
Uyandığımda başım zonkluyordu ve daha da kötüsü, dün gece becerdiğim sarışın, biraz daha Walker aşkı umarak kaya gibi sertleşmiş penisimi yalıyordu.
Bu sürtüklerin hepsi aynıydı.
Paranızın peşinde değillerse aletinizin peşindeydiler.
Sarı saçlarını kavrayıp başını bacaklarımın arası bastırdığımda öğürdü.
Boğuk sesle itiraz etti ve tekrar yaptığımda penisimi pat diye ağzından çıkarıp başının üstünde duran elime vurdu.
“Kafamı bastırmayı bırak!” diye bağırdı.
“Ben öyle seviyorum.”
Somurtup göğüslerini kollarının arasına sıkıştırarak yatağımın başucundaki prezervatife uzandı.
Bileğinden tuttum.
“Aslında biraz daha uykum var. Seni sonra ararım.”
Mavi gözleri bulutlansa da mesajı almıştı.
Yatağımdan çıkıp kıyafetlerini toplayıp odadan ayrıldı.
Göz devirerek yan dönerken ereksiyonumun bir an önce inmesini diledim.
Tam tekrar uykuya dalıyordum ki yatak odamın kapısı açıldı.
En güvendiğim adamıma, “Ne istiyorsun, Hayden?” diye bağırdım.
“Brandy’nin gittiğini görünce uyanık olduğunu düşündüm.”
Sırtüstü dönüp ona ters ters baktım.
Simsiyah saçlı, mavi gözlü, 1.80 cm boyunda bir adamdı Hayden.
Bazıları ona güzel çocuk diyebilirdi ama ben onun karanlık tarafını biliyordum ve pek güzel değildi.
Yüzümü buruşturarak, “Adı neydi? Brandy mi?” diye sordum.
Alaycı bir gülüşle, “Hatırlamıyor musun?” dedi.
Omuz silktim.
“Benim için hepsi aynı.”
“Ve Bluewood’un bebeklerinden hiçbiri büyük Walker’ın kalbindeki buzları çözemez, öyle mi?” diye alay etti.
“Buraya gelmenin bir amacı var mı yoksa dişlerinden birkaçı eksilsin mi istiyorsun?” diye çıkıştım.
“Dün gece Küçük Richard’ı yakaladılar.”
“Mallarımızı çalarken mi?”
Hayden yavaşça gülümseyerek kafa salladı.
“Ne yapmak istersin?”
Dişlerimi sıkarken gözümün seğirdiğini hissettim.
“Bir saat sonra bodrumda,” dedim.
Hayden hafifçe zıplayarak yumruğunu kaldırdı.
Yatak örtülerini üstümden atıp banyoma girerek suyu açtım.
Sıcak suyun altına girdiğimde boynumu döndürüp pahalı bir duş jeli ile güzelce yıkanmaya başladım.
İşim bittiğinde belime bir havlu sarıp yatak odama döndüm.
Uzaktan kumandadaki bir düğmeye basıp pencereleri açtım.
Güneşten gözüm kamaşınca yüzümü buruşturup ıslak siyah saçlarımı sıvazladım.
“Keşke açmasaydım,” diye mırıldanarak yatağımın başucundaki ağrı kesicilere uzandım.
Bir hap alıp bir yudum suyla içtikten sonra siyah bir tişört ile siyah spor ayakkabılarımı giydim.
Yatak odamdan çıkıp mutfağa indim. Ekmek kızartma makinesine birkaç dilim ekmek koyup kahve makinesinin altına bir fincan yerleştirdim.
Buzdolabından biraz tereyağı ile reçel çıkarıp bir dilim kızarmış ekmeğin üstüne sürerek afiyetle yedim.
Ben kahvemi yudumlarken Hayden mutfağa gelip tezgâhın önündeki tabureye oturdu.
“Bu gece bir plaj partisi vereceğimizi hatırlıyorsun, değil mi?” diye sordu, yavaşça.
Göz devirerek homurdandım.
“Bunu sadece, Raffiel’de önemsediğimizi ve paylaştığımızı alt kademe üyelerimiz de görsün diye yapıyoruz,” dedi, elini kalbinin üzerine koyarak.
Sessizce geğirerek, “Sanırım kusacağım,” dedim.
“Sorun değil. Köylüler altımızda parti verirken biz verandada otururuz.”
Yılda bir kez düzenlediğimiz bu parti, alt kademe üyelerle hatunları aç tavuklar gibi bir araya getiriyordu.
Bizim için yaptıklarına bir minnettarlık göstergesi olarak içki ve etler bizden oluyordu ve parti, genellikle sabahın erken saatlerine kadar sürüyordu.
Hayden, “Brandy’yi de çağırdın mı?” diye sordu.
Net bir şekilde, “Hayır,” dedim.
“Tamam, o zaman benimle çıkar mısın?”
Ekmeğimden bir parça koparıp kafasına attım.
“Shelly ile ne oldu?”
Hayden yüzünü buruşturarak başını salladı.
“İyice yapışkan oldu. Onu becerip terk etmek zorunda kaldım,” diye cevapladı.
Bugünlerde ilişkilerin hepsi böyleydi.
Anlamsız seksten ibaretti.
Derin bir iç çektikten sonra, kahvemi bitirip bulaşık makinesine yöneldim.
Makineyi açtığımda kirli tencerelerle dolu olduğunu gördüm.
“Bu ne lan!”
Hayden, “Çalıştırmayı unuttun mu?” diye sordu.
“Hayır, sıra sendeydi,” dedim.
Başını iki yana salladı.
“Hayır. Bu hafta kesinlikle senin sıran.”
Öfkeyle homurdandım.
Temizlikten nefret ederdim.
“Bir temizlikçi tutalım, tamam mı?”
Hayden başını sallarken makineye bir tablet koyup makineyi çalıştırdım.
Tereyağı ile reçeli kaldırıp tezgâhı sildim.
Hayden ile burada, birlikte yaşıyorduk ve temizlik işlerini sırayla yapıyorduk ama işler çoğunlukla bana kalıyordu.
Temizlikten bahsetmişken…
Bodrumda, temizlenmesi gereken bir pislik vardı.
Hayden’a, “Her şey hazır mı?” diye sordum.
Başını sallarken mavi gözleri karardı ve beraber bodrum kapısına gidip çabucak aşağı indik.
Adamlarımdan ikisi, ağzına bir tıkaç sokulup sandalyeye bağlanmış Richard’ın etrafında duruyordu.
Richard’ın önünde durup kollarımı geniş göğsümün önünde kavuşturdum.
Hayden, konuşsun diye ağzındaki tıkacı çıkardı.
Richard, “Ben yapmadım!” diye haykırdı.
Bezgin bir şekilde, “Hadi be oradan, pislik! Suçüstü yakalandın,” diye cevapladım.
“Sadece birkaç torbaydı. Biraz paraya ihtiyacım vardı,” diye itiraz etti.
Bir sandalye çekip oturup kollarımı sandalyenin arkasında kavuşturdum.
Richard’ın gözlerinin içine bakabilmek için başımı eğdim.
“Hırsızları sevmem,” dedim.
“Özellikle de bizden çalanları,” diye ekledi Hayden.
Tombul yanaklarından yaşlar süzülen Richard, “Bir daha olmayacak,” dedi.
Üstüne eğildim.
“Ama yalancılardan nefret ederim.”
Hayden Richard’ın yüzüne bir yumruk indirip burnunu kırdı.
Richard’ın yüzünden akan kanı izlerken gülümsedim.
Taze kan döküldüğünü görmek hoşuma gidiyordu.
Hayden ona bir yumruk daha atarak kaşını yardı.
Richard acıyla inlerken diğer iki adamıma onu sandalyeden indirmelerini işaret ettim.
Ayağa kalkıp bir çift gümüş muştanın bulunduğu masaya gidip muştaları ellerime geçirdim.
Yüzümü Richard’a döndüm. Muştaları gördüğünde paniklemeye başladı.
“Lütfen! Hayır!”
Hayden onun bileklerini bağladıktan sonra adamlar onu zorla sandalyeden kaldırdılar.
“Kancaya takın,” dedim.
Richard’ı kaldırıp bileklerini tavandan sarkan kancaya bağladılar.
Şimdi, kaburgaları, karnı ve göğsü açıktaydı. Hayden da muştalarını taktı.
Richard’ın üstüne yürüyüp onu öldüresiye dövmeye başladık.
Onu bir kum torbası gibi yumruklarken kaburgalarından bir çıtırtı geldi.
Attığım her yumrukta üstüme kan sıçrıyordu.
O sülük benden çalmanın bedelinin ne olduğunu öğrenecekti.
Parmak eklemlerim kana bulandığında durup geri çekilerek muştaları çıkardım.
Richard’ın acıyla inlediğini duyunca Hayden’a başımı salladım.
Glock 17 tabancasını çıkarıp hiç tereddüt etmeden beynini dağıttı.
Richard’ın bodrumumuzun tavanından sarkan ölü bedenine bakarken Hayden gülümsedi.
Adamlara, “Burayı temizleyip cesetten kurtulun,” diye talimat verdim.
Başlarını sallayıp Richard’ın lop diye yere düşen cesedini kesip biçmeye başladılar.
Yüzümde bir tiksinti ifadesiyle, üstüne basıp geçerek merdivenlerden çıktım.
Hayden da arkamdaydı. Mutfak lavabosunda ellerimizi yıkadık.
Ona, “Her kim Raffiellerden çalarsa bunun asla yanına kâr kalmayacağı haberini yaymayı unutma,” dedim.
Hayden’ın gözlerindeki karanlık bakış kaybolmuştu. Şimdi, keyfi yerine gelmiş gibi görünüyordu.
Mutfaktaki sürgülü kapıyı açıp sahil evinin verandasına çıkarak önümde uzanan denize baktım.
Güneş çıkmıştı ve birazdan, eğleniyormuş gibi yapacağım bir parti başlayacaktı.
Saçlarımı sıvazlayarak inledim.
Param, gücüm, her şeyim vardı; bütün bu kasaba benim elimdeydi ama yine de daha fazlasını istiyordum.
Ne olduğunu bilmiyordum ama eskiden çok zevk aldığım sevişmek gibi şeyler artık tat vermemeye başlamıştı ve bu durum hiç ama hiç hoşuma gitmiyordu.