
“Aman Tanrım, Dana, aklını mı kaçırdın sen? Eğer bebek istiyorsan, önce bir koca bul. Ya da en azından gidip doğurganlık tedavisi gör. Rastgele bir yabancının seni hamile bırakmasına izin veremezsin.”
Dana Jones, kiracı olarak arkadaşı Millie’nin New York’taki küçük, mütevazı dairesinde yaşıyordu. Ev yapımı lazanyadan gelen tatlı sos ve peynir kokusu mutfağı doldururken Dana’nın midesi guruldadı.
Millie’nin kocası Todd iş seyahatinden yeni dönmüştü. Birkaç gündür yoldaydı, karısının lezzetli ev yemeklerine hasret kalmıştı.
Dana yemek yapmayı bilmiyordu. Bu zamana kadar kimse ona yemek yapmayı öğretmemişti. Yaşı ilerleyince de okul, iş derken yemek yapmayı öğrenmeye vakti olmamıştı.
Millie onun sadece arkadaşı değildi. Aynı zamanda çalıştığı çiçekçi dükkânının sahibi, yani patronuydu.
Dolayısıyla, Millie Dana’dan sadece dört yaş büyük olmasına rağmen, zaman zaman ona bir arkadaştan çok bir anne gibi davranıyordu.
Dana boynuna taktığı altın zinciriyle oynarken sandalyeye oturdu ve döşenmesine yardım ettiği yeni fayanslara baktı.
Daha fazla dayanamayınca alnını ovuşturdu. “Bunu yapmayı düşünmediğimi mi sanıyorsun? Ama tedavi binlerce dolara mal oluyor. O kadar param olmadığını biliyorsun.”
“Peki, planın tam olarak nedir? Biri seni hamile bırakana kadar adamlarla mı yatıp kalkacaksın?” derken Millie fırının kapağını biraz fazla sert kapatmıştı.
“Hayır, Millie. Doğru erkeği bulana kadar beklemeyi planlıyorum. Zeki ve yakışıklı olmalı ama bir eş ya da çocuk istemeyecek.”
“Ayrıca hamile kaldığımda çekip gitmeye ve bir daha arkasına bakmamaya da razı olmalı.”
Millie alaycı bir şekilde güldü. “Eh, sana iyi şanslar. Aklı başında hangi erkek seni hamile bırakmayı kabul edip sonrasında karşılığında hiçbir şey beklemeden çekip gidecek ha?”
Dana, Millie’nin onlar için doldurduğu kırmızı şaraptan bir yudum aldı. Yuttuğu şarap ağzında acı bir tat bırakmıştı.
“Bilmiyorum ama denemek zorundayım,” diye cevap verdi Dana.
Millie şarabını dudaklarına götürdü. Sanki ona acıyormuşçasına Dana’ya bakıyordu.
Dana genç yaşında çok fazla acı yaşamıştı. Bunların en kötüsü hâlâ kâbuslarına giriyordu ama bunu etrafına yansıtmamaya dikkat ediyordu.
Fırından gelen lazanyanın kokusu Dana’nın burun deliklerini doldurdu. Görünüşe göre bu leziz kokuyu Todd da almıştı. Banyodan çıkıp kokuyu takip etti.
“Seni doğru mu duydum Dana? Bebek mi istiyorsun?” Todd masadaki yerine otururken yüzünde endişeli bir ifade vardı.
Dana masaya uzanarak Todd’un gözüne giren sarı saçı kenara itti. Todd’un kalın ama yumuşak olan altın rengi buklelerinin verdiği hissi her zaman sevmişti.
Dana’yla Todd yıllar önce tanışmışlardı, hatta kısa bir süre çıkmışlardı ama hiçbir zaman aralarında ciddi bir şey yaşanmamıştı. Millie’yle çıkmaya başladıklarında Dana onlar adına çok sevinmişti.
“Evet, doğru duydun. Lütfen bu konuda bana zorluk çıkarma. Kulağa zalimce geldiğini biliyorum ama donörü hayatımızda istemiyorum.”
Dana çiftin birbirlerine attıkları bakışı gördüğünde, “Ne?” diye sordu.
Todd çok geçmeden boğazını temizleyerek söze girmişti. “Stan diye bir arkadaşım var. Allen Clay adında bir avukat için çalışıyor. Stan bana evlenirse yirmi milyon dolar miras alacak bir müşteriden söz ediyordu.”
Dana gözlerini kısarak Todd’a baktı. “Bunu bana neden anlatıyorsun?”
“Bebek sahibi olmayı bu kadar çok istiyorsun diye söyledim. Adam senin için mükemmel aday olabilir.”
Dana gülerken şarabından bir yudum daha aldı. “Evlenmek istemiyorum.”
Todd, Dana’nın ellerini ellerinin arasına almıştı. “Mesele de bu. Müşteri de evlenmek istemiyor, çocuk da istemiyor. Anladığıma göre evlenmeden mirası alamayacak.”
“Beş yüz bin dolar ödemeye razı. Onunla yatmak zorunda bile değilsin. Adamın sana ödeyeceği parayla şu bahsettiğin doğurganlık tedavisini karşılayabilirsin.”
Dana ellerini Todd’un ellerinden çekerek elbisesinin kenarıyla oynamaya başladı. “Bilmiyorum. Kim bu adam? Ya ucubenin tekiyse?”
Todd öne doğru eğilirken Millie herkese birer kadeh şarap daha doldurmuştu.
“Adı Jake Rayburn. New York’un en iyi ve en genç ceza avukatlarından biri. Otuz iki yaşında. Kadınlar ona karşı koymakta çok zorlanıyormuş.”
“Yani sadece kâğıt üzerinde mi evli olmam gerekiyor?” diye sorarken Dana’nın yüzünde bezgin bir ifade vardı. Bu gerçek olamayacak kadar iyi görünüyordu.
Todd başını salladı. “Dışarıda hastalık taşıyan bir sürü insan var. Hamile kalman için en güvenli yol bu. Arkadaşıma söyleyeyim de müşteriyle bir görüşsün, bakalım ne diyecek.”
Kendini birden huzursuz hisseden Dana pencereye doğru yürüdü ve Todd ağzına bir lokma daha atarken aşağıdaki insanlara baktı.
“Millie, senden başka kimse lazanyayı bu kadar güzel yapamaz,” derken Todd âdeta inliyordu.
Dışarıda bebek arabasını iten bir anne gördüğünde Dana’nın gözünden bir damla yaş süzüldü. Neyse ki sırtı arkadaşlarına dönüktü. “Kabul Todd. Bir bakmaktan zarar gelmez sanırım.”
Sonraki iki saat, Millie’nin boş konuşmalarıyla geçmişti. İlk gök gürültüsünü duyana kadar gökyüzünün karardığını fark etmemişlerdi bile.
Elektrikler kesildiğinde Millie’yle Todd mum almaya giderken Dana kanepeye çöktü ve başını soğuk deriye yasladı.
Cevabı zaten biliyordu. Ona istediğini verecek ve şartlarına uyacak bir erkek bulmak neredeyse imkânsızdı.
Belki de bu avukat gerçekten de istediği şeyi elde etmesinin tek yoluydu. Bir bebek… Dana’nın seveceği, aynı zamanda Dana’yı da sevecek bir bebek…