
Peşimden gelmiyorlardı, bana seslenmiyorlardı. Birlikte geçirdiğimiz yılların hiçbir anlamı yoktu. Geceleri fısıldanan sözler, verilen vaatlerin hepsi yalandı.
Ay Tanrıçası bizi bir araya getirmişti ama onlarla bir şekilde bir geleceğimiz olacağını umacak kadar safmışım meğer.
Karnımda bir ağrı hissediyordum ama bunun üzerinde durmadım. Kopmuş eş bağından kaynaklanan acının tamamen yok olması zaman alacaktı. Birden kopan iki bağ ise… Bunun iyileşmesi şüphesiz daha uzun sürecekti.
Sürü evine ulaşır ulaşmaz Alfa Darren’ın ofisine yöneldim. Geç saatlere kadar çalışmasıyla bilinirdi, bu yüzden orada olacağını biliyordum. Kapısının hemen önünde durup birkaç derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım.
Kapıyı çaldıktan sonra cevap vermesini bekledim. Birkaç saniye sonra, “Gir,” diye bağırdı.
Kapının kolunu tutup kapıyı açtığımda yorgun alfayı gördüm. Masasının arkasında kâğıtlara gömülmüştü.
“Ah, Olivia. Parti nasıl gidiyor?” Sorusuna cevap vermeden ofisine doğru bir adım daha attım. “Pekâlâ, partiyi boş ver. Senin için ne yapabilirim?”
“Alfa Darren, bir karar verdim,” dedim aniden.
“Ne kararı?” diye sordu kaşlarını çatıp sırıtarak. Cevabımı zaten biliyordu, beni çok iyi tanıyordu.
“Tek bir şartla gideceğim.”
“Ne şartı?” derken güldü. Elbette bir şartım olacağını biliyordu.
“Nerede olduğumu ya da ne yaptığımı kimseye söylemeyeceksin,” dedim.
İçimden bunu kabul etmesi için yalvarıyordum. Kaçmak bir çözüm olmayabilirdi ama şu anda elimdeki tek şey buydu, o yüzden bunu yapmak zorundaydım.
Alfa Darren bana bakarak kısa bir süre isteğimi düşündü. “Sorduklarında ne demeliyim?”
İkizleri kastettiğini biliyordum. Gerçeği bilmedikleri ve beni aramaya gelmedikleri sürece ne düşündükleri gerçekten umurumda değildi.
“İkizlere eşimi bulmak için sürüden ayrıldığımı söyle. Nerede olduğumu ve ne kadar süreyle ayrıldığımı bilmediğini ve benimle iletişim kurmanın hiçbir yolu olmadığını... Onlara geri dönmeyebileceğimi söyle.”
“Neden? Neden benden bunu istiyorsun? Ne oldu?” diye sordu Alfa Darren yüzünde endişeli bir ifadeyle. “Neden geri dönmeyesin ki?”
“Geçen gün söylediğin şeyi düşündüm ve hepimize mutlu olmak için bir şans vermeye karar verdim. Kim bilir? Belki de eşim Akademi’dedir,” dedim yalan söyleyerek. Ardından omuz silktim. Bu kadar iyi yalan söyleyebilmeme biraz şaşırmıştım.
“Pekâlâ o zaman, ayda bir kez bana haber verdiğin sürece istediğini yapacağım.” Alfa Darren ayağa kalkıp bana sıkıca sarıldı.
Gülümseyerek yerine getirmeye hiç niyetimin olmadığı bir söz verdim. “Haber vereceğim ve lütfen Micheal’ın da çenesini kapalı tutmasını sağla.”
Alfa Darren kıkırdadı. “Tamam. Minibüs yarın sabah beşte ön taraftan kalkıyor. Hazır ol.”
“Teşekkür ederim Alfa Darren.” Bana başka soru sormadan önce aceleyle ofisinden çıktım. Bunu onaylamayacağını bilsem de oğullarının beni reddettiğini ona söyleyecek cesareti kendimde bulamamıştım.
Bir kurdun sürü içindeki konumuyla ilgili eski kavramlar çok eskide kalmıştı. Ak Meşe Sürüsü diğer sürüler kadar bunlara uymasa da bazı gelenekler hâlâ devam ediyordu.
Çoğu dişi, eski kadın düşmanlığının çoğunun ortadan kalktığı bu sürünün bir parçası oldukları için kendilerini şanslı sayıyordu.
Yatak odamın kapısını kapattım ve sahip olduğum tek çantayı çıkardım. İçine kıyafetlerimi, tarağımı, deodorantımı ve ihtiyacım olabilecek diğer ufak tefek şeyleri doldurdum.
Karnıma yine bıçak gibi bir ağrı girince neredeyse hazırlanmayı bitirmiştim. Elimi bacaklarımın arasına götürdüm. Elimi geri çektiğimde elimde kan vardı.
Kafamdan bir sürü düşünce geçerken paniklemeye başladım. Yolunda olmayan şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama yardıma ihtiyacım olduğunu biliyordum.
Zihnim biraz bulanık olsa da Greyson’la zihin bağlantısı kurdum.
Reddedilmenin iç kanamaya neden olduğunu daha önce hiç duymamıştım. Oldukça şaşkındım.
Greyson yatak odama dalıp beni orada bulamayınca banyoya doğru yürüdü. Bana sesleniyordu ama cevap veremiyordum. Paniğe kapılmıştım.
İçeriye girdiğinde yere saçılan kıyafetlere bakarak kaşlarını çattı. “Ne oldu?” diye sordu bana yaklaşırken.
“Bilmiyorum. Lütfen bana bir eşofman altı getir ve sonra da kliniğe gitmeme yardım et,” dedim yalvararak. Umarım ikizler yolda önümüzü kesmezdi.
Greyson eşofman altını getirdikten sonra giyinmeme yardım etti ve ardından beni kucağına aldı. Aceleyle sürü evinden çıkıp kliniğe doğru yürümeye başladı.
“Ağrın var mı?”
“Evet.”
“Nerede?” diye sordu hızlanırken.
“Her yerde.”
Kliniğe vardığımızda hemşire bizi boş bir sedyeye yönlendirdi. Greyson beni dikkatlice sedyeye yatırıp perdeleri kapattı.
Sabırla doktoru bekliyorduk. Doktor aniden perdeyi açınca ikimiz de yerlerimizden sıçramıştık. Dosyasından başını kaldırmadan, “Sorun nedir?” diye sordu.
“Kanamam var.”
“Nerede?” derken başını kaldırıp beni inceledi. Kanı görmesi uzun sürmemişti. “Ah. Yaralandınız mı?”
“Hayır.”
Doktor bir makine çıkarıp tişörtümü yukarıya kaldırdı ve karnıma soğuk bir jel sıktı. Bir melodi mırıldanıyordu. Birkaç dakika cık, cık gibi bir ses çıkardı.
“Stres altında mıydın?” diye sorduğunda başımı salladım. Sonrasında, “Eşin tarafından mı reddedildin?” diye sordu açık açık.
Doktora baktım. Greyson’ın nefesinin kesildiğini duyabiliyordum. Gözlerim dolmuştu. Doktora cevap veremedim.
Doktor elime uzanarak şefkatle bana baktı. “Üzgünüm canım ama bebeğini kaybettin.”
Ardından elini geri çekti ve geldiği gibi hızla yanımızdan ayrıldı. Orada öylece, arkasından bakakalmıştım. Ne bebeği?
İlk konuşan Greyson oldu çünkü ben hâlâ şokun etkisinden kurtulamamıştım. Hamile olduğumu nasıl anlamamıştım?
“İyi... İyi misin?” diye sordu Greyson sessizliği bozarak. “Hamile olduğunu biliyor muydun? İkisini de öldüreceğim!”
Karnımdaki jeli temizleyip tişörtümü indirdim ve bacaklarımı yatağın kenarından aşağıya salladım. “Greyson, yapma.”
“Neyi yapmayayım? Seni korumayayım mı? Bunun için çok geç kalmış olabilirim ama yine de onlardan bunun intikamını alabilirim,” diye çıkıştı. Öfkeyle kollarını havada sallıyordu.
“Önce birini, sonra diğerini indireceğim. Muhtemelen bunu uykularında yapmak zorunda kalacağım...”
“Ben gidiyorum. Sabahleyin.”
Greyson volta atmayı bırakarak bana baktı. “Nereye?” diye sorduğunda başımı iki yana salladım. “Olivia, bu şekilde gitme. Seninle yıllardır arkadaşız. Benimle konuşabilirsin.”
İç çekerek çıkışa doğru yürümeye başladım. Greyson da hızla arkamdan gelerek bana yetişmişti. “Lycan Akademisi’ne katılıyorum, hamile olduğumu bilmiyordum. İkizlerinmiş.”
“Ne ikizlerinmiş?”
“Bebek. Onların bebeğiydi. Ya da onlardan birinindi sanırım. Bilmiyorum.”
Adımlarımı hızlandırdığımda Greyson bana ayak uydurdu. Çok geçmeden odama geri dönmüştük. Çantam toplanmıştı. Kanlı kıyafetlerim banyoda yere saçılmış hâlde duruyordu.
Mahvolan kıyafetlerimi yerden almaya yeltendiğim sırada Greyson bileğimi tutarak beni durdurdu. Bunun üzerine tekrar ağlamaya başladım. Hıçkırıklar arasında zar zor konuşabiliyordum.
“Lütfen kimseye söyleme.”
“Git uzan. Ben her şeyi hallederim,” dedikten sonra Greyson beni yatağıma götürdü. “Seni özleyeceğim Olivia. Merak etme, kimseye hiçbir şey söylemeyeceğim.” Beni alnımdan öptükten sonra kirli kıyafetlerimi alıp odadan çıktı.
Birkaç dakika sonra bir paspas ve kovayla geri dönmüştü. Yerdeki kanı temizledikten sonra kapıyı sessizce arkasından kapatıp odadan çıktı. Bu onu son görüşüm olmuştu.
Alarmın çalmasıyla uyandım. Hâlâ canım yanıyordu ama ılık bir duş acımı hafifletecekti. Duştan sonra eşofman altımı giyip üzerime bol bir tişört geçirdim. Saçlarımı da dağınık topuz yaptım.
Onlardan çaldığım tişörtler de dâhil olmak üzere ikizlerin bana verdiği her şeyi geride bıraktım.
Bana verdikleri kolye hariç her şeyi… Onu geride bırakacak kadar kalpsiz değildim. Bir daha asla böyle bir hata yapamazdım, hiç düşünmeden birini körü körüne sevemezdim. İşte bu kolye bana bunu hatırlatacaktı.
Bir daha asla kalbimi ve ruhumu birine vermeyecektim.
Minibüs sürü evinin kapısında bekliyordu. Ben oraya doğru yürürken Micheal kapıyı açmıştı. İçeride başka sürülerden başka kurtlar da vardı ama hiçbirini tanımıyordum.
Şoförün eliyle bana işaret ettiğini gördüm. Sanırım geç kalmama biraz sinirlenmişti.
İşte o an. Hayatımı tamamen değiştirecek o karar…
Arkamı dönüp hayatım boyunca evim olan yere baktıktan sonra hemen yan yana duran ikizlerin penceresine göz attım. Işıkları yanıyordu, perdelerin arkasında hareket eden gölgelerini görebiliyordum.
Çoktan kalkmışlardı. Şimdiye kadar bir parçası olmaktan keyif aldığım sürünün alfaları olarak yeni bir günün üstesinden gelmeye hazırlanıyorlardı.
Çantamı minibüse atıp Micheal’ın yanına oturmadan önce, “Veni, vidi ve amavi,” diye fısıldadım.