Galatea logo
Galatea logobyInkitt logo
Sınırsız Erişim Edin
Kategoriler
Oturum aç
  • Home
  • Kategoriler
  • Listeler
  • Oturum aç
  • Sınırsız Erişim Edin
  • Destek
Galatea Logo
ListelerDestek
Kurtadamlar
Mafya
Milyarderler
Toksik Aşk
Slow Burn
Düşmandan Sevgiliye
Paranormal ve Fantezi
Ateşli
Spor
Kolej
İkinci Şans
Tüm Kategorileri Gör
App Store'da 4,6 puanlı
Hizmet ŞartlarıGizlilikBaskı
/images/icons/facebook.svg/images/icons/instagram.svg/images/icons/tiktok.svg
Cover image for İyilik Meleği A.Ş.:Derinler Prensi

İyilik Meleği A.Ş.:Derinler Prensi

Bölüm 4

Görüşüm yavaşça düzelirken ve cildim farkındalığımla karıncalanırken derin bir nefes aldım. Beynim gördüklerimi delicesine anlamlandırmaya çalışırken gözlerim kocaman açıldı.

İmkansızdı.

Bu gerçek olamazdı.

Etrafımdaki tehditkâr manzarayı incelemeye çalışırken deniz sisi yüzüme çarpıyordu.

“Oh, Camila,” deyip nefes aldım. Okyanus dalgalarının gürültüsünü ve dağın zirvesine çarpan şimşek seslerini duyabiliyordum, bu da beni daha da geriyordu.

Bacaklarımın yorulacağından korkarak yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm. Aptalca bir şey yapmadığımdan emin olmak için düşünürken, çığlık atmamak için ağzımı zar zor kapattım.

Kalbim göğsümü öylesine zorluyordu ki, bu yeni dünyayı algılamaya çalışırken gözlerim acıyordu.

Bu gerçekti.

Karadeniz'e bakan bir sahanlığın kenarındaydım. Gökyüzü kızgın görünüyor ve yanıp sönen ışıklarla titriyordu. Dönen gökyüzüne uzanan, yaklaşık altmış metre uzunluğundaki engebeli bir siyah dağın üzerindeydim.

Ve bütün bir karanlık şehir, bu keskin kenarları olan kara parçasına inşa edilmişti.

Arkama baktım, uzaklardaki çıkıntılarda yürüyen insanlarla çevreyi aydınlatan parlak turuncu ışıklar gördüm.

Dağ, kırılmış bir kristal parçası gibi görünüyordu ve şu an kızgın gecenin göğünü deliyordu.

Soluma baktım ve tekin olmayan bir kayanın içine açılan metal kapılar gördüm. Resmen cehenneme açılan bir kapı gibi görünüyordu.

Elbette oraya gitmeyecektim.

Kahverengi bir pelerinle kaplı, Steve’in yanımda “Adamıııım,” dediğini duydum. Yüzüğü ateşe atmak üzere olan Frodo ve Sam gibi hissediyordum. “Eğil! Oradaki Ork’u görüyor musun?”

Kafamı çevirip engebeli başka bir yere baktım ve yalnızca Yüzüklerin Efendisi ~filminde görebileceğiniz türden bir yaratık gördüm. Uzun ve bir trol ya da sürüngen yaratık gibi görünüyordu. Yüzüne bakılmayacak kadar çirkindi.

“Steve,” deyip nefes aldım ve kaya duvara koşup kendimi duvara yasladım. “Bizim burada ne işimiz var?!” diye sordum.

“Adım Steven. Bunu sana önceden de söyledim,” diye fısıldadı. “Yardım gelene kadar erkeğinle takılacaksın.”

“Al, şunu giy ve bir Ork gibi davran. Topallayarak yürü ve kambur dur. Başını yerden ayırma.”

Sadece gözlerimizi gösterecek şekilde yüz örtüleri taktık.

Steve'in, “İçmem gerek,” dediğini duydum.

“Ben de,” diyerek katıldım, rüzgârın keskin soğuğunu hissederek.

Hem de çok istiyordum.

İkimiz de sessizce durup gök gürültüsünü dinliyorduk. “Mahkumların tutulduğu alt kata inmen gerekiyor,” dedi sonunda sessizliği bozarak.

“Bir hafta burada nasıl kalacağız?!” diye sordum.

Steve, “Pierce, Ork şehrinde bizim için bir oda ayırttı,” dedi.

“Ciddi misin? Bu cehennem deliğine girmek zorunda mıyız?” İMA’nın bize bir oda ayırtması ne kadar da cömertçe bir hareketti.

Bir müptezel gibi gülüyordu.

Kendi kendime küfrettim.

Ben ve lanet kafamın zenginlik için yaptığı şeyler.

“Hadi gidelim,” dedi ve görünmez bir bilgisayarda yazıyormuş gibi elini hareket ettirmeye başladı.

“Sen… Ne yapıyorsun?” diye sordum, sonra başka bir şimşek bu dağ kabusuna çarptığında irkildim. Kendimi pürüzlü duvara daha da yasladım.

“Burası korkunç bir yer. Acaba diğer kızlar bu dünyanın sunduğu harika manzaraları izleyerek lüks içinde mi yaşıyorlar,” diye tısladım. Kendimi az önce buz gibi suya batırılmış, kulakları arkaya yatırılmış bir kedi gibi hissediyordum.

“Brayja ile Gaya İmparatorluğu'nda buluşamaz mıyım? Bu gerekli mi? Öyle olmadığını düşünmeye başladım. Neden burada başlamak zorundaydık?!”

“Yol tarifi alıyorum,” dedi.

“Beni dinliyor musun?!” diye sordum.

“Dinlememeye çalışıyorum.”

Bir nefes verdim ve Steve aptal kahkahasını patlattı.

“Seninle kafa buluyorum, rahatla ve gevşe, adamım. Ot içip mistik güçlerimden faydalanana kadar benden iş çıkmaz. Sadece beni takip et,” dedi ve vücudundaki tüm kemikler kırılmış gibi topallayarak uzaklaşmaya başladı.

Gülünç görünüyordu.

“Bunu biraz abartıyorsun, Steven,” diye fısıldadım ve kapüşonumu yüzüme indirerek onu takip ettim. Bunu yaptığıma inanamıyordum.

Bu Brayja denen adam bu yaptığımdan sonra beni seçse iyi ederdi, yoksa onu zehirlemeye kalkabilirdim. Beni vasiyetine koyana kadar onu tehdit ettikten sonra onu yavaş ve acılı bir ölüme teslim ederdim.

Etraftaki her şeyin arkasına saklanarak, o çirkin Ork’tan ve diğerlerinden kaçarak devam ettik. Gardiyanların bir sonraki görev yerlerine geçmelerini beklerken kalbim ağzımdaydı.

Uzun keskin dişleri ve yüzlerinin yanlarında solungaçları olan sümüklü bir cilde sahip sürüngen benzeri korkunç yaratıklardı. Onlara bakınca öğürmek istiyordum.

Burada, zindandı bir hafta geçirmeyi hayal bile edemiyordum.

Bir kâbus olacaktı.

Brayja için üzülüyordum ve onunla henüz tanışmamıştım bile. Ayrıca adamın nasıl göründüğünü çok merak ediyordum. Yakışıklı mıydı? Önemli olduğu için değildi, ama bu bir artı olurdu.

Sonunda zindan girişine ulaştık ve nefes nefese kaya duvara oturduk. “Gardiyanlar ne zaman döner?”

Steve bir sarma yakıyordu. “On dakika içinde.”

“Kahretsin,” deyip nefes aldım.

“Buraya evrensel İMA hapishane kitiyle girmen gerekiyor. Kilidi nasıl açılacağını biliyor musun? Pierce senin bunu çok iyi bildiğini düşündü. Buradaki kilitler oldukça basit. Sadece kapılarda işe yarıyor,” dedi Steve ve gözlerini kısarak dumanı dışarı üfledi.

Steve'in yüzüne ilk kez yüzünde örtü yokken bakıyordum. Sadece doğal benliğinin insan versiyonuna benziyordu. Yani, başka bir deyişle, daha çok Seth Rogan’a benziyordu ama at kuyruğunun içinde uzun rastaları vardı.

İyi bir görüntü değildi.

Ona baktım ve herhalde bakışı attım. “Elbette biliyorum.” Altı yaşıma geldiğimde, babamın karanlık arkadaşlarından kilit açmayı öğrenmiştim.

“O halde, gördüğün ilk metal kapıda, Eluno’nun hücresinde saklanman gerekiyor. Netleştiğinde sana haber vereceğim ve sen de müstakbel sevgilinin hücresine gidebileceksin.”

“Gardiyanlar dönmeden önce Brayjo ile sadece on beş dakikan olacak. Çok uzun değil, ama hiç yoktan iyidir.” Bir nefes daha çekip bana uzattı.

Ona baktım. “Adı Brayja, Brayjo değil. Ve beyin ölümü gerçekleşmiş adamla bir saat mi geçireceğim?” Sefalet içinde inledim, gerçekten tüm bunların bir anlamı yoktu.

“Bu yüzden sana bunu uzattım. Pierce, ajanların ot içmesinden hoşlanmaz ama sen çıkana kadar siniri geçer.” Elini kaldırarak duraksadı.

“Eluno çok kaba ve tehlikeli. Fazla kafayı bulup unutmadan önce bunu sana söylemeliyim. Pierce, şimdiden birkaç Ork dişi kölelerinden öldürdüğünü söyledi.”

“Mükemmel,” diye mırıldanıp bir fırt çektim. Hemen öksürmeye ve gözlerim sulanmaya başladı. “Steven, bu çok sert!” Elime daha fazla öksürdüm ve ciğerlerimdeki ateşi hissettim.

“Çok fazla öksürme.” Gözleri neredeyse tamamen kapalı şekilde güldü. “Kafan çok iyi olacak.”

Ben de küfür edip güldüm. “Farklı bir paralel dünyada, Ork dağının tepesinde olduğuma inanamıyorum. Bunu ölmeden yapılacaklar listemden artık çıkarabilirim.” Durup düşündüm.

“Bana bir müzik çalar ve kulaklık getirebilir misin? Lütfen? Hapishane hücresinde bir saat geçirmek acımasızca ve orada yapacak hiçbir şey yok.”

Bana bir uyuşturucu baronuymuş gibi bakıyordu, şu an mistik modunda olmalıydı. “Birkaç kişiyle konuşacağım ve sana dönüş yapacağım. Bana şimdiden borçlu olduğun birkaç iyilik var.”

Biraz boşlukta hissederken gülüyordum. Uçurumdan düşerek ölmemeyi umuyordum. “Bunu yapabilir misin?” diye sordum.

Şakayla karışık sormuştum.

“Yapmamamız gerekiyor ama kafam çok iyi olduğu için unuttuğumu söyleyebilirim. Steven iş üstünde,” dedi ve omuzlarını silkti. “Şimdi git ve yakalanma.” Bir kral edasıyla elini salladı.

Gözleri yarı kapalı, kafası aşırı iyi bir kral gibi.

Derin bir nefes aldım. “Harika. Teşekkürler, Steven.”

İç çekip ayağa kalktım ve zindana doğru yol aldım. Gizlice etrafta dolaşmak ve kısıtlanmış yerlere sızmak konusunda çok iyiydim.

Gözlerim karanlığa çabucak alıştı ve nefesimi yavaşlattım. Karanlık ve korkutucuydu, mağaraları sadece meşaleler aydınlatıyordu. Eğer karşıma bir Ork çıkarsa, altıma işeyebilirdim.

Aşağıdaki pürüzlü kayalara çarpan dalgalara bakan hapishane hücresine bakıp yutkundum.

Bu olmalıydı.

Bir nefes daha aldım ve çabucak kilide yönelik İMA maymuncuğunu paslı deliğe soktum.

“Acele et! Gardiyanlar sandığımızdan daha erken dönüyor!”~

“Az önce kafamın içinde konuştun!” diye bağırdım sesimi alçaltıp küfrederek. “Lanet olsun.”

Maymuncuğu düşürünce bir dizi küfrettim. Ot parmaklarımı gevşetiyordu. Tekrar denediğimde alnıma terin damladığını hissettim ve sonunda anahtar yuvasının oynayıp açıldığı duydum.

Ağır metal kapıyı açıp içeri süzülürken, Ork’ların çirkin seslerini duydum, sadece bunu duymadıklarını umarak kapıyı tekrar kilitledim.

Buraya kendime bir not bırakmam gerekiyordu. Kafayı bulup tekrar kilit açmaya çalışmamalıydım. Buraya gelmemeleri için dua edip kapıda beklerken zor nefes alıyordum.

Dinlemek için kulağımı soğuk metale yasladım, kapının önünden geçen ağır ayak seslerini işittim.

Rahat bir nefes verdim.

“Dostum. Çok yakındı. Güvendesin!” Yarım yamalak kahkahasını duydum. “Dostum. Şu anda bir böceğim ve çok yükseğe uçuyorum. Beni biraz kafa yapıyor. Hem yüksekte uçuyorum hem de kafam uçuyor.”~

Gözlerimi devirdim. “Kendini öldürme,” diye mırıldandım, arkamı dönerek. Bana bakan bir çift ateş rengi gözü görünce bağırdım.

“Merhaba. Yüce Tanrım, beni korkuttun,” diye fısıldadım, kalbim hızla atarken elimi göğsüme koyarak.

O büyük biriydi.

Korkutucuydu.

Bu adamda görebildiğim tek şey gözleriydi, çünkü kocaman, bir pelerinle örtülüydü. Yüzünün yarısının bir tür dikenli deri mekanizmayla sarıldığını görünce yutkundum.

Bu durum biraz rahatsız ediciydi.

Belki de bir vampir gibi insanları ısırıyordu?

Baştan aşağı ürperdim.

Yüzümdeki maske sayesinde gözlerim dışında yüzüm kapalıydı, bu yüzden varlığımdan endişelenip endişelenmediği konusunda emin değildim. Ona işkence etmek için burada olduğumu düşünmeyeceğini umuyordum, aksi takdirde beni öldürebilirdi.

Brayja'nın korumasıysa o kadar da kötü olamazdı. Değil mi? Zihinsel özürlüydü, bu yüzden korku hissedip hissedemeyeceğinden emin değildim.

Bu çok garipti.

Anormal bakışlarıyla beni takip ediyordu.

Bu şok edici bir turuncu tonuydu. Hafifçe parlıyordu.

Elimi salladım. “Burada bir saat kadar oturacağım. Varlığımı görmezden gel, bütün hafta burada olacağım. Bunun için üzgünüm,” dedim ve duvara yaslanmak için alçaldım.

Kayalara çarpan dalgaların sesini duyabiliyordum. “Burası biraz havasız, ha?”

Hiçbir şey söylemedi ve gözlerini kapattı.

Derin bir nefes verdim. “Uyu, bana aldırış etme.”

Lanet olsun.

Bir saat boyunca ne yapacaktım? Konuşamayan bir adamla mı konuşacaktım? İç çekip ona baktım, halihazırda bir haftadır burada olduğu için üzgün hissediyordum.

“Adın Eluno mu? Doğru mu telaffuz ediyorum?” diye sordum.

İMA’nın bize otomatik olarak ana dillerini konuşturabilmesi çılgıncaydı.

Gözleri hâlâ kapalıydı.

“Sessizliği sevmiyorum,” diye itiraf ettim, kendi kendime konuşup, başımı buz gibi taşa yaslayarak. “Küçüklüğümden beri, bununla asla başa çıkamadım, neden olduğundan emin değilim. Steven’dan bana bir müzik çalar getirmesini istedim.” Kafamın yüksekte olduğunu hissederken gülüyordum.

“Burada müzik var mı? Bu dünyada? Eminim vardır,” dedim.

Gözleri hâlâ kapalıydı.

Sorun değildi.

“Dövüşmeyi sever misin? Seviyorsundur, sonuçta korumasın,” dedim bir cevap beklemeden. “Küçükken biraz karate dersi aldım. Sevmiştim. Babam her zaman kendimi savunmam konusunda ısrarcıydı.”

Eskilere bir anlığına dönüp düşünerek, babamı çok özlediğimi fark ettim. “Eluno, şu anda kafam çok iyi.” Steven’ın bütün gün bunu nasıl yapabildiğini ve işlerini nasıl yerine getirebildiğini merak ederek daha çok güldüm.

“Ve neden bahsettiğim hakkında hiçbir fikrin yok.”

Görünüşe göre, kafam iyiyken çok konuşuyordum.

Ondan hâlâ bir tık yoktu.

“Brayja zengin mi? Yani, o bir prens, o yüzden zengin olmalı. Muhtemelen anlamışsındır ama ben bir Ork değilim.” Gülüp gözlerimi kapattım ve sonra hemen açtım. “Gözlerini kapatma. Sakın. Bu çok fenaaa.”

İç çektim ve bir süre sessizce oturdum.

Damlama sesini duyabiliyordum ve sanki ses zihnimde yankılanıyordu.

Sanırım terliyordum.

“Seni besliyorlar mı?” diye sordum sonunda. “Ben çok iyi bir aşçıyım. İnanılmaz iyi taco yapabiliyorum ve bahse girerim balıklı tacoma bayılırsın. Bütün bu gezegenin su olduğunu düşünürsek.” Acıktığımı fark ettim. “Ah, kahretsin, çok acıktım.”

Açlıktan ölüyordum.

Steven'ın üzerinde yemek olsa iyi olurdu.

“Steven! Ne kadar olduuuuu. Kafamın içinde konuş ve söyle bana, ey büyük mistik!”

Muhtemelen sadece on dakika geçmişti.

Eğer Eluno'nun aklı başında olsaydı, kesinlikle deli olduğumu düşünürdü. Gözleri hâlâ kapalıydı. Zavallı adam büyük ihtimalle beni duymuyordu bile.

Eğer burada bir mahkûm olarak sıkışıp kalsaydım, muhtemelen ben de birini öldürürdüm.

Bunu yargılayamazdım.

“Bu arada burası çok korkutucu. Bir hafta burada olmayı hayal bile edemiyorum. Bir sürü kâbus görürdüm.”

“Ve üzerine burada bir odam var. Nasıl göründüğünü tahayyül bile edemiyorum, Kâbus Oteli Dergisi: Cehennem Kreasyonundan fırlamış gibi olduğuna eminim.” Homurdandım. “Yatağa dokunmayacağım, inan bana. Yerde uyumayı tercih ederim. Çok iğrenç.”

Düşüncelerimi otun sisi arasında toparlamaya çalışarak duraksadım. “Eminim geldiğin yer çok güzeldir. Burası gibi değildir. Aslında görmek için sabırsızlanıyorum. Bu uzuuuun bir hafta olacak.”

Sahiden uzun bir hafta olacaktı.

“Bu gezegenden olmadığımı biliyor musun?” deyip güldüm ve kafamı acayip bulandığını hissederek nefes verdim. “Gökkuşağının ötesinden geliyorum.” Bu söylediğim beni gerçekten güldürdü. “Mavi kuşların uçuştuğuuuu yerden,” diyerek şarkı söylemeye başladım.

Ben bir aptaldım

Neden gülmeyi kesemiyordum?

Neden her şey bu kadar komikti?

Sesim taş duvarlarda yankılanırken daha çok gülüyordum.

Birinin beni öldürmesi gerekiyordu.

Gülmekten midem ağrıyordu ve kelimenin tam anlamıyla ağlıyordum.

Şimdi yerde uzanmış, tavandaki karanlık kayaya bakıyordum. Belki Steven mistik seviyelerine ulaşırdı. Yalan söyleyemezdim, biraz mistik hissediyordum.

“Biz hücre arkadaşıyız. Biliyor musun Eluno? Bundan sonra en iyi arkadaş olabiliriz.”

Bu söylediğim beni daha fazla güldürdü.

Yana döndüm ve bacaklarımı yukarı kaldırıp ayaklarımı duvara yasladım. Pelerinimi geri çekip muhteşem bacaklarımı ortaya çıkardım. Bu arada, Pierce bana eski püskü kahverengi bir elbise giydirmişti. Yine de vücudum hâlâ ateşli görünüyordu.

Bacaklarım daha önce sadece seksiydi, ama şimdi ateş gibiydiler! Cildim mükemmel bir altın kahverengi ve bacaklarım bronz ama aynı zamanda çok kıvrımlıydı.

Brayja’nın onları seveceğine emindim.

Sahip olduğum değerli uzvumu görmek için pelerinimi daha da yukarı çektim, yani kıçımı.

Evet, hanımlar beyler, kıçım kocamandı ve belim ise incecikti. Gözlerim kocaman açıldı.

“Lanet olsun Pierce, bu da ne?” İç çamaşırım aşırı ateşliydi! Dikkatim böylesine dağınıkken küçücük altın rengi bir tanga giydiğimin farkında değildim.

Ne kadar tatlı hamleydi.

Pierce çok yaramaz, ama aynı zamanda düşünceliydi. Belki de Brayja'nın peşinden gideceğimi biliyordu ve benden onu yanlışlıkla öhm, göstermemi istedi.
Bronz tenimin üzerindeki altın rengi kumaş neredeyse mistik ~beynimi büyülemişti. Biraz gevşediğimi hissederek güldüm.

Eluno'ya bakınca nefesim kesildi.

Delici bakışları bacaklarımda, yarısı açık kalçalarımda ve belimdeydi. Hızla ayağa kalkıp pelerinimi aşağı indirdim. Adamın kafası muhtemelen çok karışmıştı.

“Üzgünüm, Eluno. Uyuduğunu sanıyordum.”

Bakışlarını üzerimde gezdirmesi titrememe neden oluyordu.

Çok garipti.

Eluno'nun bakışları hiç de… Yavaş görünmüyordu. Aslında bu adamın sorunlu olduğunu bilmeseydim, onun çok zeki olduğunu düşünürdüm. Bana bakma şekli beni tedirgin ediyor, neredeyse endişelendiriyordu.

Belki de onun bam teline dokunacak bir şey yapmıştım?

Belki de daha önce hiçbir kadının çıplak bacaklarını ve poposunu görmemişti?

“Özür dilerim,” dedim yavaşça. “Eğer benim,” deyip aşağı baktım, “Uygunsuz görüntüm seni rahatsız ettiyse. Arkadaşım bana biraz ot verdi de.” Elimi salladım.

“Bunun ne olduğunu bilmediğine eminim ama ben bunu yapmamam ve bu kadar fazla içmemem gerektiğini biliyordum. Aptallık ettim, çünkü biliyordum.” İç çektim ve omuzlarımı silktim. Onun benim neden bahsettiğim hakkında hiçbir fikri yoktu.

“Görevlerde genellikle bu kadar dikkatsiz değilimdir. Belki de yeteneğimi kaybediyorum.”

Ah, Camila.

Ona dönüp baktım ve şimdi bana çok daha dikkatle baktığını fark ettim.

Gözleri güzeldi.

Belki de bu katılaşmış savaşçı seksiydi?

“Söylememin sakıncası yoksa harika gözlerin var. Benim geldiğim yerdeki insanlar bu kadar parlak göz renklerine sahip değiller.” Bana bakarken dudağımı ısırdım ve yavaşça ona doğru süründüm.

“Korkma. Sadece gözlerini daha yakından görmek istiyorum.”

Daha önce hiç bu kadar büyüleyici gözler görmemiştim.

Belki de Brayja'nın gözleri de onun gözlerine benziyordu?

Öyle umuyordum.

Ona daha da yaklaştım ve nabzım hızlanırken yutkundum. Bu derin ve tuhaf anı bölen yağmurun dağın yüzeyine çarparak yağdığını duyabiliyordum.

Bakışları o kadar deliciydi ki yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordum. Eluno'nun gözleri beni resmen yakıyordu. Sanki zekiymiş gibi örtülü yüzüme sonra da vücuduma baktığını gördüm.

Bu adamın beyin ölümü gerçekleşmemişti.

Kesinlikle öyle bir şey olmamıştı.

Ama onu ve aşırı gücünü hissedebiliyordum. Bu benim seçtiğim yeteneğimdi. İnsanların yeteneklerini gözlemleyebilir ve bir süreliğine onları çalabilirdim.

Ondan çok fazla güç hissediyordum, bu da kafamı karıştırıyordu.

Onun bir koruma olmasına şaşmamalıydı. Bu Orkların onu dizginleyebilmesine şaşırdım. Nasıl yaptıklarını merak ediyordum. Neyin üzerine oturduğuna baktım ve kauçuk bir platform gibi bir şeyin üzerine oturduğunu gördüm.

Garipti.

Ona dönüp baktım ve göz bebeklerinde bir sürü rengin döndüğünü gördüm, turuncu ve ateşli sarı parçalar vardı.

“Farkında mısın bilmiyorum ama gerçekten göz kamaştırıcı gözlerin var.”

Gözlerini kıstı.

“Bu bir iltifat, Eluno.” Daha önce hiç iltifat alıp almadığını merak ediyordum. Böyle gözlere sahip olduğu için almış olabileceğini düşündüm.

Ama belki de sert tavırları herkesi korkutup kaçırıyordu.

“Tatlı memeler aşkına! Gitme zamanı!”~

Vay canına, bir saat olmuş muydu?

Bacaklarım öylece açarak Eluno beni izlerken ne kadar süre yerde yatmıştım?

Gözlerimi kapattım, bu çok utanç vericiydi.

Artık bana ot yasaktı.

En azından Eluno anlamıyordu. Bundan sonra daha dikkatli olmalıydım yoksa başıma dert açacaktım.

Birinci gün: Camila’nın kafası güzel oldu ve kıçını Ork Dağı’nda bir haftadır işkence gören bir adama açtı.

Galibiyet.

Continue to the next chapter of İyilik Meleği A.Ş.:Derinler Prensi

Discover Galatea

Alfa Rylan Ejderha'nın PrensesiMancini Kardeşler 1. Kitap: Fabrizio'yu SavunmakLanetliKızıl Görüş

En Yeni Yayınlar

Noel Ruhuİyilik Meleği AŞ: Bonus İçerikSeroje: Gören GözViking Kralı'na Aşık Olmak ve Diğer Kötü KararlarHarley’nin Ateşi