Humi
SERENA
”Fazla seksi oldu, Niall! Biraz azaltalım!” Favori yakışıklımı üst üste üçüncü kez uyarıyordum çünkü üç kadın modelden birine sürtündükten sonra diğeriyle öpüşmeye başlamıştı.
Tabii kızlara göre hava hoştu.
“Neyin var senin?”
Genç bir asistan reflektör ışığının arkasından, “Kızgınlık dönemine girmiş olabilir,” diye bağırınca herkes güldü.
Niall ona orta parmağını çıkarıp parlak gülümsemesiyle bana döndü. “Sadece biraz huzursuzum.”
Birkaç düğmesini açmak yerine tamamen yırttığı gömleğine bakarak, “Biraz da dağınıksın,” dedim. “Vampir teması erotik olmak zorunda olduğun anlamına gelmiyor.”
Arkasındaki duvara başını yaslayıp, “Bence tam olarak bu anlama geliyor,” derken etrafındaki kızlar heyecanla ciyakladı. Bana bir kez daha gülümseyip göz kırpan Niall, “Hadi bana başka bir gömlek getirin. Bu sefer uslu duracağıma söz veriyorum,” dedi.
Aslında Niall son derece profesyoneldi ve genelde pek sorun çıkarmazdı. Çalışılacak modeller arasında ilk sıralarda yer almasının sebebi de buydu.
Marka çekimleri için modelleri ben seçmesem de bana danışıldığında gözümü kırpmadan önereceğim tercihlerim vardı.
Ben kızlarla çalışmaya devam ederken stiliste Niall’la ilgilenmesini işaret ettim. Bana son derece anlamsız gelen kıyafetlerle kızların sayısız pozunu çekmem gerekiyordu.
Ama bana asıl mantıksız gelen Patrick Price’ın tercihleriydi.
Patrick Price, erkek kıyafetleri ve parfümleri üreten bir moda deviydi ve açık saçık modellerle reklam yapmayı severdi.
Niall bir yıldır o markanın reklam yüzüydü ve heykel elinden çıkmış gibi görünen seksi vücudu markanın tam olarak istediği şeydi. Ancak Patrick’in reklam için neden kadın modellere de ihtiyaç duyduğunu anlayamıyordum.
Kivon başını önündeki kâğıt yığınından kaldırıp kaşlarını çatarak, “Herifin gelmeden önce kafayı çekmediğine emin misin?” diye sordu.
Sarı saçları okyanus mavisi gözlerine dökülen Kivon, tıpkı üniversitenin ilk günündeki gibi sinirli görünüyordu.
Hiçbir fikrim olmadığını göstermek için omuz silkip kızları kameranın önüne topladım.
Objektifimi ayarlarken, “Harika, Lily. Hiç bozma,” dedim. “Sen biraz sola, Mina. Harika! Violet, değil mi? Hafifçe geriye yaslan. İşte böyle!” gibi direktiflerle kızları yönlendirdim.
Birkaç poz daha çekip on dakika ara vereceğimizi duyurdum. Modeller yaptığımız çekimin içeriğine göre fazla şıktı. Çekim için yataktan yeni kalkmış seksiliğine ihtiyacımız vardı.
Fotoğraflara çok fazla rötuş yapmamak ve saçları biraz karıştırmak iş görecekti. Bunlar, geçen hafta çalışmak zorunda kaldıklarımın aksine, kamera hilelerini bilen güzel kızlardı.
Geçen haftakilerle çalışırken saçımı başımı yolmamak için kendimi zorlamam gerekmişti.
Hatta içlerinden bir tanesi sürekli takılıp durduğu ve doğal hareketler yapmadığı için ona gösterme amacıyla podyum yürüyüşü yapmak zorunda kalmıştım.
Büyük bir stüdyomuz olmasa da piyasada sağlam bir itibarımız vardı. O yüzden stüdyomuz genelde çok meşguldü.
Em Stüdyosu’nun çok sayıda uzun süreli çalışanı vardı ve bu eski kır evi benzeri bina, ünlülere ve gücü yeten sıradan insanlara hizmet veriyordu.
Bana her saat başı bir fincan çay getiren Kivon’a bakıp gülümsedim. Kendimi kaybedip korkunç bir zombiye dönüşmeyeyim diye bana belli aralıklarla çay getirmesi ve asla kahve getirmemesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
Sigarasından bir fırt alıp üflerken, “Bu kızlardan memnunum,” dedi.
Elimi yüzümün önünde sallayıp öksürüyormuş gibi yaparken, “Hey,” dedim. “Beni kanser mi edeceksin?”
Söylenmemin üzerine sigarasından derin bir fırt alıp kocaman bir duman halkası yaparak yüzüme üfledi. Bu sefer gerçekten öksürdüm.
Ellerimi göğsüne yaslayarak onu hafifçe ittim. Ancak yüzündeki şeytani sırıtış kaybolmadı.
Emily, yani Em işlerin nasıl gittiğine bakmak için stüdyoya girerken uyaran bir ses tonuyla, “Burada sigara içme, Kivon,” dedi.
Kivon omuz silkerek bana sırıttığı gibi ona da sırıttı. Sinsi ya da flörtöz değildi. Sadece ifadesi böyleydi. Aslında moda sektöründe olup da manken olmamasını şaşırtıcı buluyordum.
Bana kalırsa hiç değilse bir cilt bakım markasıyla çalışabilirdi.
Emily’ye, “Ortamın tadını kaçırma, Patroniçe,” diyerek göz kırparken sigarasını söndürdü.
Kivon sözde son bir yıldır sigarayı bırakmaya çalışıyordu ama bunun için herhangi bir çaba sarf ettiğini göremiyorduk.
Emily bana dönerek, “İşimiz bitti mi?” diye sordu.
“Pek sayılmaz,” diye homurdandım. “Bugün Niall’dan sadece bir çekim alıp bitireceğim. Çekimin kalanı için yarın tekrar gelmemiz gerekecek. Niall bugün pek havasında değil.”
Emily başını iki yana sallayarak, “Olur böyle şeyler,” dedi. “Çok yoğun bir programı var. Sanırım biraz nefeslenmesi gerekiyor.”
Kivon alaycı bir tavırla gülerek, “Sen onu Patrick’e anlat,” dedi.
”Niall Aruba’dan yeni döndü. Gayet iyi,” dedikten sonra stiliste Niall hazır mı diye seslendim. Daha cevabımı alamadan Niall spot ışıklarına yaklaştı. “Lütfen bu gömleğe iyi davran. Bu elimizdeki son gömlek,” diye uyarıda bulundum.
Patrick Price’ın kot pantolonunun üzerine tüm düğmeleri açık, düz beyaz bir gömlek giymişti.
Reklam özetinde vampir teması istenmişti ama ben kan içerikli görseller istemiyordum. Sadece koyu renk makyajlı, dumanlı gözlerle şehvetli fotoğraflar istiyordum.
Ama Niall bana istediğimi vermiyordu.
Niall, Svelte dergisinin bu kez gönderdiği yeni stajyere, “Ses ver!” diye bağırdı. Dergi, Patrick’in tüm koleksiyonlarını yayınlamak için bir yıllık anlaşma imzalamıştı.
Çekimlerin derginin politikasına uygun ilerlediğinden emin olmak ve ayrıca kendi asistanı benim ofisimde uzanıp taze meyve suyunu yudumlarken Niall’ın işlerine koşsun diye çekimlere birilerini gönderiyorlardı.
Şımarık modeli kızdırıp işini kaybetmekten korkan ürkek stajyer onay almak için yüzüme baktı. Başımı iki yana salladım.
Zaten “oranı salla” ve “buranı oynat” zırvaları fonda çalıyordu. Niall’ı hava sokmak için ihtiyaç duyduğumuz şey biraz gizemdi.
Kendim de birkaç derin nefes alıp vererek, “Nefes al, Niall,” dedim. “Havaya girmen için sana vakit veriyorum. Tamam mı?” Soru sorarcasına başımı yana eğince başını sallayarak karşılık verdi.
Saçları gözüme biraz kuru göründüğü için makyaj masasından sprey alıp bazı kısımlara sprey sıktıktan sonra saçlarını hafifçe karıştırdım.
Sonra yüzüne ve gövdesine sıktım. Su geçirmez makyaj malzemeleri sayesinde yüzündeki makyaj yerinden oynamadı.
Niall yürek hoplatan parıltılı ela gözleriyle bana bakarak, “Sen model olmalıymışsın,” dedi. Koyu renk göz kalemi gözlerini çok daha çekici gösteriyordu.
Gömleğinin yakalarından tutup beş yaşında bir çocukla konuşuyor edasıyla, “Niall,” dedim. “Bana iyi fotoğraflar verirsen yemin ederim Patrick’le konuşup sana bir ay izin ayarlarım.”
”Bir hafta içinde meteliğe kurşun atarım,” dedi kıkırdayarak.
”Ücretli izin.” Ciddi olduğumu anlasın diye gözlerinin içine baktım. “Büyükanneni ziyarete gidebilirsin. Magazin olmayacak. Basit bir yaz tatili gibi düşün.” Sonra sesimi alçaltarak, “Kat’le de görüşebilirsin,” diye ekledim.
Son cümle ağzımdan çıktığı anda o seksi vampir ifadesi yerini duygusallığa bıraktı. “Bunun için sana istediğin pozu veririm. Ama Kat’in benimle konuşmayacağını biliyorum.”
“Sürekli başkalarıyla kırıştırırsan herhâlde konuşmaz, Niall. Aşk böyle bir şey değil.”
“Ama o başlattı.”
Niall’ın cevabı karşısında gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum. “Birbirinizi kıskandırmak için çocukça oyunlar oynayıp duruyorsunuz. Bak, işe yaramıyor işte.”
Parmağımı göğsüne doğrultup, “Artık büyüyüp hatalarını kabul etmen lazım. Ama her şeyden önce bana istediğim pozları vermelisin,” dedim.
Niall derin bir iç çekerek, “Bunu başarırsan sana sonsuza kadar taparım,” dedi.
“Sen şu çekim işini hallet, ben tatil kısmını ayarlayacağım,” dedim sesimi alçaltarak. “Ayrıca bana herkes tapıyor zaten.”
Gözlerine ulaşan gülümsemesiyle, “Seni bencil manyak,” dedi. “Anlaştık.”
”Güzel.” Ellerimi çırpınca herkes toplandı. Günün kalanı pürüzsüz bir şekilde geçti.