucizevi bir şekilde iyileşmişti.
Bunu ben mi yapmıştım? Bu hayvanı ben mi kurtarmıştım? Bu nasıl mümkün olabilirdi ki?
Bu yavru daha demin ölmek üzereydi ama şimdi kendi kendine ayaklandı ve dörtnala koştu. Ama ben daha sabah olmasına rağmen yine de yorgundum.
Kafamı bir ağaca yaslayıp gözlerimin kapanmasına izin verdim, artık nerede olduğumla ilgilenmiyordum. Sadece biraz olsun uyumam gerekiyordu.
Fakat güçlü bir hırıltı beni bir anda uyandırdı. Önümdeki düzenbazla yüzleşmeye hazır olmadığım için gözlerimi sıkıca kapattım.
Uykum yüzünden hâlâ sersemlemiş olmama rağmen kendimi toparlayıp kaçmaya başladım.
Daha da hızlı yakalanmama sebep olup beni yavaşlatacağı korkusuyla arkama bile bakmadan koşuyordum.
Ama beni kovalayan bir kurttu. Her dalda ve hatta her altı saniyede bir kendi ayaklarıma takılırsam çok uzağa gidemezdim.
Yaratığın üzerime atladığımı hissettiğimde, sanırım bu kadar, burası yine öldüğüm yer dedim içimden. Daha uzun süre hayatta kalmaya çalışmalıydım.
Daha son ölümümden bu yana sadece bir gün geçmişti.
Ama ölüm gelmedi. En azından henüz değil. Kemiklerin kırılma sesini duyduğumda canavarın bir nedenden dolayı değiştiğini fark ettim.
Ve daha demin beni sıkıştıran pençelerini hissettim. Beni yaratığa doğru çeken ezici bir güç vardı ve bir anda uyuşturucu etkisindeymişim gibi bir hale büründüm.
Sonra "Ruh eşim,” diyerek hırladı.
Ve gözlerim onun canlı mavi gözleriyle buluşmak için açıldı, rüyalarımdaki o mavi gözleriyle.
Bu nasıl mümkün olabilirdi ki?