
Uyanır uyanmaz gözlerimi kırpmaya başladım ve Ben’in sesi kaybolurken dirseklerimin üzerinde doğruldum.
Ateş sönmüştü ama havada hâlâ yanmış odun kokusu vardı. Bir elimi yüzüme götürdüm ve saatin kaç olduğuna bakmak için telefonuma uzandım. Şarjı bitmişti.
“Uyanmışsın.”
Tekrar sıçradım. Ben’e bakmak için kafamı yukarı kaldırdım. Birkaç kez yutkunurken daha öncesinde su konusunda o kadar pimpirikli olmamam gerektiğini düşündüm.
Oturup etrafıma baktığımda zamanın geçtiğini ama elektriklerin henüz gelmediğini gördüm.
“Evet,” dedim öksürerek. Kuruluktan boğazım kaşınıyordu.
“Susamışsın,” dedi Ben.
Yüzümü buruşturdum.
Ben mutfağa gidip bana bir bardak su getirdi ve bu sefer içine bakmadan içtim.
Dehidrasyondan ölmeyeceğimden emin olduktan sonra kendime geldim ve sıcaklığın iyice düştüğünü fark ettim
“Neden tekrardan ateşi yakmadın?” diye sordum.
Ben cızırtılı kömürlere baktı ve omuz silkti. “Uykuya daldın,” dedi. “Uyansaydın bu kadar zevk almazdın diye düşündüm.”
“Zevk,” diye mırıldandım. “Peki ya sıcaklık?”
Ben kaşlarını çattı. “Sen…”
Bir anda iki tane sırılsıklam olmuş çocuk önce kapıdan içeri girdi. Boğazım düğümlendi ve hemen ayaklanıp eşyalarımı aldım ve duvara yaslandım.
Ben de ayaklanmıştı ama şaşırmış ya da paniklemiş gibi görünmüyordu. Tepkisizliği beni sakinleştirdi ve merakımı artırdı. Belli ki davetsiz misafirleri tanıyordu.
Onlara meraklı gözlerle baktım ve onları hiç tanımadığımı görünce şaşırdım. Bu ufak kasabamıza son bir haftada üç yeni misafir gelmiş demekti.
“Benjamin!” diye bağırdı uzun boylu çocuk. Sırıtışı tüm yüzüne yayıldı ve ön iki dişinin arasındaki boşluk ortaya çıktı.
“İnanılmaz bir koşuyu kaçırdın, dostum. Buradaki ormanlar inanılmaz.”
“Bunu duyduğuma sevindim, Fitz,” diye mırıldandı Ben gözleriyle beni işaret ederek.
“Bu kim?” diye sordu diğer adam siyah gözlerini kısarak. İkisi de şaşkın ve kaşları çatık bir şekilde bana yaklaşırken nefesimi tuttum.
Kısa olan Ben’e yaklaştı ve derin bir nefes alıp göğsünü şişirirken gözlerini Ben’den ayırmadı.
Verdiği nefesle Ben’e olan öfkesi açığa çıktı.
“Ne işler karıştırıyorsun?” diye sordu sertçe. “Hepimizi yakalatmaya mı çalışıyorsun? Hepimizi öldürtmeye mi çalışıyorsun?”
“Hayır,” diye yanıtladı Ben.
Kısa boylu adamın yüzü renkten renge büründü. “Hayır mı? O zaman neden burada?”
Fitz ayaklarını sürüdü ve korkuyla merak karışımı bir ifadeyle bana baktı. “Will'e katılıyorum,” dedi. “Burada olmamalı.”
“Ve burada olduğumuzu bilmesi bile buradan ayrılmamız için yeterli bir neden.”
Hızlıca Ben'e baktım ve tepkisini ölçmeye çalıştım. Onun gitmesi fikri her nasılsa beni rahatsız etmişti.
Gitmesini istemiyordum çünkü kafamda çok fazla soru işareti vadı. Bu kadar küçük bir kasabada yaşayınca cevapları almaya alışırsınız.
Ben güçlü duruyordu. “Aşırı tepki gösteriyorsun, Will,” dedi, “Tıpkı Philadelphia'da, Kuzey Dakota'da, New Hampshire'da ve Kaliforniya'da aşırı tepki verdiğin gibi.”
Will yükselmeye başladı. “Paranoyak olduğumu düşünüyorsun. A, tamam! Belki paranoyağım ama Ohio'da kıçımızı kurtardım!”
Will bana ve ardından tekrar Ben’e baktı. “Bu kız sadece başlangıç, Ben. İnsanlara yaklaşamayız.”
Ben bana bakmıyordu.
“Evin önündeydi. Yağmur yağmaya başlayınca içeri girdi ama sonra da elektrikler kesildi. Onu o şekilde gönderemezdim çünkü bu çok kabaca olurdu. Ne eksik, ne fazla.”
“Ve bir de kurt vardı,” diye ekledim.
Will sıçradı. “Kurt mu?” diye neredeyse bağıracaktı. “Bir kurt mu gördün?”
Başımı salladım. “Az kalsın bana saldırıyordu ama Ben dışarı çıktı ve onu korkuttu.”
Bu sefer hem Will hem de Fitz, Ben'e baktı. “Harika,” diye mırıldandı Will. “Sadece harika.”
Ben iç çekti. “Çok da önemli değildi.”
Fitz, Ben'e yaklaştı ve omzunu tuttu ve kulağına bir şeyler fısıldamak için eğildi. Sadece birkaç kelime duyabildim. Meşe ve yem.
Fitz Ben'i bırakır bırakmaz kapıya doğru yürüdü ve hiç tereddüt etmeden yağmura doğru ilerledi.
“Ya ağzından kaçırırsa?” diye sordu Will. “Ya onu ormandan çıkarken görürlerse ve bizi bulurlarsa? Ya...”
“Çılgınca sonuçları düşünmeden önce onunla konuşsan?” diye sordu Ben.
Will inatla sessiz kalınca Ben başını salladı ve odadan çıktı. Ön kapıdan geçti ve tek kelime etmeden Fitz’in peşinden gitti.
Will'e baktım ve midemin burulduğunu hissettim. Ben beni gergin bir konuşmanın ortasında bırakıp gittiği için öfkeliydim.
Will başını sallayıp kendi kendine bir şeyler homurdandı ve ateşi yeniden yakmak için harekete geçti.
“Üzerine bir şey ister misin?” diye sordu göz ucuyla bana bakarken.
“Hayır,” dedim kendimi kasarken. “Hayır, teşekkür ederim.”
Will iç çekti. “Ateşi yakacağım ama önce sana bir kazak getireyim. Hassassın ve yağmurda dışarıda kalmışsın. Burası soğuk ve üşütebilirsin.”
“Soğuk algınlığına yakalanır ve görmezden gelirsen daha kötü bir şeye dönüşür. İşte o zaman zatürre ya da bronşit olabilirsin.”
“Kazak harika olur.”
Will homurdanıp ateşi yaktı ve bana kapüşonlu bir sweatshirt getirmek için üst kata çıktı.
Derin bir nefes verdim ve çantamı tozlu kanepeye bırakıp eski yerime yerleştim.
Uzun bir süre sessizce oturdum. Yağmurun sesini, şimşeklerin gürültüsünü dinledim.
Az önce yapılan konuşmaları düşündüm ve mantıklı bir zemine oturtarak parçaları birleştirmeye çalıştım.
Ben ve arkadaşları neden kaçıyordu? Ve ben güvenliklerini nasıl tehlikeye atabilirdim?
“İşte,” dedi Will odaya tekrar girip kucağıma sweatshirt bırakırken. “Bu Ben'in.”
Sweatshirtü başımdan geçirirken içimde garip bir heyecan oldu. Biriyle hiç onun kıyafetlerini giyecek kadar yakın olmamıştım.
Üzerime bol gelmişti. Bu yabancı koku beni hem geriyor hem de rahatlatıyordu.
“Teşekkürler,” diye mırıldandım bol gelen kısmı elimle düzeltirken.
“Söylediklerim için üzgünüm,” dedi Will. “Yağmurun yağması ve elektriğin kesilmesi senin suçun değil. Keşke Ben seni dışarıda bıraksaydı.”
Will'in hatasını fark etmesini bekledim ve etti. “Islanmanı ve üşümeni istediğimden değil, burada olmanı istemiyorum. Yani, seni burada istemediğimden değil, sadece...”
“Sorun değil,” dedim, “Burada olmak istemiyorum ve mümkün olduğunca kısa sürede gideceğim.”
“Daha önce gördüğün kurdun sana saldırmaya çalıştığını mı söylemiştin?”
Başımı salladım. “Evet, kan dondurucuydu.”
“Seni incitmezdi,” diye güvence verdi bana. “Sanırım sadece seni merak etmişti. Gerçekten sana zarar vereceğini sanmıyorum.”
Will yanıma oturdu ve uzanıp ateşi körükledi. “Yine de Ben'in orada olması iyi bir şeydi.”
“Ben'i uzun zamandır tanıyor musun?”
“Aslında hayır,” dedi Will. “Birkaç yıl önce bir araya geldik. Şimdi kolaylık olsun diye birbirimizin etrafında dolaşıyoruz.”
Ona elimden geldiğince bakmaya çalıştım.
“Daha önce söylediğiniz şeyler sanki bir şeyden kaçıyormuşsunuz gibi hissettirdi. Kötü bir şey mi yaptınız? Bu yüzden mi yakınınızda olmamdan korkuyorsunuz? Anlayıp başkasına söylerim diye mi?”
Will kalktı ve ayakta durdu. “Zaten çok fazla şey anlattım.”
Yanında durdum. “Bana güvenebilirsin, ben...” Kendimi durdurdum. Ne benim onlara ne de onların bana güvenmesi için bir sebep yoktu. Onların çetesinin bir parçası değildim ve olmak da istemiyordum.
Will gülümsedi ama gözleri hâlâ pusluydu. “Güvenebileceğimiz kimse yok.” Başımı yana eğip onu biraz daha yakından inceledim.
Saçları koyu renkti ve üç numaraydı. Elleri boyunca uzanan hafif yara izleri vardı. Gövdesi geniş ve kaslıydı. Aslında ilk bakışta korkutucu görünüyordu.
Bu kadar korkması için bir sebep yoktu.
O an ürperdim. Çünkü kaçtıkları şey her neyse üç koca adamı korkutabilecek kadar büyük bir şey olmalıydı.
“Biz geldik,” dedi Fitz, Ben'le birlikte kapıdan içeri girerken. Şimşek çaktı ve gürültüsü yayılırken onlara baktım.
Ben kapıyı kapıyı kapattı ve bana baktı.
“İkinizin de kuruması gerekiyor,” dedi Will. “Yoksa...”
“Hasta olabiliriz,” diye bitirdi Fitz gözlerini devirerek. “Sürekli otuz derecenin altında koşuyorum. Biraz ıslanmış olmaktan sağ çıkabilirim herhalde, Will.”
Ben sessizce yanıma geldi ve parmaklarını dirseğimde hissettiğimde vücuduma sıcaklık yayıldı. “İyi misin? Seni bıraktığım için üzgünüm ama Fitz’le bir şey halletmemiz gerekiyordu.”
Gözlerimi kırpıştırıp yutkundum. “Evet. Aa, ben iyiyim.”
Beni bırakıp biraz geri çekildi ve ne giydiğime baktı.
Göz göze geldik ama hiçbir şey söylemedi. Bakışında kızarıp üzerimdeki sweatshirtü çekiştirmeme sebep olan bir şey vardı.
“Gecenin geri kalanında burada yatmanız gerekecek,” dedi Fitz kanepeye uzanırken. Minderlerin yerde olduğunu fark ettiğinde yüzünü buruşturup kıpırdandı.
“Dışarıda o kadar şiddetli yağmur yağıyor ki gemi yapsak iyi olur.”
“Belki de sızıntı var mı diye odaları kontrol etmeliyiz,” dedi Will. “Burası eski bir ev ve temelinde çatlaklar olabilir.”
Fitz gözlerini devirdi. “Ev gayet iyi durumda. Bu kanepe ise...”
Will'in aklına bir şey takıldığında onu boşveremediğini söyleyebilirdim. Gidip çatıya bakmadan önce birkaç dakika kıvrandı.
Fitz arkadaşının gidişini izlerken homurdanıp üzerindeki ıslanmış kazağı çıkardı.
“Adın ne?” diye sordu.
“Morda,” dedim. “Siz yağmurun altında ne yapıyordunuz?”
Fitz gülümsedi. “Yakacak odunları bağlayıp kulübenin kilitli olduğundan emin olduk. Rüzgar çok güçlü ve onların sağlam kalması gerek.”
Başımı salladım ve çantama uzandım. Konuşmaktan kaçınmak için bir bahane olarak çantamı karıştırmaya başladım. Ben gittiğinden beri Fitz bana bakıyordu ve bu beni rahatsız ediyordu.
Kapanmış telefonumu çantamdan çıkarıp Fitz’e gösterdim.
“Şarj aletiniz olmasının ihtimali var mı?”
Fitz güldü ve başını salladı. “Will cep telefonu taşımamıza izin vermiyor. Ona göre takip edilmenin en kolay yolu bu.” Güldü. “Ayrıca olsa bile elektrikler yok.”
Öne eğilip telefonu çantama geri koydum. “Burada bulunmaktan dolayı çok gergin gibisiniz. Sizi buraya kim arıyor olabilir ki?”
“İz sürmek bazıları için daha kolaydır... Bazı insanlara göre.”
“Siz çocuklar ne yaptınız?” diye sordum ve cesurca cevabı bekledim.
Fitz gözlerini gözlerimden ayırdı ve arkama, yukarı baktı. Arkamı döndüğümde korkudan sıçradım çünkü Ben tam arkamdaydı.
Yanıma otururken gülümsemedi. Ateşe uzandı ve odunları düzeltti.
Ben’in ateşe dönük olan yüzüne baktım ve yanağında dans eden ateşin gölgelerini izledim Bakışlarımı hissetmişti ama dönüp bakmadı.
Başımı eğdim ve derin bir nefes aldım. Odada biriken sessizliği bozmak için söyleyecek bir şeyler düşündüm.
“Şaşırtıcı bir şekilde evde sızıntı yok,” dedi Will odaya geri girerken. Fitz'in yanına oturdu ve yastıkların olmadığını görünce kaşlarını çattı.
Oda tekrar sessizliğe gömüldüğünde bu çocukların aslında arkadaş olmadıklarını anladım. Birlikte olmayı onlar seçmemişlerdi. Bu tamamen onların iyiliği içindi.
Ayağa kalktım ve çantamı kaptım. “Eve gidemiyorsam yatacak bir yer bulmalıyım. Bu evin yatak odası var mı?” Üçü birbirine baktı. “Var mı?”
Ben yanımda durup diğerlerine baktı. “Odamda uyuyabilirsin.”
“Tabii ki kızı alırsın,” dedi Fitz. “Korkusuz lider Ben, istediği her şeyi ama her şeyi alır.” Bana bakışından hoşlanmamıştım.
Ben sinirlenmişti. Elini sırtıma kodu ve beni yavaşça merdivenlere doğru yönlendirdi.
Yolun yarısına geldiğimizde ona dönüp göz göze gelmeye çalıştım. Kolunu çekti ve sağa dönmemi söylemeden önce boğazını temizledi.
“Neden onlarla yaşıyorsun?” diye sordum. “Birbirinizden hoşlanmıyor gibisiniz.”
“Seni hâlâ duyabiliyorlar,” dedi Ben. Bakışımı yakaladığında gülümsedi. “İnce duvarları olan eski bir ev ses geçirir.”
Ben beni odasına götürdü ve kapıyı kapattı. Kalp atışım hızlanmıştı ve avuçlarım terliyordu.
İnanılmaz derecede gergindim. Bir erkek ve bir yatak olan bir odada hiç yalnız kalmamıştım.
Serinkanlı görünmeye çalışıyordum. Eşyalarımı yatağın üstüne atıp kollarımı bağladım ve Ben’e ait olmadığını bildiğim eşyaları incelemeye başladım.
“Burada uyuyabilirsin,” dedi ve bana bakarken ensesini ovuşturdu. “Bir şeye ihtiyacın var mı? Uyumak için kıyafet ister misin? Alt ya da…”
Elimle onu susturdum. “Zaten kazağını giydim.” Ve bu bile çok fazlaydı. “Sorun yok.”
Ben konuyu kapatmaya istekli görünüyordu. “Banyo koridorun sonunda. Kapıyı açık bırakacağım. Böylece daha kolay bulabilirsin. Yatak ne kadar rahat bilmiyorum, hiç kullanmadım.”
“Nerede uyuyorsun?” diye sordum.
Ben yarım ağızla gülümsedi. “İyi geceler, Morda.”
Odadan çıktı ve yalnız kaldım. Telefonumu komodine bıraktım. Örtüleri kaldırıp yastığı düzeltirken annemi düşündüm.
Umarım mesajımı görüp uyuyabilmiştir. Aksi halde şu an hâlâ ayaktaydı ve Robin teyzem ona aptal olduğunu söylerken panik yapıyordu.
Annem kendine engel olamazdı çünkü beni bir başına büyütmüştü. O olmadığında bana göz kulak olacak bir arkadaşı yoktu.
Onun çabalarıyla bugüne gelmiştim ve bir gece bile olsa beni bırakmak onun için zor olmalıydı.
Yatağa yerleşir yerleşmez gıcırdamaya başladı ve ağırlığımın altında sesler çıkarmaya devam etti.
Hafifçe titredim ve soğuk çarşafları üzerime çektim. Keşke alt kattaki ateşi bırakmasaydım.
Oda evin geri kalanı gibi tozlu ve el değmemişti. Ayna kirle ve örümcek ağlarıyla kaplıydı.
Raftaki kitaplar sararmış ve pencere kenarına konulmuş çiçek, vazosuyla birlikte solmuştu.
Fırtına şiddetini koruyordu. Yattığım yerden yağmur damlalarının eğilimli düşüşünü izleyebiliyordum.
Ara sıra gök gürültüsü eşliğinde şimşek çakıyordu. Ben’in evinin hemen yanındaki devrilmiş ağaçları görebiliyordum.
Yataktan kalkıp pencereye gittim ve pervaza oturdum. Elimi soğuk cama koydum ve birbirleriyle yarışan iki yağmur damlasını takip ettim. Aşağı doğru akarken yolları ayrılmıştı.
Yağmur damlaları pencere camının dibine ulaştığında gözüme ağaçlığın başlangıcında hareket eden bir şey ilişti.
Kaşlarımı çatıp diğer elimi de pencereye koydum ve cama yaklaştım. Sıcak nefesim camı buğulandırıyordu.
Gözlerimi kısıp odaklandım ve gördüklerimi tespit etmeye çalıştım.
Onu görünce donakaldım. Kurt geri dönmüştü. Ağaçların hemen arkasında oturuyordu. Eve, bana bakıyordu. Ağzında kanatları kırık siyah bir kuş vardı.
Onu izlerken nefesimi tuttum ve devam etmesini bekledim. Gök gürledi ama bu kurdu tedirgin etmedi. Durmuş evi izliyordu.
Pencereden uzaklaşıp dantelli perdeleri çektim. Onu görüş alanımdan çıkarmıştım ancak kafamın içinden çıkaramıyordum.
Vücudumu kaplayan ürperti ile yatağa girdim.
Gözlerimi kapattım ve yaralı kuşu tutan kurdu düşündüm. Bana nasıl baktığını, gözlerini ve Ben'i düşündüm.
Gözleri aynı onunkiler gibi kahverengimsi, turuncu bir renkteydi ve aynı korkusuz bakışlara sahipti.
Şimşek küçük odayı aydınlattı ve ardından gök gürültüsü onu takip etti. Yalnız kurdun ürkütücü çağrısı derin gürültüyle iç içe geçmişti.
Uyandığımda çarşaf bacaklarıma dolanmış, yastıklar yere düşmüştü. İç çekip gerinirken kot pantolonla uyumanın ne kadar rahatsız edici olduğunu anladım.
“Günaydın.”
Çığlık atıp yerimden zıpladım ve üzerimde pantolonla Ben’in sweatshirtü olmasına rağmen çarşafları çektim. Fitz kollarını bağlamış, kapıya yaslanmış bana sırıtıyordu.
Etrafıma bakındım ve saati tahmin ettim. Muhtemelen onbiri geçmişti.
Ayağa fırlayıp telefonumu kaptım ve şarjı olmadığını tekrar fark ettiğimde içimden küfrettim.
Fitz'e baktım ve ayakkabılarımı giyip çantamı taktım. Saçlarımı geriye attığımda gözüm hâlâ üstündeydi.
“Neden bu kadar çok uyumama izin verdiniz?”
Fitz omuz silkti. “Ben eve bir şey olmuş mu diye kontrol etmek için erkenden dışarı çıktı ve Will de sekiz saatlik uykunu almamış olmandan endişelendiği için seni uyandıramadı.”
“Ona uykunu almamanın nelere yol açtığını sormalısın. Oldukça sürükleyici bir sohbete dönüşür.”
“Eve gitmem gerek,” dedim. “Daha erken çıkmalıydım.”
“Oldukça rahat görünüyordun,” diye alay etti Fitz. “Hepimiz mutfaktan horladığını duyduk.”
Kızardım ve kızardığımı gizlemek için onu iterek banyoya gittim. Aynada kendime bakıp kaşlarımı çattım.
Saçlarım karman çorman ve kabarıktı. Gözlerim akan rimelim ve fazla uykudan çökmüş gibiydi.
“Ben ve Will'e kalktığını söyleyeceğim. Will herkese kahvaltı hazırladı.”
“Kahvaltıya kalamam,” dedim. “Eve gitmeliyim.”
Fitz kaşlarını çattı. “Hadi ama, günün en önemli öğününü atlarsan Will çıldırabilir.” Gülümsedi. “Ve biliyorum ki Ben'i daha fazla görmek istiyorsun.”
“Ben...”
“Hâlâ onun sweatshirtünü giyiyorsun,” dedi Fitz. “Ona bağlı olma hissini seviyorsun.”
Aynadan Fitz'e ve sonra kendime baktım. Haklı olması beni sinirlendirmişti.
Üzerinde erkeklerin kıyafetleriyle gezen kızlardan biri gibi hissetmek için bir erkeğe muhtaç olmaktan nefret ediyordum.
“Birkaç dakika içinde aşağıdayım,” dedim.
Fitz gidince saçımı düzeltip yüzümü yıkadım ve kendime çeki düzen verdim.
Olabildiğince iyi göründüğüme emin olduğumda kendimi rahatlatmak için aynada kendime gülümsedim ve merdivenlerden aşağı indim.
Mutfakta bir trafik vardı. Ben masayı kurarken Fitz ocağın başındaydı. Fitz de ikisi bakmıyorken ağzına ufak tefek bir şeyler atıyordu.
İçeri girdiğimde herkes durdu. Fitz bana gülümsedi. Ağzından pastırma sarkıyordu.
Will geceyi sağ salim atlattığımı görünce rahatlamış gibi başını salladı. Ben önce elimde tuttuğum sweatshirtüne ardından bana baktı.
“Günaydın,” diye mırıldandım.
“Yumurtanı çırpılmış mı yoksa göz şeklinde mi istersin?” diye sordu Will. Kızaran yiyeceklerin kokusundan elektriklerin geldiğini anladım.
Ben beni sandalyeye yönlendirdi ve gülümsedi. Will'e baktım ve omuz silktim. “Siz nasıl isterseniz, benim için fark etmez.”
Will kaptığı tostu bırakması için eline vurduğunda “Misafir sensin,” dedi Fitz.
“Çırpılmış,” dedim.
Fitz kaşlarını kaldırdı. “Ben'in en sevdiği.”
Ben karşıma oturdu. Gövdesi pencereye dönüktü. “İyi uyudun mu?”
“Evet, teşekkürler,” dedim, “Ya sen?”
“Ben pek uyuyamaz,” dedi Fitz. Yanımdaki sandalyeye oturup omzunu benimkine vurdu.
Will masaya tabakları, bardakları ve bir sürahi portakal suyunu yerleştirdi.
Tostlar masanın ortasına yığılmıştı ve sofraya ışıl ışıl bir gökyüzü, keyifle cıvıldayan kuşlar eşlik ediyordu.
Çocuklar başlamak için hiç zaman kaybetmediler. Üçü de sanki yemek her an yok olacakmış gibi yeme başladılar.
Tabağımın kenarlarıyla oynarken gergin bir şekilde zamanın geçişini izledim. Üç yabancının önünde yemek yiyemeyecek kadar kendimdeydim.
Fitz bana dirsek attı. “Yemiyor musun?”
“Sevmedin mi?” diye sordu Will endişeyle.
“Hayır, ben...”
Fitz, “Kızlar asla erkeklerin önünde yemek yemek istemezler,” dedi. “Şişman görünmemek için.”
Ben kaşlarını çattı. “Anneni mi düşünüyorsun?”
“Endişelenecek,” dedim. Fitz'e yanıldığını göstermek için ağzıma bir çatal dolusu yumurta soktum.
“Seni eve bırakırım,” dedi ve peçetesini tabağına bırakıp ayağa kalktı.
Will kaşlarını çattı. “Kahvaltı yapması gerekiyor, Ben. Onun için önemli...”
“Evde yemek yiyebilir, Will,” diye gürledi Ben. “O zamana kadar açlıktan ölmez.”
Ben yanıma gelip elini sırtıma koyunca ayağa kalktım. Neredeyse mutfaktan çıkıyorduk ki fotoğraf makinemi çantamdan çıkardım.
Kamerayı kaldırıp çocuklar yemek yerken samimi bir an yakaladım.
Fotoğraf makinemi çantama geri koymadan önce gülümsedim. “Geceyi burada geçirmeme izin verdiğiniz için teşekkür ederim,” dedim. “Sonra görüşürüz.”
Fitz, Ben'e baktı ve sırıttı. “Eminim seni daha sık göreceğiz, Morda.”
Ben bir şeyler homurdandı ve sırtıma biraz güç uyguladı. Böylece senkronize adımlarla evden dışarı çıktık.
Yerler nemliydi ve güneşe rağmen dallardan sular damlıyordu.
Ormanın sesleri geri dönmüştü. Gök gürültüsü kuşların ve sincapların sesini bastırmıyordu. Orman yine sakin, temiz, canlı ve merak uyandırıcıydı.
Bu daima ölümsüzleştirmek istediğim bir andı.
“Umarım senin için çok tuhaf olmamıştır,” dedi Ben. “Fitz ve Will'in yanında olmak. Başa çıkılması zor ancak iyi insanlardır.”
Dudaklarımı geniş bir gülümsemeyle birbirine bastırdım. “Dün gece beni fırtınayla başbaşa bırakmadığını için mutluyum. Yağmur ve karanlıktan daha az sevdiğim bir şey varsa o da ikisinin karışımıdır.”
Ben başını salladı ve ellerini ceplerine soktu. Ormanda yaşadığı kısa süre göz önünde bulundurulduğunda yollara olan hakimiyeti dikkatimi çekti.
“Merak ediyordum da,” diye başladı söze ormanla kasaba arasındaki sınırı geçerken. “Bir ara benimle dışarı çıkmak ister misin?”
Olduğum yerde durdum. Uzun çimler ayak bileklerimi gıdıklıyordu. Ben’ baktığımda yüzündeki kaygı ve korkuyu görebiliyordum. Hayır dememden endişeleniyordu. Sormaktan çekiniyordu.
Vücudumda baştan aşağı bir titreme hissettim.
“Beni dışarı mı çıkarmak istiyorsun?” diye tekrar ettim. “Randevu gibi mi?”
Ben omuz silkti. “Eğer kıyafetlerimi giymeye devam edeceksen dışarı çıkmayı da deneyebiliriz.”
Hâlâ sweatshirtünün elimde olduğunu fark etmeden önce kaşlarımı çattım. Yüzüm kızarırken başımı salladım ve kıyafetini ona geri verdim. Gülümseyerek aldı ve bekledi.
“Bence bir randevu güzel olurdu.” Cevap verirken kendi sesimi tanıyamadım. Sanki bir uzaylı derimin altına nüfuz etmiş de beni kontrol ediyor gibiydi.
Sanki o ana müdahale edemezmişim, yalnızca seyirci olabilirmişim gibi geldi. “Benimle görüşmek arkadaşlarını kızdırmayacak mı? Will beni etrafta istiyor gibi görünmüyordu.”
Ben gülümsedi. “Sana söyledim. Onlar benim arkadaşım değil.”
Gülümsemesine tereddütle karşılık verdim. “Dün gece için tekrar teşekkürler.”
“Görüşürüz.”