
Hayatımda birden fazla kez, bazı erkekleri potansiyel eş adayı olarak görmüştüm.
Açıkçası hiçbirini eş olarak kabul etmemiştim ama “Ya öyle olsaydı?” diye düşünmeden de edemiyordum.
Mesela, Gabe berbat bir eş olurdu.
Beni pamuklara sarıp sarmalamaya ve bana düşkünmüşüm gibi davranmaya çalışırdı. Bir şifacı olduğum için sürekli olarak bunun kırılgan küçük bir kar tanesi olduğum anlamına geldiğini düşünürdü.
On yedi yaşımda ve azgınken, Zavier de bir seçenek olmuştu ama kardeşi Zack’e çok fazla benziyordu.
Zack duygusal sevimli bir şerefsizdi ve Zavier de ondan biraz daha büyük olsa da onun aynısıydı.
Ama ihtiyacım olan son şey duyguları tetikte olan, her an patlamaya hazır biriydi.
Eve hayatımıza girmeden önce Raphael’i bile bir eş olarak hayal etmeyi denemiştim ama sonrasında bu fikrin düşünülemeyecek kadar korkutucu olduğuna karar kılmıştım.
Shade'i eş olarak düşünseydim de muhtemelen aynı şeyleri hissederdim.
Ama çoğu kadın gibi ben de Shade'i genellikle o mesafeli, dokunulmaz erkek kurtlardan biri olarak görüyordum, bu yüzden bu düşünce aklımın ucundan bile geçmemişti.
Yine de onun kucağında otururken, güzel gözlerine baktığım esnada onun eşim olduğu farkındalığıyla dumur olmuş haldeydim.
Her an kaçmaya hazır hissediyordum. Shade hem bir rüya hem de bir kâbusun muhteşem, seksi bir şekilde bir araya getirilmiş haliydi.
Benim için ulaşılmaz olarak kalmalıydı.
Vücudumun daha fazla dik duramayacağını fark ettiğimde, zihnimin bulanmaya başladığını hissettim.
Bir savaşın ortasında Milenyumun Gamasının kucağında çıplak bir şekilde otururken bayılmıştım.
Utanç verici olduğunu söylemek, bu durumu açıklamak için oldukça yetersiz bir sıfat kaldırdı.
Huzurlu bir sessizliğin içinde uyandım.
Sürü Evi'ndeki odamda, üzerimde en sevdiğim pijamalarımlaydım. Duş almış, aklanıp paklanmış ve tamamen dinlenmiştim.
En son dinlemeye ihtiyaç duymamın üzerinden epey zaman geçmişti.
Neredeyse bir orduyu iyileştirmeye yetecek kadar iyileştirme büyüsüne sahip olmanın getirdiği his, heyecan oldukça tatmin ediciydi.
Battaniyeyi üzerimden iterek doğrulmak üzereydim ki odada bir hırıltı duydum.
Donakalıp, gönülsüzce başımı odanın sol tarafına, pencereden süzülen ay ışığında bir kurdun gizlendiği yöne çevirdim.
Dört ayak üzerinde durmuş, kurt bakışıyla beni seyrediyordu.
Sertçe yutkunurken kalbimin ağzımda attığını hissettim.
Ayrıca eşim Shade idi.
Tekrar yutkunup, hırlamasını duymazlıktan gelerek yavaşça doğruldum.
Tamamen doğrulduğumda kurdun hırıltısı daha da şiddetlendi.
Bunun üzerine kaşlarımı çattım. “Bana böyle hırlama, Shade. “
Kurt hırlamayı kesmedi. Karanlıktan ortaya çıkmadı, bu yüzden tek seçebildiğim gözleriyle etrafımı saran enfes erkek kokusuydu.
Uyanmama rağmen neden hâlâ kurt formundaydı? Ve neden hâlâ karanlık köşede gizleniyordu?
Kapı çalındığı anda olduğum yerde sıçrayıp, havayı koklayınca rahatladım. Gelen Gabe idi.
Kapı açılsa da Gabe içeri giremeden kurt kapıya saldırdı. Her şey o kadar hızlı cereyan etti ki sersemlemiş halde yatakta oturmaktan başka bir şey yapamadım.
Kısa bir süre içinde Shade insan formuna geçip çırılçıplak halde kapıyı açtı.
Kapının önünü kaslı, uzun vücuduyla kapatmış, kendinden bir santim kadar kısa olan Gabe’e bakarken ellerini kapının pervazına dayamıştı.
Burada ne haltlar dönüyordu?
“Shade…” Shade’i göremesem de onun saf alfa öfkesiyle dişlerini sıktığını tahayyül edebiliyordum.
İçgüdüsel olarak kollarımı etrafıma sararak ürperdim.
Bakışlarımı Shade’in sırtına doğrulttuğumda, kendimi daha önce savaş alanında hissettiğim yara izlerine bakarken buldum.
Derin yaraları muhtemelen özel bir yolla bir açılmıştı, ne olursa olsun iyileşmeleri mümkün değildi.
Yine de Shade izin verirse onları iyileştirebilirdim. Buna yetecek gücüm vardı.
Neden yaralarını birilerine göstermemiş ya da onları tedavi ettirmeye çalışmamıştı?
Yara izlerine öncesinde başka kimsenin dokunmadığını görebiliyordum. Ben yaralarını iyileştirmeye yeltendiğimde verdiği tepkiden sonra, Shade’in birisinin onlara dokunmasına izin vereceğinden de oldukça şüpheliydim.
Gabe hırlayınca dikkatimi tekrar olanlara yönelttim.
Alfa, “Aptallığı kes Shade,” diye hırladı, “İçinde hâlâ bir mermi var ve kokusuna bakılırsa Daisy tamamen dinlenmiş halde uyanmış.”
Gözlerini kıstı. “O yüzden göt gibi davranmayı bırak ve…”
Shade çok daha korkutucu sesiyle hırlarken, vücudundaki tüm kasların gerildiğini gördüm.
Ama tehlike kokup gizem saçan Shade bana daha önce hiç böyle hissettirmemişti.
Elbette onun hakkında çok fazla şey bildiğimden değildi ama beni bu denli korkutması bana yanlış geliyordu.
Eşler birbirlerinden korkmamalıydı. Bu olmamalıydı.
“Peki,” diye tersleri Gabe. “Ne halin varsa gör, seni aptal.”
Shade onun uzaklaşmasını beklemedi. Kapıyı suratına çarparak kapattı.
Sinirli suratıyla bana döndü.
Shade normal şartlarda son derece yakışıklı bir erkekti ama şu anda çok öfkeli olduğundan yüzünde güzel olan tek bir nokta yoktu.
Düpedüz tehlikeliydi. Gerçekten ama gerçekten tehlikeliydi. Hem de erkeksi, ateşli bir şekilde.
Bu düşünceyi zihnimden uzaklaştırmadan hemen önce meme uçlarım sertleşince karnımda sıcaklık biriktiğini hissettim.
Shade yavaşça bana doğru yürüdü. Ben ise olduğum yerde donup kalmış, gözlerimi ona dikmiştim.
Sonra yatağa çıkıp önümde dizlerinin üzerine çöktü.
Ama Shade bir eliyle aniden yanağımı kavradığında her şey kayboldu.
Vahşi orman yeşil gözleri ve kenetlenmiş dudaklarıyla ifadesi neredeyse ölümcüldü.
“Neden sen olmak zorundaydın?” diye sordu aniden. Yüzüme tokat atmış gibi irkildim.
Titreyen sesimle, “Ben de aynı soruyu sorup duruyorum,” deyiverdim. Karmakarışık duygular içinde, kararsız ve tedirgindim.
Acaba o neyi kastediyordu?
Elini yanağımdan çekip çenemi sertçe kavrarken bana bakınca, gözlerine bakmam için başımı kaldırdı.
Muhteşem gözbebeklerinde yoğunlaşan vahşilikle, “Bir eş istemiyorum,” diye homurdandı. “Hiçbir zaman bir eş istemedim. Bu olmamalıydı.”
“Sen ahmak mısın?” Kulaklarıma inanamayarak hırladım.
Kırılmamıştım. Sadece kızgındım.
Hâlâ duyduklarımı algılayamıyor olduğum için bir kahkaha attım çünkü ya kahkaha atacaktım ya da ağlayacaktım. Ve ben ağlayacak değildim. Ağlamak zayıflık göstergesiydi.
Işıltılı gözleri kurt gözlerine dönüşmüştü. Göğsü titrerken bana daha da yaklaşmış, burnu burnuma değerken göğsünü bana yapıştırmıştı.
Gözleri daha da vahşileşirken hırlamaya devam ediyordu. Sıçramamak için kaslarını sıkıca kenetlerken kaskatı kesildi.
Biraz önce söylediklerim, eşim olarak benim için ne kadar doğru olduğunu göstermesi için saf bir kışkırtmadan ibaretti.
Ve o da buna göre hareket etmek üzereydi. Ama sonra, vücudunu dizginledi.
Daha öncesinde böyle bir şey yapabilen bir kurt hiç duymamıştım; çiftleşme içgüdülerinin her şeyi ele geçirmesi, herhangi bir duyguya yer bırakmaması gerekiyordu.
Bir şekilde içgüdülerinin kendini etkilemesini engellemeyi başarıyordu.
Bu rahatsız ediciydi. Bu sadece sözde eşi olarak benim için bir sorun değildi, aynı zamanda sağlıklı bir kurt adam eşinin yanındayken kendini bu şekilde kontrol edememeliydi.
Yara izleri. İçgüdülerim bana her şeyin yaralarıyla ilişkili olduğunu söylüyordu.
Ama bunu sorma şansım olmadı. Shade aniden farklı bir şekilde saf bir gerilim hırıltısı çıkardı. Yataktan atlayıp benden uzaklaştı.
Bana baktığında gözleri artık vahşi değildi. Sadece öfkeli görünüyordu.
Gözlerini bana dikerken, “Benden uzak dur Luxford,” diye hırladı.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken betim benzim atmıştı. Bu işin nereye varacağını hissediyordum ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Hem de hiç.
Sesimi sakin ve makul seviyede tutmaya zorlayarak, “Shade,” dedim, “Bunu yetişkinler gibi konuşalım. Bunu yapmak zorunda değil…”
“Beni iyileştirdiğin için teşekkür ederim. Kurşunu çıkarması için kız kardeşini çağıracağım.”
Bu son sözleri bardağı taşıran son damla oldu. Yataktan fırlayıp kızgın bir şekilde ona doğru atıldım.
Tam karşısında durarak yumruklarımı sıkıp dudaklarım öfkeyle titrediği sırada, vücudu tekrar kaskatı kesildi.
“Sen bir alfa değilsin Luxford. Bana emir veremezsin.”
Ona sahte bir şekilde gülümsedim. “O halde otoritemi kullanacağım.”
Bir sürüde yalnızca bir baş şifacı, sadece kurt adamlardan birinin ölüm eşiğinde olduğuna inanıyorsa otoritesini kullanabilirdi.
Shade’in içinde hâlâ bir kurşun olduğunu göz önünde bulundurunca, bu meselede bu hakkımı kullanabilirdim.
Shade'in gözleri bir kez daha kurt yeşiline döndü. “Ben senin sürünün bir parçası değilim. Bu küçük numaran benim üzerimde işlemez.”
Hiçbir sürüye dahil olmayan Milenyum Kurtlarının bir parçası olduğu için teknik olarak haklıydı, o Milenyumun Alfası ile dengeyi koruyordu.
Ona hastalıklı derecede tatlı bir şekilde gülümsedim. “Ve Daphne burada değil, bu yüzden otorite kullanamaz. Onun yerine bunu ben yapacağım. Kurşunun etkileri kanına karışmadan önce gidip yatağa uzansan iyi olur.”
Kafamı koparmaya hazır görünüyordu ama ona bir kez daha gülümseyip geri çekilerek yatağı işaret ettim.
Ona zafer kazanmış bir bakış atarak, “Kendini evinde hisset,” dedim. Ben kazanmıştım ve o da bunu adı gibi biliyordu.
Bana yakıcı bir bakış attıktan sonra bariz bir kızgınlıkla yatağa yürüyüp sırtüstü uzandı.
Şimdi vücudu tamamen ortadaydı. O ana kadar yüzü dışında hiçbir yere bakmamak için elimden geleni yapmıştım ama artık bu mümkün değildi.
Ay ışığında kaslı mermer gibi parlayan göğsüne, beline ve sonra da en mahrem yerine baktım…
Sertleşmişti. Gerçekten sertleşmişti. İçim sıkıştığı anda bacak aramın ıslandığını hissettim.
İçimdeki ısı alevlenince içimdeki his beni onun uzun ve kalın penisine dokunmaya teşvik etti. Onu yalamaya, ona dokunmaya ve onun üzerinde zıplamaya…
“Oraya dokunursan seni öldürürüm. “
Tekrar Shade’in gözlerine bakınca ürperdiğimde, uyarılma hissim anında dağıldı.
Ciddi görünüyordu. Sesi de ciddiydi. Karşısındaki eşi olsun ya da olmasın, söylediği şeyi yapacak gibi görünüyordu.
Yutkunup o anda mümkün olan en kibirli bakışımı atarak, saçlarımı geriye doğru savurdum.
Ona yaklaşıp iyileştirici büyümü kurşunu çıkarmak için hazırlarken, “Merak etme,” dedim, “Kendime hâkim olamayacağım kadar çekici değilsin.”
Bu külliyen bir yalandı. Pislik gibi görünse bile, ki görünmüyordu ama bu konumuzun dışındaydı, onu yine de sınırsız bir şehvetle arzulardım.
Çünkü o benim eşimdi ve eşler de böyle hissederdi.
Shade'in ifadesi bana zırvaladığımı bildiğini söylüyordu. Çenesini kapatmasını sağladığım sürece zırvalıyor olmam umurumda değildi.
Söylediği acı laflar yüzünden göğsüm hâlâ ağrıdığından, şu an daha fazlasını kaldıramazdım.
Ayrıca, içinde hâlâ bir kurşun vardı.
Onu evire çevire döverek mantıklı düşünmesini sağlamadan önce bunu halletmem gerekiyordu.
Kurşunun derisinin altına gömülü olduğu yere dokunup gözlerimi kapatarak büyümü üzerinde yoğunlaştırdım.
Büyüm emrime uyarak şiddetle önce derisine sonra da kanına girip kurşunu aramaya başladı.
Merminin son olduğu yerden birkaç santim derinde olduğunu fark edince, onu büyümle sararak yüzeye çıkması için zorlamaya başladım.
Kurşun yavaş yavaş yüzeye çıktı. Yavaş ilerliyordu ama acele etmek istemiyordum. Kurşunun vücudundan mümkün olduğunca düzgün bir şekilde çıkmasını istiyordum.
Gözlerim kapalıyken mermiyi çıkarmaya öylesine odaklanmıştım ki birinin sesini uzaktan belli belirsiz ancak duyabildim.
Ben Shade’i iyileştirmeye çalışırken biri odaya mı girmişti? Hiçbir fikrim yoktu ama bunu düşünmemeliydim. Odaklanmam gerekiyordu.
Saatler sürmüş gibi hissettiren bir süre zarfının ardından, mermi nihayet Shade’in derisine ulaştı.
Şimdi sırada en zor kısım vardı; merminin deriyi delip yarayı tekrar açmadan dışarı çıkma kısmı.
Bu, katı duvarların içinden geçmeye olanak sağlayan türden bir sihirdi.
Büyümün bir kısmını mermiye aktararak onu büyümle bir bütün haline getirdim. Bunu yaptığımda büyümün bu özel ve nadir görülen biçimini harekete geçirebiliyordum.
Genelde bunu yapmaktan, yalnızca çok fazla enerjimi emdiğinden değil, aynı zamanda iyileştirme yeteneklerinin aslında bu tarz bir büyüyü yapmaya elverişli olmaması gerektiğinden kaçınırdım.
Ama bunu yapabildiğim göz önünde bulundurulursa…
İçimden bir ses bunun Webb Montgomery ile ilgili olduğunu söylüyordu.
Kapalı gözlerimi yavaşça açıp Shade’in çıplak, zarar görmemiş teninde duran kurşunu alarak eşofmanımın cebine koydum.
İşe yarayabileceğini düşündüm çünkü merminin içine biraz büyü aktarmış ve büyüyü manaya dönüştürmüştüm. Bununla daha sonra ilgilenecektim.
Alnımdaki teri silerek etrafıma bakınınca, Raphael ile Eve’in odada olduğunu görünce şok oldum.
Onların yanında gayet iyi görünen Zack, Claire ile Gabe vardı. Shade’e baktığımda, gözlerini Gabe’in üzerine esrarengiz bir ifadeyle diktiğini gördüm.
Gabe’in çenesinin ne kadar gergin olduğuna bakılırsa, ona dönüp bakmamak için elinden geleni yapıyordu. İstemsizce kaşlarımı çattım.
Eve’in gözlerini üzerimde hissettiğimde ona döndüm. Saygı gösterircesine başını sallayarak, “Shade’i iyileştirdiğin için teşekkürler,” dedi.
İçlerinden biri büyümü o tuhaf şekilde kullanırken beni görmüş müydü? Etrafıma baktığımda, onlar gelene kadar kurşunu çoktan çıkarmış olduğumu anladım.
Bunun üzerine içim rahatladı.
Omuzlarımı silktim. “Ne demek.”
Shade doğrulup Raphael'e baktı. Normale dönmüş sesiyle, “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu.
Bunu fark edince öfkeden dişlerimi sıktım. Ne yaptığını sanıyordu?
Tek Gerçek Alfa, “Bizi buraya ışınlaması için bir Tanrı’dan yardım aldım,” diye yanıtladı.
Sonra yüzü birden kararıverdi. “Şangay'da Avcılar hakkında bir şeyler duyduk. Mümkün olduğunca hızlı bir şekilde geri döndük.”
Gabe başıyla onayladı. “Savaş bittiğine göre artık…”
Birden her şeyin ortasında odağımı kaybettiğimi fark edip, “Savaş bitti mi?” diye sordum. “Ne oldu? Kazandık mı?”
Gabe bana dönmeden önce Shade'e baktı.
“Shade kalan Avcıları paramparça etti,” dedi. “Zaten geriye pek fazlası kalmamıştı, bu yüzden tamamen iyileşebildiği için geri kalanların işini bitirmeyi başardı.”
Demek ki tüm iyileştirme büyümü onun üzerinde kullanarak doğru olanı yapmıştım. İçime yayılan rahatlamayla, “Anladım,” dedim.
Ama Gabe kaşlarını çatıp bana alfa bakışını atarak bu güzel anı mahvetmeye karar verdi.
Söylediğinin tartışmaya açık olmadığını belli eden bir ses tonuyla, “Yine de ceza alacaksın,” dedi.
“Benden aldığın emre itaatsizlik ettin Daisy. Gizlice kaçmak için Raphael'in odasını kullanıp kendini tehlikeye attın. Bunun kabul edilemez olduğunu sen de biliyorsun.”
Yumruklarımı sıktım. Bu burada, tüm bu insanların karşısında mı yapmak istiyordu? Kendi bilirdi.
Gözlerini kısmasına neden olacak ürpertici bir sesle, “Mantıksız davranıyordun ve hâlâ davranmaya devam ediyorsun,” dedim. “Jocelyn White ile konuştum, onu tanırsın. Hani Doğu Yakası Sürüsünün baş şifacısı olan?”
Sesimi iyice yükselttim. “Sürüdeki en güçlü, en güvenilir şifacı olduğum için bu benim işimin bir parçası. Askerlerin savaşta düşerken ve ortada onlara yardım edecek kimse yokken bana elim kolum bağlı geride kalmamı emredemezsin. Bunu yapamazsın çünkü bu beni mahveder.”
Sesim çatallaşırken ağladığımı fark ettim. Gözyaşlarımı öfkeyle sildim.
“O yüzden, eğer Aiden Norwood, Jocelyn’ne sınır koymadan onun iyileştirme yeteneklerini kullanmasına sonuna kadar izin verebiliyorsa, senin de buna müsaade etmen gerekir. Ondan bu kadar da farklı davranamazsın.”
Gabe'in gözleri öfke doluydu. Tek söylediği şu oldu: “İkisi farklı durumlar. Aiden, Jocelyn’i sevmiyor.”
Ve bununla, tüm sorunların kaynağının tam olarak bu olduğunu anladım.